4 Ağustos 2017 Cuma

KEMALİZM



Giriş

Günümüzde hala çok farklı anlamlarla bağdaştırılan, gündelik siyasi tartışmalarda sık sık bahsi geçen Kemalizm türlü sebeplerden ötürü genelde belirli bir anlama kavuşturulabilmiş değildir. Basit günlük çıkarlar için olumlu/olumsuz farklı şekillerde değerlendirilmiş, yakın tarih boyuncu kasıtlı olarak sağa veya sola çekilmeye çalışılmış olan bu tılsımlı kavramın herkes tarafından incelikle irdelenmesi ve anlaşılması şarttır. Açıkça "hasta adam" olarak tabir edilen Osmanlı, geçirdiği uzun sancılı süreçlerden sonra ortadan kalktığında, geride kalan enkazdan hızla yeni bir devlet inşâ eden, günün modern tarımını yakalamaya çalışan, sanayileşen, modern eğitime geçen, önemli devrimler yapan, ülkeyi kendi uçağını üretecek çizgiye getiren iradenin iyi idrak edilmesi, sonraki dönemlerde yardım/borç ile ayakta duran, çeşitli şekillerde bağımsızlığından taviz vermeye başlayan, asıl devlet çizgisinden "uydu devlet" çizgisine doğru geçiş yapan anlayışı daha iyi tahlil etmede son derece gereklidir. Tüm bu dönüş ve dönüşümün bir açıklaması olmalıdır. Kemalizm de bu açıklama kapsamında önemli bir yer tutar.


Kemalizm Öncesi "Kemalizm"

Osmanlı'da tüm yenileşme hareketleri, teknik ve askeri konuların haricinde demokrasi alanında da devlet tarafından gerek duyulduğu zamanlarda gerçekleştirilmiştir. Bu yenileşme hareketlerinde baskı; ya günün şartlarını yakalama gerekliliği, yada yabancı devletlerin bazı yaptırımlarını boşa çıkarma gerekliliği olarak ortaya çıkmıştır. Bunların dışında direkt olarak halktan doğan bir akım olmamış, bilakis yapılan yeniliklere karşı halkın tepki verdiği zamanlar olmuştur. 1860'larda Jön Türkler adında, imparatorluğun her kesiminden katılımcıları olan ve padişah karşıtlığında birleşen bir cemiyet ortaya çıkmıştır. Cemiyetin başlıca üyeleri; Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi, Agah Efendi, Mehmed Bey, Reşad Bey, Ayetullah Bey, Nuri Bey, Refik Bey olmuşlardır. Jön Türkler; hürriyet, meşrutiyet, milliyet ve modernleşme gibi düşünceleri savunmuş ve son derece monarşi karşıtı bir çizgide ilerlemişlerdir. Bu sebeple yaşanan sürgünler ve yurtdışına kaçışlar, Jön Türklerin düşünsel olarak farklı coğrafyalarda beslenmelerini de getirmiştir. 1876 yılına gelindiğinde, Abdülaziz trajik bir şekilde hayatını kaybetmiş ondan sonra tahta geçen V. Murad, görevini ifa edemeyeceği görülünce o da tahttan indirilmiş ve II. Abdülhamid Sultan olmuştur. Sultan Abdülhamid göreve gelmeden kabul ettiği üzere meşrutiyeti ilan etmiş ve aslında kendisine karşı dişe dokunur bir yaptırımı olamayacak Kanun-i Esasi yürürlüğe girmiştir. I. Meşrutiyet pek uzun ömürlü olmamış 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi) sebebiyle Abdülhamid meşrutiyeti askıya almıştır. Meşrutiyetin mimarı Mithad Paşa tutuklanıp Taif'e gönderilmiş, orada konulduğu zindanda öldürülmüştür. Buradan itibaren tekrar katıksız monarşiye yani İstibdat Devri (1878-1908) denen döneme geçilmiştir.

1889 yılına gelindiğinde Askeri Tıbbiye'de; Abdullah Cevdet, İbrahim Temo, İshak Sükuti, Mehmet Reşit, Hikmet Emin tarafından kurulan İttihad-ı Osmani ilerleyen yıllarda çok daha nüfuzlu ve karmaşık bir yapı haline gelerek İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni meydana getirmiştir. 1908 Haziran'ında Resne'de dağa çıkan Ahmet Niyazi'yi daha sonra Enver'le beraberindekiler izlemiş ve amaçlarına ulaşarak II. Meşrutiyet'in (23 Temmuz 1908) ilanını sağlamışlardır. Bu olay Jön Türk Devrimi olarak da adlandırılmıştır. Bu devrimi 31 Mart Olayı, Abdülhamid'in tahttan indirilip sürgün edilmesi, Bab-ı Ali Baskını ve Enver-Talat-Cemal dönemi izlemiştir.

Her ne kadar İTC tüm kontrolü ele aldığında ve ondan önceki devrede liyakate, emir komuta zincirine zarar veren pek de akıl karı olmayan olaylar yaşanmış olsa da, genel olarak Jön Türklerin ortaya çıkışından itibaren yerleşmeye başlayan yenilikçi anlayış, hem tarihi öncül olması sebebiyle, hem de Atatürk'ün yetiştiği ortamı tesis etmesi sebebiyle Kemalizmin temelini oluşturmuştur. Osmanlı'da uzun yıllar tartışılmış ve hakkında farklı çözümler önerilmiş problemlerin cumhuriyetin ilanından sonra "Kemalist Devrim"ler şeklinde, o önerilerin bir tür sentezi olarak çözüme kavuşturulmaları da bu temele dayanak gösterilebilir.

Atatürk'ün çocukluğundan itibaren batılı tarzda modern eğitim alması, düşünce dünyasının gelişiminde çok önemli bir rol oynamıştır. Modern eğitime önem veren Maarif Nazırı Saffet Paşa ve maarifperver olarak anılan II. Abülhamid'in dönemin eğitiminin o zamanki modern sisteme geçmesindeki payları büyüktür. Burası biraz ironik gözükebilir ama detaylı incelendiğinde tüm bu düşünce çarpışmalarının temeli için bu durum geçerlidir. Zira II. Mahmud'un Avrupa'ya okumaya gönderdiği öğrencilerden Jön Türkler türemiş, kurduğu Tıbbiye'den İttihad-ı Osmani çıkmış ve askeri okullar İttihad ve Terakki'nin önemli bir parçası olarak işlemişlerdir.

Tarihi karakterleri hürriyetçiler ve monarşistler olarak ikiye ayırıp, hürriyetçileri ilerici, monarşistleri gerici olarak nitelemek çoğu kez sağlıklı değildir. Birçok tarihi vakada hürriyetçilerin gücü elde ettikten sonra ne kadar hürriyet sunduğu tartışmalıyken, monarşist olarak ele alınan taraftan gelen yenilikler de çoğu kez gericiler tarafından şiddetle reddedilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda ilerici (yenilikçi) ve gerici diye ayrım yapmak daha isabetli olacaktır. Gerici zihniyet, çökmesi kaçınılmaz hale gelen düzeni hatta ondan da beter "eski"yi savunduğundan ve kendisi fikir üretmeyip sadece ilericilerin fikirlerine muhalefet ettiğinden hiçbir zaman düşünsel bir derinliğe sahip olmamıştır.

Sultan II. Mahmud döneminin kılık kıyafet değişikliği devlet dairelerinde; sarık yerine fes, diğer eski kıyafetler yerine pantolon ve ceket giymeyi zorunlu kıldığında, II. Mahmud'a karşı softa takımı muhalefete geçmiş, II. Mahmud'a "gâvur padişah" yakıştırması yapılmıştır. II. Mahmud'un torunu II. Abdülhamid topçu subaylarına ve süvarilere kalpak giydirdiğinde aynı softa takımı bu sefer fesin din-diyanet alameti olduğunu savunup yine hararetle karşı çıkmışlardır. Enver Paşa'nın sıcak bölgelerde görev yapan askerler için tasarladığı "kabalak" isimli şapkanın da benzeri homurdanmalara yol açtığı söylenmiştir. Aynı zihniyet şapka devrimi yapıldığında da Atatürk'e karşı fesi savunmuş ve şapkayı reddetmiştir.


Kemalizm ve Atatürkçülük

Kemalizm ve Atatürkçülük ile ilgili olarak çok fazla şey yazılmış, söylenmiş ve tartışılmıştır. Öyle görülüyor ki tüm bu tartışmalar bitmiş değildir ve hatta bir anlamda yeni başlamaktadır. İster bu kavramlara sempatiyle yaklaşan ve gerçekten azımsanmayacak ölçüde bilgi sahibi olan kişiler olsun, isterse de son derece bilgisiz kişiler olsun, ilginç bir genel kanı; Kemalizmin dünyada en fazla 1940'lı yıllara kadar yer bulabilecek, militarist, otoriter, dar kalıplı bir ideoloji olduğu, Atatürkçülüğün de günümüz şartlarına uyarlanmış, sosyal demokrasiyle harmanlanmış daha özgürlükçü ve vatansever bir görüş olduğu şeklindedir. Buradan hareketle bu anlayış, Kemalizme negatif yaklaşırken Atatürkçülüğe karşı daha ılımlıdır. Yine bu yaygın düşüncelerin yanında, Kemalizm veya Atatürkçülük diye bir şey olmadığı, yani bunun ideolojik bir temeli olmadığı, doktrininin bulunmadığı yönünde iddialar da çoğu kez samimi olarak dile getirilmiştir. Kemalizm  milli mücadele esnasında 1919'dan itibaren, Türk ulusunun bir tür sinerjisi olarak meydana gelmiştir. Atatürkçülükten bahsedilebilecek en erken tarih soyadı kanununun çıkması "Atatürk" soyadının belirlenmesi sebebiyle 1934'tür. Kaldı ki "Atatürkçülük" ifadesi Atatürk'ün vefatından çok daha sonraları ortaya çıkmıştır. Kısacası orjinal ifadenin Atatürkçülük değil Kemalizm olduğu son derece açıktır.

"İZM" Alerjisi

Sonunda "izm" eki bulunan kavramlar olan ideolojiler şiddetle çarpıştıkları 20. yüzyılda,  hem devletler arasında hem de devletlerin kendi iç meseleleri olarak büyük facialara sebep olmuşlardır. İki dünya savaşı ve soğuk savaş dönemini yaşamakta olan dünya, Berlin Duvarı'nın çöküşü ve Sovyetler Birliği'nin çözülüşüyle tek kutuplu hale gelmiş ve bir kısım çevreler ideolojilerin bittiğini ileri sürmüşlerdir. Dünya genelindeki bu tecrübenin yanısıra ülkemizde ideolojik çatışmaların yarattığı anarşi ortamı, bu ortamların kaçınılmaz sonucu olan askeri müdahaleleri getirmiştir. Hem ideolojik gruplaşmanın getirdiği çatışma sebebiyle ideolojilerle aynı potada olarak, hem de askeri müdahalelerin meşruiyetini ona izafe etme alışkanlığı sebebiyle ayrı olarak Kemalizm, ne yazık ki tüm bu olumsuzluklardan fazlaca nasiplenmiş, geniş kitlelerin onu bu isimle benimsemediği bir yola girmiştir.

Kemalizmin de bir ideoloji olup olmadığı meselesi derin ve tartışmalı bir konu olsa da, dünyada ve özellikle ülkemizde bahsettiğim gelişmeler sebebiyle ideolojilere karşı gelişen "izm" alerjisi bağlamında, Kemalizmin ivme kaybetmesi ve "Atatürkçülük" başlığına taşınmasının talihsiz bir durum olduğu tartışmasızdır.


Kemalizmin Doğuşu

Kemalizm adı; I. Dünya Savaşı'ndan sonra yapılan haksız işgallere tepki olarak oluşan yerel direnişler ve o direnişlere 19 Mayıs 1919 itibariyle Mustafa Kemal'in öncülük  etmesinden türemiştir. İlk olarak 1919'dan itibaren milli direnişçilerden bahseden İngiliz raporlarında "Kemalist" tabirine rastlanmaktadır. Yine benzeri şekilde Damat Ferit'in de Milli Mücadele'ye katılanlar için, Celalî isyancılarına benzeterek, biraz da alaycı bir şekilde "Kemalîler" ifadesini kullandığı bilinmektedir. Mondros Ateşkesi'nden itibaren başlayan halk hareketi, direniş ve farklı yerlerde birçok yerel kongre şeklinde gelişmiştir. Vahdettin'in emri ve bilgisi dahilinde, Pontus çetelerine karşı direnişe geçenleri bastırma maksadıyla Samsun'a gönderilen Mustafa Kemal Paşa, 9'uncu Ordu Müfettişliği göreviyle görevlendirilmiştir. Milli Mücadele'nin 19 Mayıs'la birlikte mi, yoksa daha önce mi başladığı konusu çoğu kez tartışmalara yol açmıştır. Farklı bölgelerde yerel direnişlerin başladığını, ancak bunların Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarınca 19 Mayıs 1919 tarihinden itibaren adım adım örgütlendiğini, böylelikle bir bütünlük ifade ettiğini söylemek isabetli olacaktır.

Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basmış ve 25 Mayıs'ta Havza'ya geçmiş, burada 28 Mayıs günü Havza Genelgesi'ni yayınlamıştır.


Havza Genelgesi

15'inci Kolordu Komutanlığına

Bölgemde ve civarında bulunan vilâyetlerle bağımsız mutasarrıflıklara gönderdiğim telgrafın suretini aynen takdim ediyorum.

İzmir’in ve maalesef bunu takip eden Manisa’nın işgali gelecekteki tehlikeyi daha açık göstermektedir. Ülke bütünlüğümüzün korunması için millî gösterilerin daha canlı olarak yapılması ve sürdürülmesi lazımdır. Hayatımıza ve millî bağımsızlığımıza zarar veren işgal ve ilhak gibi olaylar bütün milletin içini kan ağlatmaktadır. Üzüntüler durdurulamıyor. Sindirilmesi ve tahammülü mümkün olmayan bu durumun derhâl yok edilip giderilmesi bütün medeni milletlerle büyük devletlerin adalet ve nüfuzlarını sabırsızlıkla beklemek konusunda önümüzdeki hafta içinde Pazartesi başlayıp Çarşamba günü müracaatın arkası alınmak üzere büyük ve heyecanlı mitingler yaparak millî gösteride bulunulması ve bunun bütün bağlı olan yerlere yayılmasına ve bütün İtilaf devletleri temsilcileri ile Osmanlı Hükümetine etkili telgraflar verilmesi ve yabancı olan yerlerde yabancılara da özel etkiler yapılmakla beraber millî gösterilerde adap ve sükûnetin fevkalade korunması ve Hristiyan halka karşı bir sataşma, gösteri ve düşmanca tavırlar alınmaması lazımdır. Sizin bu fikirler etrafında hassas ve etkili bulunmanız yönüyle işin iyi idare edileceği ve başarılı olunacağı hususunda inancım tamdır. Sonucunun bildirilmesini arz ederim.

28 Mayıs 1919                                                             9’uncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal


Görüldüğü üzere Havza Genelgesi'yle milli direniş teşvik edilmiş, Hristiyan halkla ilgili olası bir provakasyona karşı uyarıda bulunularak gösteri ve mitinglere çağrıda bulunulmuştur. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a çağırılsa da türlü durumları sebep göstererek gitmeyi reddetmiştir. Ardından Amasya'ya geçmiş ve orada da Amasya Tamimi'ni yayınlamıştır.



Amasya Tamimi

22 Haziran 1919 Genelge

1. Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Hükümet-i merkeziyemiz (İstanbul Hükümeti) itilaf devletlerinin etkisi ve denetimi altında çevrilmiş bulunduğundan üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yapamamaktadır. Bu durum milletimizi yok olmuş tanıttırıyor. Milletin bağımsızlığını, yine milletin engelleri yenme kararı kurtaracaktır. Milletin şimdiki durumunu gözönünde tutmak ve haklarının sesini dünyaya işittirmek için her türlü etki ve denetimden uzak bir milletin kurulun varlığı zorunludur. Bunun için haberleşerek her yandan gelen öneri ve millî istek üzerine Anadolu’nun görünüşte en güvenli yeri olan Sivas’ta milli bir kongrenin ivedi toplanması kararlaştırılmıştır. Bunun için bütün Osmanlı illerinin her sancağından parti anlaşmazlıkları bir yana bırakılarak yetenekli ve milletin güvenini kazanmış üç kişinin en çabuk şekilde kongreye yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir. Her olasılığa karşı bunun bir millî sır halinde tutularak gürültüye yer verilmemesi ve gerekli görülen yerlerde yolculuğun kendini tanıtmayarak yapılması gereklidir.

2. Doğu illerimiz adına 10 Temmuz’da Erzurum’da toplanması kararlaştırılan kongre için adı geçen illerin Müdafaa-i Hukuku Milliye ve Reddi İlhak Cemiyetlerinden seçilmiş üyeler zaten Erzurum’a doğru yola çıkarılmışlardı. O zamana kadar diğer illerimizin delegeleri de Sivas’a varmış olabileceklerinden Erzurum Kongresi’nin üyesi de uygun göreceği zamanda genel toplantıya katılmak üzere Sivas’a hareket edecektir.

3. Bu maddelere göre temsilcilerin Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyetleri ve belediye başkanları ve diğer şekilde seçilmesiyle hareketleri hakkındaki delâlet ve vatanseverliklerini ve isimleri ile hareket zamanlarının telgrafla bildirilmesini rica ederim.

4. Bu telgrafın gelişinin hemen bildirilmesi rica olunur.

Hüsrev       Kâzım       Ali Fuad       Hüseyin Rauf       Mustafa Kemal       (imzalar)


Bu genelgeyle; Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararının kurtaracağı vurgulanmış, İstanbul Hükümeti'nin itilaf devletlerinin etkisinde kalması sebebiyle meşruiyetini yitirdiği ve sorumluluklarının gereğini yerine getiremediği bu sebeple tanınmayacağı açıkça belirtilmiştir. Anadolu'da yeniden örgütlenmek ve yeni bir merkez belirlemek için, Erzurum ve Sivas'ta kongrelerin düzenleneceği bildirilmiştir. Sivas'ta toplanacak kongre için o günkü parti anlaşmazlıları bir kenara bırakılarak her sancaktan milletin güvenini kazanmış üç temsilci davet edilmiştir. Ayrıca Erzurum'da toplanacak kongredeki temsilcilerin Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetlerinden seçildiği belirtilmiştir.

Amasya Tamimi'yle gösterilen net tavır sonucu "Kemalist Hareket" dünyaca tanınmış ve itilaf devletlerinin güdümündeki İstanbul Hükümeti baskıları arttırmıştır. Mustafa Kemal Paşa 3 Temmuz'da Erzurum'a gelmiş, 9 Temmuz'da İstanbul Hükümeti'nin baskısından kurtulmak, etki alanından çıkmak için çok sevdiği askerlik mesleğinden istifa ettiğini, milli gayeler için milletin bağrında sivil bir fert olarak mücadele edeceğini  Erzurum Valiliği'ne bildirmiştir. Bu gelişme sonrasında görüştüğü Kâzım Paşa "dün olduğu gibi bugün de emrinizdeyim paşam" diyerek bağlılığını bildirmiştir. 23 Temmuz'da başlayan Erzurum Kongresi'nin başkanlığını Mustafa Kemal sivil olarak idare etmiş ve bu kongre 7 Ağustos'ta sonlanarak bir beyanname yayınlanmıştır. 


ERZURUM KONGRESİ BEYANNAMESİ

Erzurum Kongresi Beyannamesidir.

Mütarekenin yapılmasından sonra gittikçe artan antlaşmayı bozan işlemler ve İzmir, Antalya, Adana ve yöresi gibi memleketimizin önemli parçalarının eylemli olarak ele geçirilmesi ve Aydın ilinde yapılan katlanılmaz Yunan faciaları ve Ermenilerin Kafkasya içinde sınırlarımıza kadar dayanan soykırım ve İslamların yok edilmesi politikasıyla yayılma hazırlıkları ve Karadeniz kıyısında Pontus hayalini gerçekleştirmek amacıyla hazırlıklar yapılması ve yalnızca bu amaçla Rusya kıyılarından akın akın göçmen adı altında gelen yabancı Rumların ve bu arada silahlı eşkıya çetelerinin gönderilmesi ve getirilmesi gibi olaylar karşısında kutsal vatanın parçalanması ve dağılma tehlikesini gören milletimiz, hiçbir millî iradeye dayanmayan Hükümeti Merkeziyemiz’in bu acılara ve facialara çare bulamayacağına uğursuz benzerleriyle konuya varmış ve birçok etkenler altında belki daha acı ve sindirilemez ve kabul edilemez kararlara da baş eğeceğinden tamimiyle kuşkulu bulunuyor. Bundan dolayı kendini en yakın ve en kanlı tehlikeler karşısında gören Şarkî Anadolu illerinin kutsal değerlerini kendilerince korunması amacıyla her yönden millî vicdandan doğmuş derneklerin katılmasıyla sonradan toplanmış olan Erzurum Kongresi 7 Ağustos 1919 tarihinde çalışmasına son vererek Allah’ın lütfu ile aşağıdaki kararları aldı:

1. Trabzon ili ve Canik Sancağıyla doğu illeri adını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elâzığ, Van, Bitlis illeri bu saha içindeki bağımsız livalar hiçbir neden ve vesile ile birbirinden ve Osmanlı toplumundan ayrılmak olanağı düşünülmeyen bir bütündür. Mutluluk ve mutsuzlukta birliği kabul ve kaderi üzerinde aynı amacı hedef sayar. Bu bölgede yaşayan bütün İslami unsurları birbirlerine karşı karşılıklı bir özveri duygusu ile dolu ve soy ve sosyal durumlarına saygılı öz kardeştirler.

2. Osmanlı vatanının bütünlüğü ve millî bağımsızlığımızın sağlanması ve saltanat ve hilafet makamının korunması için Kuvayı Milliyeyi etken ve millî iradeyi egemen kılmak esastır.

3 . Her türlü işgal ve karışma, Rumluk ve Ermenilik oluşturma amacına dönük sayılacağından, birlikte savunma ve direnme esas kabul edilmiştir. Siyasal egemenlik ve toplum dengesini bozacak surette Hristiyan ögelere yeni bir takım ayrıcalık verilmesi kabul edilmeyecektir.

4. Hükümeti Merkeziye’nin bir devlet baskısı karşısında buraları terk ve savsama zorunda kalması olasılığına göre Hilafet ve Saltanat makamına bağlılığı ve varlık ve millî haklara kefalet eden önlem ve kararlar alınmıştır.

5. Vatanımızda öteden beri birlikte yaşadığımız Müslüman olmayan ögelerin Osmanlı Devleti yasaları ile doğrulanmış, kazanılmış haklarına tümüyle saygı duymaktayız. Mal ve can ve ırzlarının korunması zaten dinsel gerekler, millî gelenekler ve yasalarımızın esaslarından olmakla bu esas kongremizin genel kanısıyla da doğrulanmıştır.

6. İtilaf devletlerince mütarekenin imza olunduğu 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırımız içerisinde kalan ve her bölgesinde olduğu gibi Doğu Anadolu illerinde de ezici çoğunluğu İslâmlardan oluşan ve kültürü, ekonomik üstünlüğü Müslümanların olan ve birbirinden ayrılmaları olanaksız öz kardeş olan din ve soydaşlarımızın oturmakta bulunduğu ülkemizin bölünmesi görüşünden tümüyle vazgeçmekle varlığımıza tarihsel, soysal ve dinsel haklarımıza saygı gösterilmesine ve bunlara aykırı girişimlerin tutulmasına ve böylece bütünü ile hak ve adalete dayalı bir karar beklenir.

7. Milletimiz insancıl, çağdaş amaçları yücelten ve fenne uygun, sanat ile ilgili ve ekonomik durum ve gereksinmemizi değerlendirir. Bundan dolayı devletimizin ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak koşulu ile altıncı maddede açıklanan sınır içerisinde millî esaslara saygılı ve ülkemize karşı yayılma isteği beslemeyen herhangi bir devletin fenne uygun, sanat ile ilgili ekonomik yardımı- nı kıvançla karşılarız ve bu hakça ve insanca koşulları içeren bir barışın da ivedi karar altına alınması insanlığın esenliği ve dünyanın dirlik ve düzenliği adına alacağımız milli isteğimizdir.

8. Milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin belirttikleri bu tarihsel çağda Hükümeti Merkeziyemizin millî iradeye bağlı olması zorunludur. Çünkü, millî iradeye dayanmayan herhangi bir hükümet kurulunun kendine göre ve kişisel kararlarına ulusça uyulmadıktan başka dışarıda da geçerli olmadığı ve olamayacağı şimdiye kadar belgelenmiş, işlev ve sonuçlarıyla tanıtlanmıştır. Bundan dolayı ulusun içinde bulunduğu sıkıntı ve kuşkudan kurtulmak çarelerine kendisinin girişmesine gerek kalmadan Hükümeti Merkeziyemizin Milli Meclisi hemen ve bir an kaybetmeden toplaması ve bu suretle ulusun kaderi ve ülke için alacağı bütün kararları Milli Meclis’in denetimine sunması zorunludur.

9. Yurdumuzun uğradığı acılar ve olaylar ile bütünüyle aynı amaç ve millî vicdandan doğan derneklerin birleşmesinden ve bağdaşmasından meydana gelen genel kitle bu kez (Şarki Anadolu Müdafaayı Hukuk Cemiyeti) Doğu Anadolu Müdafaayı Hukuk Derneği adıyla adlandırılmıştır. İşbu dernek her türlü particilik akımlarından tamamen arınmıştır. Bütün İslâm vatandaşlar, derneğin tabii üyesindendir.

10. Kongre tarafından seçilen bir Temsilciler Heyeti kabul ve köylerden başlamak üzere il merkezlerine kadar kurulmuş olan Teşkilatı Milliye (ulusal örgüt) birleştirilmiş ve gerçekleştirilmiştir.

7 Ağustos 1919
Perşembe                                                                                 Kongre Heyeti (İmzalar)


Erzurum Kongresi Beyannamesi'nin giriş kısmında ülkenin dört bir yanında farklı taşeronlarca yapılan zulümlerin varlığına değinilmiş, bunların kabul edilemez olduğu bildirilmiştir. İlk maddede, Mondros'un 24. maddesiyle işgal kuvvetlerinin göz diktiği altı ilin(Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Van ve Bitlis) Osmanlı'dan ayrılamayacağı, buralardaki halkın birbirinin her türlü farklılığına saygılı olduğu, yaşanan karışıklıkların suni olduğu belirtilmiştir. Vatanın milli sınırlar içinde bölünmez bir bütün olduğu vurgulanmıştır. Ardından 4 Eylül'de toplanan Sivas Kongresi 11 Eylül'de sonlanmış ve bir beyanname yayınlanmıştır.


SİVAS KONGRESİ BEYANNAMESİ

Sivas Genel Kongre Bildirisidir.

Bütün milletçe bilinen dış ve iç tehlikelerin doğurmuş olduğu millî uyanıştan doğan kongremiz aşağıdaki kararları almıştır:

1. Yüce Osmanlı Devletiyle İtilaf devletleri arasında resmi olarak kabul edilmiş mütarekenamenin onaylandığı 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırlarımız içinde kalan ve her noktasına güçlü İslam çoğunluğu yerleşmiş bulunan Osmanlı ülkesi kesimleri, birbirinden ve Osmanlı topluluğundan ayrılması mümkün olmayan ve hiçbir sebeple, bölünme kabul etmez bir bütün oluşturur. Sözü edilen ülkelerde yaşayan bütün İslam unsurları birbirlerine karşılıklı saygı ve fedakârlık duygularıyla dolu sosyal ve kanunî haklarıyla çevre şartlarına bütünüyle saygılı öz kardeştirler.

2. Osmanlı toplumunun bütünlüğünün ve millî bağımsızlığımızın sağlanması ve yüce hilafet ve padişahlık makamının korunması için millî güçleri yapıcı ve millî iradeyi hakim kılmak, kesin esastır.

3. Osmanlı ülkelerinin herhangi bir parçasına karşı meydana gelecek müdahale ve işgale ve özellikle vatanımız içinde bağımsız birer Rumluk ve Ermenilik kurma amacına dönük hareketlere karşı Aydın, Manisa, Balıkesir cephelerinde yapılan millî savaşta olduğu gibi birleşik olarak savunma ve direnme esası meşru kabul edilmiştir.

4. Öteden beri aynı vatan içinde birlikte yaşadığımız Müslüman olmayan bütün unsurların her türlü hukuku, eşitlikleri tamamıyla korunmuş olduğundan adı geçen unsurlara siyasî hâkimiyet ve toplum dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilmesi kabul edilmeyecektir.

5. Osmanlı hükümeti bir dış baskı karşısında ülkemizin herhangi bir parçasını terk veya ihmal etmek mecburiyetinde bulunduğu takdirde hilafet ve saltanat makamıyla vatan ve milletin korunması ve bütünlüğü- nü sağlayacak her türlü tedbir alınmıştır.

6. İtilaf devletlerince mütareke metninin onaylandığı 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırlarımız içinde kalıp büyük İslam çoğunluğunun yerleş- miş olduğu ve hürriyeti ve medeniyet üstünlüğü Müslümanlara ait bulunan mülk birliğimizin parçalanması görüşünden bütünüyle vazgeçilmek suretiyle bu topraklar üzerindeki tarihimiz, ırkımız ve dinimiz ve coğrafi haklarımıza saygı gösterilmesini ve buna aykırı girişimlerin hükümsüz bırakılmasını ve bu suretle hak ve adalete dayanan bir karar alınmasını bekleriz.

7. Aynen (Erzurum kongresi beyannamesinin 7. maddesi)

8. Aynen (Erzurum kongresi beyannamesinin 8. maddesi)

9. Vatan ve Milletimizin uğradığı işkence ve elemlerle ve tamamen aynı amaç ve niyetle millî vicdandan doğan millî ve vatanî derneklerin birleşmesinden meydana gelen bütün toplum bu kere (Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) unvanıyla adlandırılmıştır. Bu dernek, her türlü particilik akımlarından ve kişisel ihtiraslardan tamamıyla uzak ve arınmıştır. Bütün Müslüman vatandaşlarımız bu cemiyetin tabiî üyelerindendir.

10. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin 4 Eylül 1919 tarihinde Sivas şehrinde toplanan genel kongresi tarafından kutsal amacını izlemekle genel kuruluşları idare için bir temsil heyeti seçilmiş ve köylerden il merkezlerine kadar bütün milli kuruluşlar güçlendirilmiş ve birleştirilmiştir.

Genel Kongre Kurulu


Sivas Kongresi'ne de Mustafa Kemal sivil olarak başkanlık etmiştir. Beyannamede o zamana kadar yapılan milli ve bağımsızlıkçı önemli maddeler tekrar edilmiş ve tüm milli cemiyetlerin "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" çatısı altında birleştirildiği duyurulmuştur. Sivas Kongresi'ni çok önemli kılan ana sebep, her sancaktan gelen temsilciler aracılığıyla milli iradenin tesis edilmesi ve milli, merkezi bir yönetimin belirlenmesi olmuştur. Alınan kararları uygulamak amacıyla bi Temsil Heyeti seçilmiştir. Bu heyet milli ve bağımsız bir meclisin bulunmadığı ara dönemde tüm mücadeleye öncülük etmiştir.

12 Ocak 1920 tarihinde  Meclis-i Mebusan padişahın beyannamesinin okunmasıyla açılmıştır. Meclis'te Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'yle bağlantılı bir grubun oluşturulmasına izin verilmemiş, milliyetçi vekiller Felah-ı Vatan grubu oluşturmuşlardır. 22 Ocak'ta gizli bir oturumda, o güne kadar gelinen süreçte kararlaştırılan milli kararlar Misak-ı Milli başlığı altında görüşülmüş, 28 Haziran'daki diğer bir gizli oturumda da küçük değişikliklerle kabul edilmiş, 17 Şubat'ta da bu kabul duyurulmuştur.


MİSAK-I MİLLÎ BEYANNAMESİ

Birinci Madde Osmanlı Devleti’nin, özellikle Arap çoğunluğunun yerleşik olduğu, 30 Ekim 1918’de mütarekenin imzalandığı tarihte, düşman ordularının işgali altında kalan kesimlerin kaderi, halkının serbestçe verecekleri karara uygun olarak belirlenmesi gerekeceğinden, adı geçen mütareke hattı içinde ve dışında din, ırk ve soy bakımından birleşik ve birbirine karşı saygı ve fedakârlık duygularıyla dolu olarak soy ve toplum hukukları ile çevre koşullarına tam uyan Osmanlı Müslüman çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu bölgelerin hepsi gerçekten veya hükmen hiçbir şekilde bölünmez bir bütündür.

İkinci Madde Halkı, ilk serbest kaldıkları zaman halkın oylarıyla anavatana katılmış olan üç sancak (Kars, Ardahan, Artvin) için gerektiğinde yeniden serbestçe halkoyuna başvurulmasını kabul ederiz.

Üçüncü Madde Türkiye ile yapılacak barışa bırakılan Batı Trakya’nın hukuki durumunun saptanması da, halkın tam bir serbestlik içinde açıklayacakları oylara uygun olarak yapılmalıdır.

Dördüncü Madde İslam Hilafet ve Saltanat Merkezi ve Osmanlı hükümet merkezi olan İstanbul şehri ile Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü tehlikeden uzak (korunmuş) olmalıdır. Bu ilke saklı kalmak şartıyla, Akdeniz ve Karadeniz Boğazları’nın dünya ticaret ulaşımına açılması hakkında, bizimle diğer bütün ilgili devletlerin birlikte verecekleri karar geçerlidir.

Beşinci Madde İtilaf Devletleri ile düşmanları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılan antlaşma esasları çerçevesinde azınlıklar hukuku komşu ülkelerdeki Müslüman ahalinin de aynı hukuktan yararlanmaları güvencesiyle tarafımızdan desteklenecek ve sağlanacaktır.

Altıncı Madde Millî ve ekonomik gelişme olanağını elde etmek ve daha çağdaş ve düzenli bir yönetim şeklinde işleri yürütmeyi başarabilmek için, her devlet gibi, bizim de, gelişme sebeplerimizin sağlanmasında tam bir hürriyet ve bağımsızlığa kavuşmamız, varlığımızın ve hayatımızın esasıdır. Bu sebeple, siyasi, adli, mali ve benzeri gelişmelerimize engel kayıtlara karşıyız. Gerçekleşecek borçlarımızın ödeme koşulları da bu ilkelerle çelişmeyecektir.

Erzurum Milletvekili Celaleddin Arif


Misak-ı Millî ile; I. Dünya Savaşı sonrası asgari sınırlar belirlenmiş, her bölgenin kaderinin oradaki insanların demokratik tercihi doğrultusunda şekilleneceği ısrarla belirtilmiş, bağımsızlık arzusu vurgulanmıştır. Misak-ı Millî'nin bir antlaşma değil, tek taraflı bir ant, bildiri olduğu unutulmamalıdır.

Misak-ı Millî'nin kabulü duyurulduktan sonra Meclis-i Mebusan üzerindeki baskılar çok daha şiddetlenmiş, 20 Mart'ta İstanbul'u resmen işgal eden itilaf devletleri baskısıyla padişah Meclis-i Mebusan'ı 11 Nisan'da dağıtmıştır. Bunun üzerine yeni, milli ve bağımsız bir meclisin gerekliliği hissedilmiş, 23 Nisan'da Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmıştır. TBMM, Meclis-i Mebusan üyelerini doğal üye olarak kabul etmiş, Ankara'ya gelmeyi reddedenlerin istifa ettiğini varsaymıştır. Bu üyelerle birlikte çok sayıda seçim bölgesinden belirlenen üyelerin seçimiyle 330'dan fazla milletvekili belirlenmiştir.

10 Ağustos'da Damat Ferit kabinesinin temsilcileri Sevr Antlaşması'nı imzalamış, imzacılar 19 Ağustos'ta TBMM tarafından vatan haini ilan edilmişlerdir. Kuvayı Milliye'nin düzenli Yunan kuvvetleri karşısında istenen sonuçları alamaması ve bazı Kuvva reislerinin TBMM'yi tanımaz şekilde hareket etmeleri, düzenli ordunun gerekliliğini ortaya koymuş ve batı cephesinde 9 Kasım'dan itibaren düzenli orduya geçilerek mücadeleye devam edilmiştir. Değişiklikler kapsamında 9 Kasım'dan itibaren batı cephesi ikiye ayrılmış; kuzeyde İsmet Paşa, güneyde Refet Paşa görevlendirilmiştir. Bu düzenle hem cephede Yunan kuvvetleriyle, hem de cephe gerisinde Damat Ferit'in desteklediği isyancılarla mücadele edilmiş, peş peşe gelen zaferler sonrasında Yunan askeri İzmir'de denize dökülmüş, Mudanya'da 11 Ekim 1922'de ateşkes imzalanmış, 1 Kasım'da Saltanat kaldırılarak İstanbul Hükümeti devre dışı bırakılıp Lozan'da yapılacak barış konferansında temsil hakkı tek başına TBMM'nin olmuştur. Buradan sonra da zorlu geçen bir barış konferansı görüşmeleri sonucunda; İsmet Paşa, Dr. Rıza Nur Bey ve Hasan Bey'den oluşan delegasyon 24 Temmuz 1923'te Türkiye'nin kuruluş senedi olarak imzalanmıştır. Çoğu temel problemini Lozan'da çözüme kavuşturan Türkiye'de 29 Ekim günü cumhuriyet ilan edilmiştir. 29 Ekim'in özelliği, "hasta adam" Osmanlı'nın öldüğü 30 Ekim'in (Mondros ateşkesi: 30 Ekim 1918) bir gün öncesi olmasıdır. Bu, bazı çevrelerce haklı olarak "zamanı geri saran kurmay zekası" olarak nitelendirilmiştir.



Görüldüğü üzere Kemalizm; bir teori olarak geliştirilmemiş, savaşta milli bir refleks ve pratik olarak doğmuştur. 19 Mayıs 1919'da Bandırma Vapuru'nun Samsun'a varmasıyla başlayan macera; Havza'da ruhunu bulmuş, Amasya, Erzurum ve Sivas'ta ivmelenmiş, Ankara'da merkezi yönetimi tesis etmiş, İzmir'de Yunan'ı denize dökmüş, Lozan'da kendisini bir kez daha ve daha gür bir sesle dünyaya tanıtmış, en nihayetinde de cumhuriyeti doğurmuştur.

Kemalizmin İdeolojisi

Atatürk'ün ideolojisinin ne olduğu yada bir ideolojisinin olup olmadığı, onu takiben Kemalizmin bir ideoloji olup olmadığı tartışmalarına hala son nokta konulabilmiş değildir. Bu konuda günümüzdeki tartışmaların ötesinde, Atatürk'ün hayatta olduğu dönemlerde dahi önemli yazarlar arasında bir fikir birliği sağlanamamıştır. Bu tartışmanın daha sağlıklı ilerlemesi için, siyaset biliminin belki de en muğlak kavramı olan "ideoloji"nin temelden incelenmesi şarttır.

Türk Dil Kurumu'na göre ideoloji; Siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dinî, moral, estetik düşünceler bütünüdür. Bu kavramı günümüzdeki şekliyle dizayn eden kişi Fransız düşünür Antonie Destutt de Tracy'dir (1754-1836). İdeolojiyi bir fikir/düşünce bilimi olarak ortaya koymuş, bildiğimiz manadaki bilimler gibi tasarlamaya çalışmıştır. Daha sonraları Karl Marx (1818-1883) da ideolojiyle ilgilenmiş, ideolojiyi egemen sınıfların alt sınıfları kontrol altında tutma aracı olarak kullandığı bir yanlış bilinç ve o yönde oluşturulmuş inançlar kümesi olduğunu savunmuştur. Marx ideolojiyi "camera obscura" yani kamera kutusu metaforuyla açıklamıştır. Kamera kutusu, görüntüyü olduğunun tam tersi şeklinde gösterme özelliğine sahiptir. Marx'tan sonra; Antonio Gramsci (1891-1937), Karl Mannheim (1893-1947),  ve Louis Althusser (1918-1990) de ideolojiye farklı açılardan yaklaşarak incelemişlerdir. Günümüzde ünlü siyaset bilimci Andrew Heywood, "Siyasî İdeolojiler" adlı kitabında ideolojiyle ilişkilendirilen on farklı tanımı şöyle derlemiştir;

1. Siyasi bir inanç sistemi
2. Eylem yönelimli siyasi fikirler kümesi
3. Yönetici sınıfın fikirleri
4. Belli bir sosyal sınıf veya sosyal grubun dünya görüşü
5. Sınıfsal veya sosyal çıkarları dışarı vuran siyasi fikirler
6. Sömürülenler veya baskı altındakiler arasında yanlış bilinci yayan fikirler
7. Bireyi sosyal bir bağlamda konumlandıran ve müşterek aidiyet hissi yaratan fikirler
8. Bir siyasi sistemi veya rejimi meşrulaştırmak üzere, resmi olarak ayrıcalık verilmiş fikirler kümesi
9. Hakikat tekeli iddiasındaki herşeyi kapsayan siyasi öğreti
10. Soyut ve oldukça sistematik nitelikteki siyasi idealler kümesi

Kemalizmin ideoloji olup olmadığı bahsi, şu veya bu sebeple oluşmuş önyargılar bir kenara bırakılıp, bu düşünceler ve tarihsel birikim göz önünde bulundurularak ele alınmalıdır. Bu tanımlardan birisiyle gerçekten eşleştiği takdirde Kemalizm de bir ideoloji olarak ele alınabilir. Tabi ideolojinin günümüzdeki anlamıyla veya sabit ve değişmez fikirler yığını olarak düşünülecek olursa Kemalizmin bir ideoloji olmadığı kesindir. 

Yine bu konuyla ilgili olarak Yakup Kadri'nin Milliyet gazetesinde yazdığı meşhur "doktrin" meselesi son derece açıklayıcıdır;

(...) Bir gün Cumhuriyet Halk Partisi'nin ilkelerini gözden geçiriyordu. O sırada ukalâlık edip demiştim ki: "Paşam, bu her bakımndan bir İnkılâp Partisidir. İnkılâp Partisi ise bir ideolojiye, bir doktrine dayanmaksızın yürüyemez." Yüzüme bir masumun yüzüne bakar gibi bakmış ve gülümseyerek "O zaman donar kalırız" demişti. Atatürk'ün bu sözle ne demek istediğini şimdi her vakitten daha iyi anlıyorum. Açık konuşayım: Atatürk demek istemişti ki "Ben hür düşüncemi ve hür irademi, paslanmış demir kafesler içine hapsedemem. Bu hatayı işlersem milletime ve kendime daima ileriye gitme ve yaratma gücünü kaybettirmiş olurum." (...)

Milliyet, 13 Kasım 1970


Atatürk parti programı ve doktrinle ilgili meseleye Nutuk'ta şu şekilde değinmiştir;

"(...)Yayınladığım programı, bir siyasî parti için yetersiz, kısa bulanlar oldu. "Halk Partisi'nin programı yoktur" dediler. Gerçekten de ilkeler adı altında bilinen programımız, itiraz edenlerin gördükleri ve bildikleri şekilde bir kitap değildi. Fakat temel ilkeleri içine alıyordu ve pratikti. Biz de uygulanması imkânsız düşünceleri, nazarî birtakım ayrıntıları yaldızlayarak bir kitap yazabilirdik. Öyle yapmadık.(...)"

Burada "uygulanması imkânsız düşünceler" ve "nazarî (kuramsal) bir takım ayrıntılar" ifadeleri son derece önemli ve çağın ötesindedir. Zira o uygulaması imkansız fikirler dünyayı kasıp kavurmuş insanlığa cehennemi yaşatmıştır. Atatürk'ün yönetme gücünü elinde bulundurduğu ve dünyada ideolojilerin hüküm sürdüğü devirde bile bu yollara meyletmemesi hiç şüphesiz onun doktrin adamı olmadığını gösterir. Bu meseleyi Şevket Süreyya Aydemir de muhteşem eseri "Tek Adam"ın III. cildinde tüm incelikleriyle işlemiştir.


Atatürk, çağdaşı olan ve günümüze kadar kayda değer bir eseri ulaşmamış olan liderlerin aksine, hedeflediği işleri yapmadan önce değil yaptıktan sonra eserini kaleme almış ve Celal Şengör'ün deyimiyle Nutuk'u adeta bilimsel bir rapor olarak takdim etmiştir. Hayattaki en kesin pusulanın bilim olduğunu, bilimin önemini defaatle belirtmiştir. Bilimle ilgili şu sözleri son derece önemlidir;

"Müterakki, mütemeddin bir millet olarak medeniyet sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu medeniyet sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her ferd-i milletin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur."

1922

"Dünyada herşey için; medeniyet için,  hayat için, muvaffakiyet için en hakik mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir cehalettir dalalettir."

1924

"Şuur;  daima ileriye ve yeniliğe götürür, ric’at kabul etmez bir hasret olduğuna göre, Türkiye Cumhuriyeti halkı ileriye ve yeniliğe uzun adımlarla yürümekte devam edecektir; şuura illettari olmadıkça geri gitmek veya durmak hatıra bile gelemez."

1925

"Ferdler düşünür olmadıkça, hukukunu müdrik bulunmadıkça, kitleler istenilen istikamete herkes tarafından  iyi veya fena her türlü istikamete sevk olunabilirler. Kendini kurtarabilmek için her ferdin mukadderatıyle bizzat alakadar olması lazımdır. Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir müessese elbette sağlam olur. Şüphe yok, her işin başlangıcında aşağıdan yukarıya doğru olmaktan ziyade yukarıdan aşağıya olması zarureti vardır."

1927

"İlerlemek yolunda yapılacak her mühim teşebbüsün kendine göre mühim mahsurları vardır bu mahsurların en az dereceye indirilmesi için tedbir ve teşebbüslerde kusur etmemek lazımdır."

1927

"İnsanların hayatına, faaliyetine hakim olan kuvvet ibda ve icat kabiliyetidir."

1930

"Hürriyetten doğan buhranlar ne kadar büyük olursa olsun hiçbir zaman fazla tashikin temin ettiği sahte güvenlikten daha tehlikeli olamaz."

1930

"Ancak özgürlük sınırsız olamaz. Özellikle, özgürlüğü ortadan kaldıracak hiçbir girişime özgür bir faaliyet alanı tanınamaz. Din ve mezhep hiçbir zaman politikanın aleti olarak kullanılamaz."
1930

Atatürk'ün 1 Kasım 1937 tarihinde yaptığı TBMM V. Dönem III. Yasama Yılı açılış konuşmasında geçen ve başka yerlere çekilmek istenen "gökten indiği sanılan kitaplar" bahsi de yine aynı bağlamda çok önemlidir. Ülke genelinde yapılan önemli işlerin uzun uzadıya anlatıldığı bu konuşmanın sonunda geçen "gökten indiği sanılan kitapların dogmaları" ifadesi kelima anlamı olarak "tartışılamaz, değiştirilemez, sorgulanamaz" önkabullerini taşıyan 'dogma'nın aksine; değişken, eklektik, dinamik bir yapıda olan ve hayatın gerekliliklerine göre şekillenecek olan parti programını tarif etmede kullanılmıştır. Konuşmanın ilgili kısmı şu şekildedir;

"Aziz milletvekilleri,

Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.
Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt; bağrından çıktığımız Türk ulusu ve bir de, uluslar tarihinin bin bir acıklı olay ve sıkıntı ile dolu yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.
Elimizdeki programın ruhu, bizi sadece bir kısım vatandaşlarla ilgilenmekten engeller, biz bütün Türk ulusuna hizmet ederiz. Geçen yıl içinde, parti ile hükümet kuruluşunu birleştirmekle vatandaşlar arasında ayrılık tanımadığımızı fiilen göstermiş olduk. Bu olayın bizim, devlet yönetiminde kabul ettiğimiz, «Kuvvet birdir ve o ulusundur» gerçeğine uygun olduğu ortadadır. Gücün tek kaynağı olan Türk Milletinin seçkin vekillerini, büyük mutlulukla, eğilerek selamlarım."

Genel kanı Kemalizmi bir ideoloji olarak görmezken, Enver Ziya Karal ve Ahmet Taner Kışlalı gibi önemli isimlerin başı çektiği bir grup düşünce insanı da Kemalizmi doktrinsiz bir ideoloji olarak nitelemektedir. Öncesinde de belirttiğim üzere ideoloji denen kavramın tanımına bağlı olarak Kemalizmin bir ideoloji olup olmadığı da değişecektir. Kesin olan bir şey varsa Kemalizmin bir doktrinin ve donmuş, kalıplaşmış fikirlerinin olmadığıdır.

Dergi Hareketleri

1930'lu yıllara gelindiğinde, yapılan ve yapılacak olan yeniliklerin daha iyi kavranması, daha iyi anlatılması için dergi faaliyetleri başlamıştır. Bu faaliyetler sağ düşüncenin kökleşmediği, solun antisi olmak dışında bir düşünce sistematiği kuramadığı ve kendi elitini oluşturamadığı ortamda genellikle sol eksende gelişmişlerdir.


Kadro dergisi 1932-1934 yılları arasında yayınlanmış ve 36 sayı basılabilmiştir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge, İsmail Hüsrev Tökin başlıca yazarlar olmuşlardır. Bu yazarlar içerisinde Yakup Kadri dışındakiler genellikle Marksist kökenlidirler. Recep Peker başta olmak üzere iktidarla yer yer problem yaşadıkları bilinmektedir. Direkt olarak Atatürk tarafından tebrik edildikleri de olmuştur. Kurtuluş Savaşı'ndan itibaren tüm hareketin yani Türk Devrimi'nin kökenleri konusunda partiyle fikir ayrılıkları olmuş; Kadrocular Türk Devrimi'nin tamamiyle köksüz olduğunu savunurken, Atatürk Türk Devrimi'nin Fransız Devrimi'nden ilham aldığını ancak sonraları kendi yolunu çizdiğini belirtmiştir. 1929 Buhranı sonrasında önem kazanan devletçilik ilkesiyle ilgili olarak da yönetimle Kadrocular arasında bir fikir çatışması oluşmuştur. İsmet İnönü dergi için kaleme aldığı bir makalesinde devletçilik üzerinde durmuş ve devletçiliğin şahısların yapamayacağı girişimleri yapmakla sınırlı olduğu tezini işlemiştir. Kadro dergisi daha sonraları Yakup Kadri'nin bir yurtdışı görevine gönderilmesi gibi nazik bir yöntemle kapanmıştır.


Ülkü dergisi 1933-1950 yılları arasında Halkevleri'nin resmi yayın organı olarak yayınlanmıştır. Recep Peker'in ve CHP'li bürokrat grubun çevresinde şekillenen Ülkü'nün, Kadro'nun hareket alanını daraltmak için çıkarıldığı veya desteklendiği zorlama bir çıkarım olmayacaktır. Ülkü, Kemalizmin şekillenmesi ve geliştirilmesi amacıyla çalışmış önemli ölçüde yararı olmuş ancak zaman zaman da haddinden fazla katılaşan bir tavırla ilerlemiştir. Bu tavrı eleştiri malzemesi olarak kullanmak devrim karşıtı çevrelerde hala görülmektedir. Falih Rıfkı'nın eserlerinde sık sık yer verdiği üzere, İtalya ve Almanya ziyaretlerinden sonra tasarladığı bir yönetim programıyla; kendisi, İnönü ve Atatürk'ü olağanüstü yetkileri bölüşmüş bir vaziyette yönetime getirmeyi öngörmüş ve bu teklifi Atatürk'ten geri dönmüş olan Recep Peker, 1936'da Atatürk tarafından genel sekreterlik görevinden alınmış, Atatürk'ün vefatından sonra İnönü tarafından partiden uzaklaştırılmıştır. Ülkü dergisi ise Recep Peker'den sonra da yayın hayatına devam etmiştir.


Yön dergisi çok daha sonraları 1961-1967 yılları arasında yayınlanmış ve önceki dergilerden ilham alarak yayın yapmış ve "sol Kemalizm" olarak adlandırılan akımı geliştirmiştir. Doğan Avcıoğlu'nun (1926-1983) başyazarı ve imtiyaz sahibi olduğu Yön dergisinde; Şevket Süreyya Aydemir, Çetin Altan, Sadun Aren, Mihri Belli, Mümtaz Soysal, Ahmet Taner Kışlalı, Abdi İpekçi, Hasan Cemal, İlhan Selçuk gibi önemli isimler yazmışlardır. Derginin genel çalışması Kemalizm-Sosyalizm sentezi bir akım üretmeye yönelik olmuştur. Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesinde dünyaya gelen Doğan Avcıoğlu, liseye kadarki eğitimini tamamladıktan sonra Fransa'da 4 yıl iktisat ve siyasi bilimler eğitimi aldıktan sonra 1955'te Türkiye'ye dönmüştür. Bu tarih itibariyle çeşitli platformlarda yazılar yazan Avcıoğlu hızla yükselmiş ve Yön dergisini bu ivmeyle kurmuştur. Şevket Süreyya Aydemir gibi değerli bir ismi de bünyesinde barındırdığından Yön, Kadro'dan fazlasıyla etkilenmiş genel manâda onun devamı niteliğinde görülmüştür. Genel olarak; Türkiye'nin 1960'a kadarki ekonomi politikalarını yanlış bulan, Atatürk sonrası CHP'nin devrimcilik ilkesinin gereklerini yerine getirmediğini iddia eden, toprak reformundan toprak ağalarıyla anlaşmaya dönüldüğünü ileri süren Yön dergisi bu bağlamda yayın yapmış ve 1963'teki Talat Aydemir'in başarısız darbe girişiminden sonra mercek altına alınmış ve 1967'de de kapatılmıştır.

Kemalizmin Gelişimi

Kemalizm bir milli kurtuluş refleksi olarak doğduktan sonra, milli zaferin ardından kuruluş refleksi olarak da devreye girmiş, o yönde geliştirilmiştir. Atatürk tarafından 9 Eylül 1923'te kurulan Halk Fırkası, 20 Kasım 1923'te Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni içine almış, 10 Kasım 1924'te Cumhuriyet Halk Fırkası, 1935'te de Cumhuriyet Halk Partisi olmuştur.


İlerleyen zamanlarda tüm milli cemiyetlerin Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kapsamına alındığı Sivas Kongresi I. CHP Kurultayı olarak kabul edilmiştir. CHP'nin II. kurultayı 15 Ekim 1927'de yapılmış, Atatürk meşhur "Büyük Nutuk"u okumuş ve partinin değişmez genel başkanı olarak seçilmiştir. Bu kurultayda; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık ve Laiklik ilkeleri belirlenmiş ve parti tüzüğüne eklenmiştir. CHP'nin III. kurultayı 10 Mayıs 1931 tarihinde yapılmış, bu kurultayda mevcut 4 ilkeye, "Devletçilik" ve "Devrimcilik" ilkeleri ilave edilerek meşhur 6 ilke tamamlanmıştır. 1929 Ekonomik Krizi'nin dünyayı sallaması ve liberalizme olan güveni sarsması ekonomide devletçiliğe olan ilgiyi ön plana çıkarmış bu sebeple de Devletçilik ilkesi parti programına eklenmiştir. Devrimcilik ise bir takım yenilikler yapıp onları muhafaza etmek değil, her daim yenilik yapmak maksadıyla belirlenmiş ve ana ilkeler arasında yerini almıştır. CHP'nin IV. kurultayı 9 Mayıs 1935'te yapılmış, bu kurultayda; "Cumhuriyet Halk Fırkası" ismi "Cumhuriyet Halk Partisi" olarak değiştirilmiş, CHP il başkanlıklarına il valileri getirilmiştir. 1937'de ilkeler anayasaya eklenmiş, anayasada "Türkiye Devleti; Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir." ifadesi yer almıştır.


1935 Programı: Kamâlizm

Bir önceki kongrede çerçevesi netleştirilen ilkelerin, "ana fikirler"in adı 1935'teki IV. Kurultay'da "Kamâlizm" olarak belirlenmiştir. Bu yazım değişikliğinin sebebi dildeki Türkçeleştirme çalışmalarıyla ilgilidir. Bu çalışmalar kapsamında dilde haddinden fazla bulunan Arapça-Farsça etkiler giderilmeye çalışılmış, yazım kurallarında bazı değişikliklere gidilmiştir. Kamâl kelimesinin Türkçede "ordu ve kale" anlamına geldiği de bilinmektedir. Bu konuda genel bilgisizlikten yararlanarak akla hayale gelmeyecek komplo teorileri geliştirenlerin kimlere hizmet ettiği özellikle günümüzde son derece açık ve nettir.

Kemalist İlkeler

Kemalizmin ilkeleri; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik şeklindedir. Kimi yaklaşımlar Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik ve Laiklik ilkelerinin Fransız Devrimi'nden; Devletçilik, Devrimcilik ve Halkçılık ilkelerinin de Rus Devrimi'nden alındığı yönündedir. Ancak bunların bazı şahsi yaklaşım olmaktan öte pek bir ağırlıkları yoktur. Zira örnek vermek gerekirse, ne Kemalizmin laikliği Fransız Devrimi'nin getirdiği anlayışla birebir örtüşür, ne de devletçilik anlayışı Sovyet sosyalizmiyle alakalıdır.


Cumhuriyetçilik

1931 parti programında şu şekilde yer almıştır;

"Fırka, Cumhuriyet'in milli hakimiyet ülküsünü en iyi ve en emin surette temsil ve tatbik eder devlet şekli olduğuna kanidir. Fırka, bu sarsılmaz kanaatle Cumhuriyet'i tehlikeye karşı her vasıta ile müdafaa eder."

Tüm devrimin kökü ve dayanağı durumunda olan cumhuriyetin milli iradeyi en iyi şekilde temsil edip uygulayacağı programda öngörülmüş ve partinin cumhuriyeti koruma uğruna tüm araçları kullanacağı açıkça belirtilmiştir.

Milliyetçilik

1931 yılı parti programında şu şekilde yer almıştır;

"Fırka, ilerleme ve gelişme yolunda ve milletlerarası temas ve münasebetlerde bütün muasır milletlere paralel ve onlarla bir ahenkte yürümekle beraber Türk toplumunun özel karakterlerini ve başlı başına hüviyetini korumayı esas alır."

Osmanlı'nın son zamanlarında ortaya çıkan ve sıklıkla Turancılığa meyleden hayalperest ve sınırları belirli olmayan milliyetçilik anlayışlarının yerini alan ve sonraları "Atatürk milliyetçiliği" olarak anılacak olan bu ilke sınırlarını "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir." şeklinde açık ve net bir biçimde çizmiştir. Parti programında bu varlığın her anlamda korunması vurgulanmıştır.

Halkçılık

1931 yılı parti programında şu şekilde yer almıştır;

"İrade ve hakimiyetin kaynağı millettir. Bu irade ve hakimiyetin, devletin vatandaşa ve vatandaşın devlete karşılıklı vazifelerinin hakkıyla yapılmasını tanzim yolundan kullanılması Fırka'ca büyük esastır. Kanunlar önünde mutlak bir eşitlik kabul eden ve hiçbir ferde, hiçbir aileye, hiçbir sınıfa, hiçbir cemaate imtiyaz tanımayan fertleri halktan ve halkçı olarak kabul ederiz."

Yönetimin meşruiyetini halktan aldığı belirtilmiş, vatandaşla devlet arasındaki karşılıklı sorumluluk ilişkisine dikkat çekilmiş ve toplumdaki adalete, ayrıcalıksızlığa vurgu yapılmıştır. Halk tek sınıf olarak kabul edilerek sosyalist anlayışla bir organik bağ bulunmadığı ortaya konulmuştur.

Devletçilik

1931 yılı parti programında şu şekilde yer almıştır;

"Ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha, memleketi bayındırlığa eriştirmek için milletin genel ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde -bilhassa iktisadi sahada- devleti fiilen alakadar etmek mühim esaslarımızdandır."

Şahsi girişimlerin altından kalkamayacağı işlere devletin öncülük edeceğini öngören bir ilkedir. İsmet İnönü de Kadro dergisindeki Devletçilik konulu makalesinde bu anlamı ön plana çıkarmıştır. Bu ilke de bu şekliyle sosyalizmle bir bağ oluşturmayıp, etatizmden ibarettir.

Laiklik

1931 yılı parti programında şu şekilde yer almıştır;

"Fırka, devlet idaresinde bütün kanunların, nizamların ve usullerin ilim ve fenlerin muasır medeniyete temin ettiği esas ve şekillere ve dünya ihtiyaçlarına göre yapılmasını ve tatbik edilmesini prensip kabul etmiştir. Din anlayışı, vicdani olduğundan, Fırka, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin muasır ilerlemede başlıca muvaffakiyet etkeni görür."

Dini insanın vicdanına bırakmayı öngören bu ilke her türlü din ve dünya işini birbirinden ayırmıştır.

Devrimcilik

1931 yılı parti programında şu şekilde yer almıştır;

"Fırka, milletimizin birçok fedakarlıklarla yaptığı inkılaplardan doğan ve gelişen prensiplere sadık kalmayı ve onları müdafaa etmeyi esas tutar."

Partinin yapılan ve yapılacak olan yeniliklere sadık kalıp, onları devlet olarak koruyacağı belirtilmiştir. Bu ilke hem Devletçilik ilkesiyle beraber sonradan eklendiğinden, hem de kendisi içerik olarak Kemalizmin eklektik, dinamik ve değişime açık olduğunun ispatı niteliğindedir.


Kemalist Devrimler

Kemalizm; siyasal, toplumsal, hukuksal, eğitim ve ekonomi alanlarında çeşitli devrimler yapmış, Osmanlı'dan geriye kalan pek de iç açıcı olmayan mirastan bir ulus devlet türetmiştir.

Siyasal Alanda Yapılan Devrimler;

Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922) 
Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923) 
Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924) 

Toplumsal Alanda Yapılan Devrimler;

Şapka Kanunu (25 Kasım 1925) 
Dini kıyafetlerle dolaşılmasının yasaklanması (3 Aralık 1934)
Tekke ve Zaviyelerin kapatılması (30 Kasım 1925)
Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934)
Kadınlara seçme ve seçilma hakkının verilmesi ( 5 Aralık 1934)

Hukuksal Alanda Yapılan Devrimler; 

Mecelle'nin kaldırılması (1924-1937) 
Türk Medeni Kanunu (17 Şubat 1926) 

Eğitim ve Kültür Alanında Yapılan Devrimler;

Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924)
Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928)
Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1931-1932)
Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933)

Ekonomi Alanında Yapılan Devrimler; 

İzmir İktisat Kongresi (18 Şubat-4 Mart 1923)
Kapitülasyonların Kaldırılması (24 Temmuz 1923) 
İş Bankası’nın Kurulması (1924) 
Aşar Vergisi’nin Kaldırılması (17 Şubat 1925)
Kabotaj Kanunu’nun Çıkarılması (1 Temmuz 1926)
Teşvik-i Sanayi Kanunu (1926)
Tarım-Kredi Kooperatiflerinin Kurulması (1928)
Toprak Reformu (1929)
Birinci 5 Yıllık Kalkınma Planı (1933-1938)

Sürekli doğan ve birbirini besleyen devrimler silsilesi bu şekilde gelişmiştir. Bu devrimlerle ilgili çok şey yazılmış ve söylenmiş çoğu kez temelsiz eleştiriler yapılmıştır. Yapılan değerlendirmelerin bir geçerliliğinin olabilmesi için bu işlerin ne şartlarda ve nereden devralınarak yapıldığının ortaya konması şarttır. Bu şartlar ve devralınan noktanın anlaşılması için, Ahmet Haşim'in, Manisa milletvekili Refik Bey'e yazdığı mektup çok önemli bir belge niteliğindedir. Ahmet Haşim 3 Eylül 1919'da kaleme aldığı bu mektubunda; Anadolu'nun hastalıklarla boğuştuğunu, ekmek mayalayamama sebebiyle insanların karınlarının kurtlarla dolu olduğunu, evlerin leylek yuvasına benzediğini, hala kağnı kullanıldığını, her yörede bulunan bir takım kusuru olan insanların fazlalığının dışbükey bir camla dışarıya bakıyor hissi verdiğini, yokluk ve sefaletin had saffada olduğunu yazmıştır. İstanbul'daki mutlu azınlığı referans alarak devrim eleştirisine girişenlerin bu mektubu okuması şarttır.


Kemalizmin İdeoloğu

"Kemalizmin İdeoloğu" sıfatına çoğu kez Şevket Süreyya Aydemir layık görülmüştür. Yazdığı eserler, yaşadığı dönem ve Kadrocuların içinde en etkili yazarlardan birisi olması şüphesiz onun bu sıfatı hakettiğini doğrulamaktadır. Ancak kastedilen "ideolog" Atatürk'ü fikirleriyle etkilemiş ve olanı anlatmak yerine olacak olan işleri etkisi altında bırakabilmiş kişiyse o zaman başka isimleri irdelemek gerekecektir. Genel algıda tam da buraya oturtulmuş kişi hiç şüphesiz Ziya Gökalp'tir. Atatürk'e izafe edilen "fikir babam Ziya Gökalp'tir" sözü, güvenilir kaynaklardan teyit edilmesi gereken son derece şüpheli bir sözdür. Zira Atatürk gibi; son derece özgün işlere imza atan ve bir fikir sistematiğine bağlı bulunmayan, bir hareketin halefi olmayan, çok farklı kaynaklardan beslenen eşine az rastlanır tarihi bir karakter için tüm varlığını tek bir kişiye bağlayan bir ifade beklemek yerinde olmaz. Kaldı ki; bir Turan birliğinden bahseden Gökalp'in milliyetçilik anlayışıyla, Atatürk'ün ulusçu milliyetçilik anlayışı birbirine son derece uzaktır. Ayrıca Kemalizmin belki de en önemli devrimi olan Harf Devrimi, Osmanlı elifbasından Latin harflerine geçişi sağlamışken, Ziya Gökalp'in Türkler arasında birlik sağlaması sebebiyle Arap harflerinin değişmemesi gerektiğini savunduğu bilinmektedir. Atatürk devrimin ilk yıllarından itibaren laikliği geliştiren yenilikler yapmışken, Ziya Gökalp Türkçülüğün yanında İslamcılıktan da bahsetmekte ve bir Türk-İslam sentezi üzerinde durmaktadır, bu da Ziya Gökalp'in "Atatürk'ün fikir babası" veya "Kemalizmin İdeoloğu" olamayacağının diğer bir önemli emaresi olmuştur.


Tüm bu sebepler elbette ki Ziya Gökalp'in değerini azaltmaz veya onu tarihimizdeki önemli bir düşünür olmaktan geri bırakmaz. Zira kendisi bizleri toplum olarak sosyolojiyle tanıştıran önemli bir entellektüeldir. Ancak bunun ötesinde Kemalist Devrimin de fikrî önderi olduğu bahsi son derece temelsizdir. Bu şekilde bir fikrî öncüden veya ilham veren kişiden bahsedilecek olursa bu isim hiç tartışmasız Yusuf Akçura'dır.

Kısaca tanıtmak gerekirse, 1876'da Kazan'da (Tataristan) dünyaya gelen Akçura; 1892'de Harbiye'ye kabul edilmiş, 1896'da Jön Türk bağlantsı sebebiyle Trablusgarp'a sürülmüş, 1903'te bir dizi maceranın ardından öğrenimini tamamlayıp Kazan'a dönmüş, Kazan'da ünlü "Üç Tarz-ı Siyaset"i yazar ve Türk gazetesine göndermiş, II. Meşrutiyet'in ilanına kadar Rusya'daki Türklerin mücadelesine katkıda bulunmuştur. Daha sonra; Rus Hükümeti Akçura'nın Duma'ya girmesini önlemek için 8 Mart 1906'da hapse atmış, 1907'de Kozan'da hatıralarını kaleme almıştır. Birçok farklı görevde bulunan ve sürekli yazan üreten bir insan olan Akçura 1919 sonlarında İstanbul'da İngilizler tarafından tutuklanmış, serbest kaldığında 1920 Martı'nda Ankara'ya geçerek Milli Mücadele'ye destek vermiştir. Daima Atatürk'ün yakın çevresinde bulunan Akçura Dışişleri Bakanlığı'ndan, İstanbul Üniversitesi'ne, Türk Tarih Kurumu'na kadar pek çok kurumda çalışmış olan Akçura 11 Mart 1935'te Kars milletvekiliyken hayatını kaybetmiştir.

Yusuf Akçura cumhuriyetin ilanından önce yayımladığı bir yazıda "hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ifadesi yer almıştır. "Dokuz Umde", "Halkçlıkı Programı" gibi önemli taslaklarda katkıları olmuştur. Emperyalizm-Feodalizm işbirliğine dikkat çekmiş, Şeyh Said İsyanı'nı o bağlamda incelemiştir. Türk Ocakları'nın kuruluşunda görev alan Akçura ilk misyonu; Türk'e Türklüğü anlatmak olarak belirlemiştir. Fuad Köprülü 1913'te yazdığı bir makalesinde Yusuf Akçura'dan "ülkenin beklediği tarihçilerin en büyüğü olmaya aday" şeklinde bahsetmiştir. Milli ekonomiye atıfta bulunan Akçura, 1919'da o tarihe kadar hiç değinilmemiş olan etatizm (devletçilik) kavramından bahsetmiştir. Bu bağlamda Kemal Şenoğlu'nun "Yusuf Akçura Kemalizmin İdeoloğu" adlı kitabı muhakkak incelenmeli, Niyazi Berkes'in "unutulan adam" olarak değindiği Akçura, muhakkak hatırlanmalıdır.

Maurice Duverger'e Göre Kemalizm

Ünlü Fransız siyaset bilimci Prof. Dr. Maurice Duverger 27 Mayıs 1961'de Le Monde gazetesinde Kemalizmi şu şekilde değerlendirmiştir;

"Mustafa Kemal'in eseri II. Dünya Savaşı'na kadar Türkiye çapında değerlendirildi. Eski bir ülkenin modern bir ulus biçimine dönüştürülmesini tüm dünya takdirle karşılamıştı, II. Dünya Savaşı sonrasında ise Kemalizm uluslararası bir boyut kazanmış ve Moskova ile Pekin'in güdümüne girmeyen Üçüncü Dünya uluslarına örneklik yapmaya başlamıştır. Kemalizm gelişmekte olan ülkeler için komünizmin alternatifi olarak görünmeye başlamıştır. Geri kalmış yada gelişmekte olan ülkelerde liberal sistem doğru dürüst işleyemez. Görünüşte demokrasi olsa da derebeyleri yada geleneksel güçler gerçek iktidarı ellerinde tutarlar. Siyasal demokrasi ancak ekonomik alanda belirli bir gelişme düzeyinden sonra ciddi anlamda işlemeye başlar. Geri kalmış ülkeler, Batı'nın gelişmiş ülkeleri gibi liberalizmin yada kapitalizmin yollarından giderek aynı düzeye gelemezler. Bu nedenle, geri ülkelerde komünizm kolaylıkla benimsenir. Komünizm bu gibi ülkelerde çok rahat devreye girer, ama getirdiği öneriler sistemin gelişmesi için çözüm üretemezler. Geçiş aşamasında politik özgürlüklerin hepsini endüstrileşme uğruna feda etmek fazla gerçekçi bir yol değildir. Bu yol, demokrasiye ulaşabilmek için en kestirme yol değildir. Çünkü diktatörlüğün getirdiği alışkanlıklar bir kez toplumun içine yerleşti mi, bunları söküp atmak, Batı'nın kapitalist rejimi kadar güçleşir. Sert ve haşin yöntemlerin toplumsal yada ekonomik verimliliğin artmasına yardımcı olduğu da ileri sürülemez. Aşırı derecede planlı ve merkezi ekonominin yol açacağı zarar ve hatalar kadar büyük olacaktır.

Bu durumun farkına varan gelişmekte olan ülkeler, Kemalizmin karma ekonomi sistemine yönelmektedirler. Atatürk;'ün denemesi 20. yüzyılda bu gibi ülkelere yön göstermektedir. Kemalist sistem başta demokratik değildi, ama totaliter de değildi, cumhuriyetçi ve liberal yaklaşımlarıyla belirli eğilimlere hoşgörü gösteriyordu.  Tek parti rejimi her fırsatta çok partili rejime dönüştürülmeye çalışılıyordu. Asıl amaç, Batılı anlamda çok partili bir rejimi kurmaktı. Mustafa Kemal'in iki kez çok partili rejimi denemeye çalışmasına rağmen başarılı olamaması, cumhuriyet rejiminin geleceğini güvence altına alabilecek koşulların gelişmemiş olmasındandı. Bu özellikleri ile Kemalizm tüm gelişmekte olan ülkeler için komünizmin ötesinde yeni bir seçenek olarak ortaya çıkıyordu."


Bu yazıyla Maruice Duverger, Kemalizmin kendi ülke sınırlarını aşan bir ilhamından bahsetmiş ve karma ekonomi modelinin gelişmekte olan ülkelerce tercih edildiğinde olumlu sonuçlar elde edileceğine ve iki ucun dışında bağımsızlığa giden yolda önemli bir anlayış olduğuna işaret etmiştir. Gerçekten de Kemalizm çevresini okumayı bilen, bağımsızlığını kazanmak isteyen az gelişmiş ülkeler için bir ilham kaynağı durumundadır. Bu ilham kaynağı öyledir ki, bir milli zafer sonrası kutsallarının "Aziz"lerinin portre ve heykellerinin dört bir yana saçıldığı, "ithal devrim" havasının hakim olduğu durumların aksine, o ülkelere sadece başlangıç noktaları ve temel prensipler olarak örnek alınıp kendi milli devrimlerini gerçekleştirme imkanı verir.

Graham Fuller'e Göre Kemalizm

CIA Türkiye masası eski Şefi Graham Fuller, 2008 yılında basılan "Yeni Türkiye Cumhuriyeti" adlı kitabında bir dizi tarih incelemesi ve güya önerilerde bulunmuştur. Kitapta "Kemalist Deneyim" adlı kısımda yazılanlar bizi çok düşünen(!) bir CIA şefinin yakın tarihimizle ilgili saptamalarıdır. Genel olarak; Atatürk'ün din adamlarını tasfiye ettiğini, dilin Arapça-Farsça kelimelerden arındırıldığını, Latin alfabesine geçilerek Osmanlı külliyatına erişimin önüne geçildiğini, Batı'dan alınan yasaların İslam Hukuku'nu atıl bıraktığını, hilafetin kaldırılmasıyla Türkiye ve İslam dünyası arasındaki ilişkilerin kötü etkilendiğini, bunun yerine ılımlı bir halifenin bulunabileceğini, Araplar ve Türklerin son yüzyılda ayrı ayrı milliyeyçiliği izleyerek düşman olduklarını,  yazmış ve bu tezleri güçlendirmeye yarayacak örnekleri sıralamaya çalışmıştır. Yazılanlar ya eksik, ya çarpıtılmış yada uydurulmuştur.


Atatürk liyakat ve ehliyet esaslı bir düzen oluşturmaya çalışmış bu bağlamda bir kesim kasıtlı olarak saf dışı bırakılmayıp, yapılacak yeniliklere, devrime katkıda bulunabilecek potansiyeldeki insanlar görevlendirilmiştir. Dilin ağdalı kelimelerden arındırılıp her kesimden yurttaşın birbiriyle rahatça anlaşabilmesi sağlanmıştır. Latin alfabesine geçmek; hem diğer tüm devrimleri garanti altına almak, hem de eğitimin en başı olan okuma-yazmayı öğrenmede kolaylık sağlayarak daha rahat ve kaliteli bir eğitime geçişi getirmiştir. İlgili kişiler -belki de geçmişte olduğu kadar- günümüzde de eski yazıyı okuyup anlayıp eski kaynakları inceleyebilmektedirler. Ayrıca, velev ki Osmanlı külliyatına erişimimiz kesildi, bir CIA Şefi'ni bu neden ve nasıl ilgilendirir? Bu sorunun cevabı son derece önemlidir çünkü yapılan tüm önemli devrimleri, son yıllarda hep bu gibi olmayacak düşüncelerle kıskaca alan çevreler Kemalizmi açık hedef haline getirerek zorlama bir; "geçmişle hesaplaşma", "tarihle yüzleşme", "konuşulamayanları konuşma" furyası başlatmışlardır ki bu daima cumhuriyete ve tüm devrimlere zarar vermekten başka bir şey getirmeyecektir.

Gülen Grubu'na da kitabın pek çok yerinde övgüyle yaklaşan ve o grubun Kemalistlerle olan çatışmasını bir mağduriyet edebiyatı olarak ele alan Fuller, radikal İslam tehlikesine karşı atıfta bulundukça, ılımlı ve desteklenmesi gereken bir hareket olarak "Gülenizm"i işaret etmiştir. Bunun zaten tüm niyeti gözler önüne serdiğini, bu konuda bunun üzerine bir şey yazmanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. Tarih Kemalistlerin başından beri mücadele ettiği Gülen ve onun destekçisi CIA orjinli bu yapıyı bir terör örgütü olarak saptamış ve Kemalistlerin haklılığı gün gibi aydınlanmıştır.

Kemalizm ve Sosyal Demokrasi

Sosyal Demokrasi, liberalizmden ve sosyalizmden yararlanılarak türetilmiştir. Bazılarının zannettiği üzere yakın zamanlarda sosyalizmin düşüşüyle bir değişim/dönüşüm olarak meydana gelmemiş, sosyalizm ve diğer ideolojilerin de paralelinde, kendi oluşum ve gelişim sürecini uzun dönemlerde müstakil olarak gerçekleştirmiştir. Kemalizm ve Sosyal Demokrasi'nin ilişkisiyle ilgili olarak Emre Kongar'ın da bir makalesinde belirttiği üzere farklı üç düşünce mevcuttur. Birincisi; Sosyal Demokrasi'ye inanıp Kemalizmi reddeden görüştür. İkincisi; 21. y.y.'a da Türkiye'yi Kemalizmin taşıyacağını savunan görüştür. Üçüncüsü; Sosyal Demokrasi'nin köklerinden birisinin Kemalizmin olduğunu ileri süren görüştür.


Günümüzün siyasi ve toplumsal ihtiyaçları her ne şekilde ele alınıyorsa, onun Kemalizmin prensipleriyle doğal bir sentezinin yapılarak geliştirilmesi bize fayda sağlayacaktır. Kemalizmde unutulmaması ve odaklanılması gereken husus eskiye dönmeye çalışmak değil, her daim ileri gitmeye çalışmaktır. Bunun yanı sıra, bu enlem ve boylamda bu topraklar üzerinde, bu düzen dahilinde bulunduğumuz ve bu tarihe mensup olarak hayatta bulunduğumuz müddetçe, temelden değiştirmeyip sadece geliştirmemiz gereken prensipleri iyi kavramamız çok mühimdir. İşte bu prensipler sadece bu ülkenin mensubu olmayla alakalı olarak temel teşkil edip, sonrasında üzerine farklı dünya görüşleri bina edilebilir genişliktedir.

Tüm bunlardan habersiz şekilde Sosyal Demokrasi ve Kemalizmi tamamen ayrı tutarak kökten bir değişimi ve hatta "hesaplaşma"yı öngören düşüncelerin uygulamaları, yakın siyasi tarihimizden ders alacağımız üzere bir takım siyasi depremleri ve kalıcı hasarları beraberinde getirecektir.

Günümüzde sürekli varlığına ve işlerliğine daima ihtiyaç duyulan; "Laik, Demokratik, Sosyal, Hukuk Devleti" tanımının arka planında 1937 yılında anayasada yapılan  "Türkiye Cumhuriyeti Cumhuriyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçıdır" değişikliği bulunmaktadır.


SONUÇ

Çok uzun yıllar süren kötü gidişatı yok olmanın eşiğindeyken tersine çeviren ve zaferden sonra peşi sıra yenilikler yapan, "ama"sız ve "fakat"sız bağımsızlığı ve medenî yaşam standartlarını temin etmek için didinen Kemalizmi gerçekten kavramak zorundayız. Hem de bunu yaparken bir takım millî duyguların sarhoşluğunda gerçekçiliğimizi yitirmeyip, son derece titiz davranmalıyız. Bizler "Kemalizm" ve "Kemalist" kelimelerini kullanmaktan dahi imtina ederken, bir yerlerde birleşen farklı uçlar, nasıl ve ne şekilde saldırı halindeler bunu görmeliyiz. Kimliğini dahi gizleme gereği duymayan bir CIA Şefi'ne yapılan devrimler ve millîleşmemiz niye dert olur, bunu düşünmeliyiz. Hele ki aynı Şef, devletimiz ve millî ordumuza en büyük zararı veren terör örgütüyle bilfiil bağlantılı durumdaysa, iki kere de değil, çok kere düşünmeliyiz!

Yararlandığım kaynak ve bağlantılar;

NUTUK/ Mustafa Kemal ATATÜRK
Söylev ve Demeçler/ Mustafa Kemal ATATÜRK
Çankaya/ Falih Rıfkı Atay
atam.gov.tr/dergi/sayi-77/kemalizmin-dusunsel-temelleri-ve-tarihsel-olusumu
Atatürkçülük Nedir?/ Falih Rıfkı Atay
İttihat Terakki ve JÖNTÜRKLER/ Kaynak Yayınları
Atatürk'ün CHP Program ve Tüzükleri/ Doğu Perinçek
Tek Adam c. 3/Şevket Süreyya Aydemir
Atatürk/ Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Üç Tarz-ı Siyaset/ Yusuf Akçura
Hatıralarım/ Yusuf Akçura
Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak/ Ziya Gökalp
Kemalizmin İdeoloğu/ Kemal Şenoğlu
Atatürk ve Devrim/ Enver Ziya Karal
Yeni Türkiye Cumhuriyeti/ Graham E. Fuller
100 Soruda Kemalizm/ Anıl Çeçen
Siyasî İdeolojiler/ Andrew Heywood
tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&kelime=%C4%B0DEOLOJ%C4%B0
İdeoloji: Bir Kavramın İzinde/ Fatih Yaşlı
ydemokrat.blogspot.com
gazetearsivi.milliyet.com.tr
kongar.org/makaleler/mak_ke.php