8 Aralık 2017 Cuma

Kemalizm'in Dayanılmaz Haklılığı



Atatürkçülük mü Kemalizm mi?

Bundan önce de birkaç kere Atatürkçülük yerine daha doğru ifadenin neden Kemalizm olduğunu açıklamaya çalışmıştım. Atatürkçülükten bahsedilebilecek en erken tarih doğal olarak Atatürk’ün soyadını aldığı 1934 yılıdır ki, bu yıla gelinene kadar da zaten devrimler büyük ölçüde gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Atatürkçülük tanımının 1950’li yıllardan itibaren ortaya çıktığını görüyoruz. Merhum Ahmet Taner Kışlalı eserlerinde iki sebepten ötürü doğru tanımlamanın Kemalizm olduğunu belirtiyor. İlkini 19 Mayıs 1919'dan itibaren millî örgütlenmenin tüm dünyaca "Kemalistler" olarak adlandırılması; ikincisini ise Atatürkçülük deyiminin askerî darbelere meşruiyet kazandırmada paravan olarak kullanıldığından yıpratılmış olması ve Kemalizm'in ana kimliği olan anti-emperyalizmden soyutlanarak "NATO'cu" bir anlayışa büründürülmesi olarak ifade ediyor. Buna benzer bir eleştiriyi Nadir Nadi'nin Ben Atatürkçü Değilim kitabında da açıkça görmek mümkündür. Günümüzden bir bakışla artık ikinci tezin pek de bir geçerliliği kalmadığını, nasıl olduysa tersyüz edildiğini görür gibi oluyoruz; yani insanların bir kısmı (açıkça söylemek gerekirse pek de bilgi sahibi olmayanları) Kemalizm'i radikal, katı, müdahaleci görürken, Atatürkçülüğü ise daha ılımlı ve akılcı görüyorlar. Sonuç olarak bakıldığında Atatürkçülük ve Kemalizm ifadelerinin ikisinin de kullanılmasında bir sakınca olmadığını, ancak bu iki ifade arasında bir mukayese yapıldığı zaman bu gibi küçük hatırlatma/bilgilendirmelere ihtiyaç duyacağımızı peşinen söylemek isterim.

Kemalizm bir ideoloji midir?

İdeoloji kavramı ortaya çıktığından itibaren birbirinden farklı anlamlar ve yaklaşımların eksenine girmiştir. Her dönemde ideolojiye dair nitelemelerin olumlu ve olumsuz olarak değiştiğini görmek mümkündür. Günümüzde ideoloji pek sevimli bir kavram olarak görünmüyor ve "ideolojiyle ilintili olan", "ideolojik olan" şeylerin peşinen yanlış-yanıltıcı-güdümlü-eksik olduğu düşünülüyor. Tüm bu düşüncelerin de doğruluğu, yanlışlığı, arka planı "ideoloji" ana başlığında detaylıca tartışılabilir. Kemalizm'in bir ideoloji olup olmadığı meselesinde ise başından itibaren Anadolu'yu örgütleyerek millî bir duruşu ve yeniden yapılanmayı sağlamış, yeni devleti kurmuş bu millî refleksin bir ideoloji olarak kabul edilmemesi gerektiği kanaatindeyim. Dediğim gibi ideoloji kavramına dönem dönem farklı yaklaşımlarda bulunulmuş, geçmişte ideolojinin varlığı ve gerekliliği çerçevesinde Kemalizm'in de bir ideoloji olduğunu samimi olarak savunan önemli düşünce insanları olmuş olabilir. Ancak hem günümüzdeki negatif algıyla, hem de yine günümüzden bir bakışla Kemalizm'i bir ideoloji olarak kabul etmenin getireceği anlayışla diğer ideolojilerin her birinin Kemalizm'e alternatif, onun yerini doldurabilir birer farklı yol olarak sunulması kaçınılmaz olacaktır. Bu sebeplerin haricinde yapısal olarak da özellikle dogma ve doktrin içermediğinden teknik olarak Kemalizm'in bir ideoloji olmadığı kuvvetli bir argümandır. CHP’yi kastederek “Paşam bu partinin bir doktrini yok” diyen Yakup Kadri, Atatürk’ten açıkça “doktrine gidersek donar kalırız” cevabını almıştır.  Kemalizm hiçbir siyasî farklılık gözetmeden,  manipüle edilmemiş her düşünceden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bir temel düşünce zeminidir ve öyle de kalmalıdır.

Kemalist Aydınların Öngörüleri

Günümüze kadar defalarca haklı çıkan Kemalistlerin bu haklılığının hâlâ yeteri kadar anlaşılmadığına veya vurgulanmadığına hayretle ve üzülerek tanıklık ediyorum. İçerisine düştüğümüz her türlü kötülük sarmalını on yıllar önce deşifre eden, hiçbir şahsî ikbal gözetmeyen, satın alınamayan, dik duruşundan ve ilkeliliğinden asla taviz vermeyen ve çoğu da vatanseverliğinin bedelini canıyla ödeyen Atatürkçü-Kemalist aydınlar sanki bu ülkede hiç yaşamamış gibi falanca tarihten sonra ahmaklığı kafasına dank edenleri gördükçe şaşırıyorum.


Uğur Mumcu'nun Cumhuriyet gazetesinde yazdığı, 22 Ocak 1993 tarihli köşe yazısının bir kısmı;

TBMM Milli Eğitim Komisyonu, harp okullarına giriş koşullarını düzenleyen yasa tasarısını görüşürken verilen bir değişiklik önergesi ile imam-hatip okullarını bitirenlerin harp okullarına girişlerine engel olan madde değiştirilmiş.
...
Bu uzun vadeli eğitim ve bürokratik yerleşim projesini kimler planlıyor?
1973 yılında çıkarılan Milli Eğitim Temel Yasası'nın 31.maddesi, liseleri bitirenlerin ancak "yetiştirildikleri yönde" yüksek öğrenim yapacakları ilkesini getirmişti.
...
Hukuk fakültelerini bitirip savcı ve yargıç, hukuk ve siyasal bilgiler fakültelerini bitirip polis müdürü ve kaymakam oluyorlar.
Yarın ya da öbür gün vali de olacaklar...
...
Eskiler, "Camiye, kışlaya, mektebe siyaset sokulmaz" derlerdi.
Bu yasa tasarısı TBMM'den geçerse camilere ve okullara sokulan dinsel siyaset, kışlalara da sokulmuş olacak.
Türkiye'de son yıllarda siyaset, ticaret ile tarikatlarla iç içe gelişiyor. 
Dinsel siyaset, 12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra parasal kaynağa da kavuşarak devlet içinde de köşe başlarını tuttu. Ellerinde yayın organları, yayınevleri, televizyon kanalları ve arkalarında da her gün bu gazetelere reklamlar veren Suudi kökenli islam bankerleri var.
1983 yılında Milli Eğitim Temel Yasası'nı değiştirdiler, bugün Harp Okulu Yasası'nı... "İmam-hatiplilerin harp okullarına girmelerini isteyen" Atatürk'ün partisi CHP'nin Genel Sekreteri başta olmak üzere bu uğurda çaba gösterenler doğrusu büyük başarı elde ettiler.
-Yaşa var ol Harbiye/Selamünaleyküm sivil toplum Maşallah ikinci cumhuriyet/ Ruhuna el fatiha laiklik... 1


Uğur Mumcu Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun önemine atıfta bulunduğu ve kışlaya siyasetin sokulmakta olduğunu açıkça duyurduğu bu yazıyı kaleme aldıktan sadece iki gün sonra (24 Ocak 1993) arabasına yerleştirilen bombanın patlamasıyla hayatını kaybetti. Kışlaya siyaset sokulmasının, siyasî bir takım emelleri olan odakların orduda yapılanmalarının ne denli tehlikeli olabileceğini yıllar sonra çok daha iyi anladık.


Ahmet Taner Kışlalı'nın Cumhuriyet gazetesinde yazdığı, 17 Ekim 1999 tarihli köşe yazısının bir kısmı;

...
Öte yanda Fethullah Gülen.
Son yıllarda, kamu önünde ağzından tek bir cumhuriyet karşıtı söz çıkmamış. Devlet büyükleriyle iyi ilişkiler kurmuş. Ordu dışında hemen tüm önemli kurumlarda önemli ''mevziler'' elde etmiş. ABD'nin ''etkin'' desteğini sağlamış.
Görünüşte Atatürk'e ve cumhuriyete saygılı ama tüm eğitim ağı ile, cumhuriyetin temellerini ağır ağır kemiriyor. Amacına ürkütmeden, acıtmadan ulaşma yöntemini seçmiş.
Kutlular ve Gülen.
İkisi de Nurcu.. İnançları ve amaçları aynı, yöntemleri ayrı.
Hangisini seçersiniz?.. Kırk katırı mı, kırk satırı mı?
Hakkındaki bilgilerimiz arttıkça, Sayın Gülen beni korkutuyor. Bay Kutlular'a ise gönülden teşekkür etmek istiyorum.
En körlerin bile gözünü açmak konusundaki katkıları için!
Tanrı'nın kullandıkları ile Tanrı'yı kullananları daha iyi ayırmamızı kolaylaştırdığı için!
...2

Ahmet Taner Kışlalı, "Fethullah Gülen" tehlikesinden açıkça bahsettiği bu yazısını kaleme aldıktan sadece 4 gün sonra (21 Ekim 1999) bir bombalı paketin patlamasıyla öldürüldü. 


Necip Hablemitoğlu'nun Fethullahçı Terör Örgütünü anlattığı KÖSTEBEK isimli kitabının önsözünden bir kesit;

Fethullahçılar, Türkiye’de Mevleviler, Bektaşiler, Cerrahiler gibi salt dinsel inancını yaşamaya çalışan bir cemaat değildir. Uluslararası alanda at koşturan, son derecede tehlikeli bağlantılarıyla, ekonomik kaynakları ve eğitim kurumlarıyla, Türkiye’nin yüzyüze olduğu en tehlikeli tehdit odağıdır. Örgütlenme modeli itibariyle Türkiye’de bir eşi yoktur; örgütlenme modeli olarak, tamamı C.I.A. denetimindeki Moon, Falun-Gong, Scientology gibi tarikatlarla benzeşmektedir. Fethullahçılar, mevcut ekonomik kaynaklarını, yapılabilecek en akılcı ve en değerli alana, eğitim yatırımına tahsis ettiklerinden, diğer şeriatçı yapılanmalara kıyasla, ülkemizin sadece bugününü değil, daha çok geleceğini tehdit etmektedirler. İşte bu yasadışı yapılanmanın, eğitimin yanısıra, en az onun kadar önemli olan istihbarat alanına yönelmesinde, birtakım stratejik gerekçeler rol oynamaktadır: 

1. Tüm dünyanın pekçok merkezinde uygulanmakta olan terörist ve de köktendinci ideolojik yaklaşımların yaptığı gibi, devlete ya da yabancı devletlere karşı silahlı mücadele vererek hedefe varmanın mümkün olmadığını en kavrayan dinsel organize suç örgütü, Fethullahçılardır. Mevcut sistemi yıkmak yerine, takiyyeyi ön plana çıkararak, devlet yapısıyla çatışmayacak bir örgütlenmeyle, zaman içinde devletin stratejik kurum ve kuruluşların içine sızmak ve ele geçirmek, bu yasadışı yapılanmanın “ılımlı” görüntüsünün altındaki en önemli neden ve etkendir. 

2. Fethullahçılar, istihbarat birimlerine sızmakla, kendilerine gelebilecek her türlü operasyonu önceden haber alma, önleme ve de karşı operasyonu başlatma olanağına sahip olmaktadırlar. Bu durum, onlara sadece savunma değil, saldırı olanağı da sağlamaktadır. 

3. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızmakta zorlanan ama buna rağmen yılmaksızın girişimlerini sürdüren Fethullahçılar, istihbarat birimlerindeki kadrolarını, alternatif Silahlı Kuvvetler olarak algılamaktadırlar. Bu durum, onların kendilerini güvende hissetmelerine yol açmaktadır. Nitekim, emniyet mensubu Fethullahçıların toplanma ve eğitim merkezlerine “ışık kışlaları”, emniyet içindeki kadrolarına da genel bir ifadeyle “ışık orduları” denilmektedir. Fethullahçıların emniyet içindeki kadroları, T.S.K.’ne karşı “denge” sağlama çabalarının bir sonucudur. Devletin ele geçirildiği, sistemin bütünüyle değiştirildiği, “Çin Seddi’ne otağ kurulduğu” en son aşamada, alternatif silahlı kuvvetlerin T.S.K.’ne karşı kullanılması olasılığından, moral anlamda sıkça söz edilmektedir. 

4. Fethullahçılar, Türkiye’nin tek özel istihbarat örgütüne sahiptirler. Devletin istihbarat birimlerinin tüm olanaklarını kullanan; gizli bilgilerin tamamını elde eden bu yasadışı örgüt, gerek kendi “hasım”ları ve gerekse, hedef siyasiler, gazeteciler, mafya babaları, bürokratlar, akademisyenler, askerler ve diğer önemli meslek mensuplarının “açıklarını” içeren, şantaj malzemesi olarak kullanılabilecek her türlü görsel ve işitsel bant kayıtlarından, bu kayıtlara ait çözümlerden, fotoğraflardan her türlü resmi belgeye, hatta kişisel anekdotlara kadar herşeyi içeren bir arşive de sahip bulunmaktadırlar. Parayla satın alamadıklarına, hatta korkutamadıkları “hasım”larına karşı, çarpıtılmış, fabrikasyon bilgi ve belge tanzimi de, bu örgütün ilgi ve uzmanlık alanı içindedir. Aynı şekilde, Fethullahçılar, kendi şirketlerine rakip şirketleri bertaraf etmek için bu özel istihbarat örgütünü kullanmaktadırlar. Bunun için daha çok, “kaçakçılık” duyumları çerçevesinde şirket merkezlerine yapılan aramaların yıkıcı etkisinden söz edilmektedir. Aynı taktik, “hasım” vakıf, dernek ve şahıslar için de uygulanmaktadır. Bu örgütün servis hizmetlerinden kimi siyasilerin sıkça yararlandığı yolunda duyumlar alınmaktadır. Özel istihbarat örgütü sayesinde, radikal sosyalist partilerin dışında, seçim barajını aşma olasılığı kuvvetli olan tüm siyasal partilerde, Fethullahçıların aday gösterme gücünün sözkonusu olduğu bilinmektedir. Bu örgüt 3 aynı zamanda, “hasım”ların enterne edilmesi, etkisizleştirilmesi ya da tasfiyesi; yandaşların ise önemli yerlere getirilmesinde işlevsel rol oynamaktadır.3

Necip Hablemitoğlu kitabın bütününde detaylı olarak deşifre ettiği ve muhakkak devlet tarafından dağıtılmasının şart olduğunu belirttiği Fethullahçı Terör Örgütü'yle ilgili önsözde genel olarak 4 maddede bir açıklamada bulunuyor. 3. maddede özellikle tarihî haklılıkta zirveyi yakalamış bilgiler göze çarpıyor. Bilindiği üzere Hablemitoğlu 18 Aralık 2002'de evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü ve öldüğünde bu kitabı taslak halindeydi.


Türkan Saylan'ın 19 Haziran 1999 tarihli Siyaset Meydanı programındaki  Fethullahçılarla ilgili konuşmasının bir kısmı;

(...)Birazcık belki abartılı olacak ama bir zamanlar Rusya'daki Rasputin'in davranışlarıyla paralellik görüyorum bu işin içinde, bir yerlere hakim olmak, hani birileri geliyor dünyayı fethediyor sonra bir anda boşalıyor olay, böyle bir sonuç bekliyorum. Yani bir yerde bu işin bir balon gibi sönmesini bekliyorum. Çünkü bir sürü mağdur insan var ortada, hiç kimse konuşamıyor, herkes tehdit altında. Buradaki konuşmamızdan sonra bizim başımıza ne gelecek onu da bilemiyorum.(...)4

Türkan Saylan bu tarihî ağırlığı olan tespitleri yaptıktan 10 yıl kadar sonra 2009 Nisan'ında yorgun ve bitap düşmüş bir kanser hastasıyken FETÖ polislerince evi arandı. En çok morale ihtiyacı olduğu dönemde insanlığa çok büyük katkıları olmuş bu büyük insan yıpratıldı. Direkt olarak olmasa da dolaylı yoldan FETÖ tarafından öldürülen Kemalist bir Türk aydını olarak 18 Mayıs'ta hayata veda etti.

İlhan Selçuk'un Cumhuriyet gazetesinde yazdığı, 21 Haziran 2009 tarihli köşe yazısının bir kısmı;
...
Fethullah Gülen bilindiği gibi Amerika’da yaşıyor...
Nakşi tarikatının Saidi Nursi kolundan sözüm ona din adamı...
TV’lere çıkıp nutuk atıyor..
Başında takkesi..
Türk ulusu neredeyse F cemaatine dönüşecek...
Bütün kilit noktaları tek tek ulusun elinden gidiyor...
Devlette artık yasal ve demokratik tarafsızlık sizlere ömür...
‘Cemaatçi hiyerarşi’ devletteki ‘bürokratik hiyerarşi’nin yerini aldı alacak...
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nde ulus ya da halk cemaate mi dönüşecek?..
Geçen gün TV’de nutuk atan Feto’ya baktım, zamanlama hesabında başarıya doğru yürüdüğüne inanıyor...
Peki, Atatürk’ten Fethullah’a mı geldik?..
Ata’dan Feto’ya...
Bu gidişle Feto yakında Atatürk’ün yerine geçer mi?..
Geçerse, biz de yerin dibine geçer miyiz?..
...5

Hayatı boyunca cumhuriyet adına mücadele veren çok ileri yaşlarda dahi FETÖ savcıları ve polislerince rahatsız edilen İlhan Selçuk'un ölümünden tam 1 yıl önce yazmış olduğu bu yazısında da yaklaşan tehlikeye ve FETÖ'nün devlette önemli yerleri eli geçirdiğine dair uyarısını görüyoruz.


Yaşar Nuri Öztürk'ün 2008 yılında basılan meşhur Allah ile Aldatmak kitabında, "Allah ile Aldatmanın Sivil Destek Kuruluşları" başlığında dökümünü paylaştığı ilgili kuruluşlar;

Milli Görüş Örgütü:
37 yayın, 330 dernek, 33 vakıf, 8 dershane, 48 şirket

Fethullahçılar:
16 yayın, 23 dernek, 220 vakıf, 24 pansiyon, 570 dershane ve okul, 96 şirket

Süleymancılar:
6 yayın, 2100 dernek, 14 vakıf, 1750 pansiyon ve kurs, 28 şirket

Şiddetçi-radikal örgütler:
89 yayın, 95 dernek, 19 vakıf

Muhtelif dinci gruplar:
100 küsur yayın, 100 küsur dernek, 50 küsur vakıf, muhtelif pansiyonlar ve kurslar

Toplamda:
170 yayın, 2570 dernek, 316 vakıf, 1780 pansiyon ve kurs, 580 dershane ve okul, yaklaşık 180 şirket6

Dinin dünyevî olarak her türlü güç elde etmede bir araç olarak kullanılmasına karşı mücadele veren ve daima laiklik hassasiyeti taşıyan ve 22 Haziran 2016 tarihinde aramızdan ayrılan büyük düşünce insanı Yaşar Nuri Öztürk. Bu sayıların 2003'teki sayılar olduğunu ve doğal olarak katlanarak arttığını belirtmekle birlikte, ilerleyen sayfada bu kuruluş toplamının, TSK gibi son derece etkili bir güçten mahrum bırakılmış Türkiye Cumhuriyeti'ne baskın bir güç olacağını, TSK'ya yapılan saldırıların da bu bağlamda bir anlam taşıdığını ifade ediyor. Biz de bugün artık, o günlerde Ergenekon-Balyoz gibi kurmaca davalarla olağanüstü tasfiyelerin yapıldığı TSK kadrolarına kimlerin yükseldiği ve gerçekten hangi amaca hizmet ettiklerini özellikle 15 Temmuz 2016 tarihinden itibaren, bir çıkarımdan, tespitten ziyade kesin olarak anlamış bulunuyoruz.


CHP Tunceli milletvekili Kamer Genç'in 2009 yılının Haziran ayında yaptığı meclis konuşmasının bir kısmı;

(...)Şimdi bu Fethullah Gülen‘i bir gün bu Meclis’te açalım. Kimdir bu arkadaşımız? Ne yapmak istiyor? Türkiye’de bunun sermayesi nereden geliyor? Acaba Türkiye’deki rejimdeki rolü nedir? Bunları araştıralım. Niye buna çekiniyorsunuz? Yarın bunu en büyük zararını siz çekeceksiniz, ben çekmem. Benim düşüncelerim belli. Araştıralım, Türkiye için çok büyük bir tehlike haline gelmiş(...)7

22 Ocak 2016'da aramızdan ayrılan Kamer Genç'in o zamanlar belki de; tahammülsüzlük, baskıcılık, önyargılılık olarak eleştirilen ve yıllar sonra haklılığı acı bir şekilde tescillenen sözlerinden bir kesit.

Tüm bu öngörüler tarihî ağırlık ve haklılıklarıyla yakın geçmişimizde yerlerini aldılar. Şüphesiz bu liste çok daha genişletilebilir, ancak bir durum değerlendirmesi yapmak ve yakın geçmişten günümüze şöyle bir bakmak için bu kadarı yeterlidir diye düşünüyorum. Bu büyük şahsiyetlerin bir kısmı bu ve buna benzer öngörülerinin bedelini canlarıyla ödediler. Hem de her biri kendinden önceki cinayetleri görerek. Bu şekilde cinayet veya diğer maddî-manevî yaptırımlarla etkisizleştirilen Kemalist aydınların yerine; seçkin(!), özgürlükçü(!), entellektüel(!), aydın(!) yeni bir güruh getirildi. Bu güruh da bizlere yıllarca Fethullahçıların her yeri işgal etmesini, devrimlerin törpülenmek istenmesini, devletin en güçlü kurumlarının yıpratılmasını, yargının, emniyetin ve ordunun içten kuşatılmasını ve ülkemizi her türlü temelden dinamitleme projelerini; özgürlük, insan hakları, sivilleşme vesaire diye yutturmaya çalıştı. Bugün ise bu güruhun bayraktarlarının ya cezaevinde bulunduğunu, ya yurtdışına kaçtığını yada yaptıkları türlü rezilliklerle haklı olarak toplumsal lince maruz kaldıklarını görüyoruz.

Kemalizm Karşıtı Sunî Aydınlardan Seçmeler
Habertürk kanalında yayınlanan Fatih Altaylı'nın meşhur Teke Tek adlı programının 11 Ağustos 2008 tarihindeki konukları, Tuncay Özkan ve Sevan Nişanyan idiler. Nişanyan, bilindiği üzere Yanlış Cumhuriyet adlı kitabın da yazarı olarak, diğer pek çok yerde de olduğu gibi Tuncay Özkan'a karşı tüm yayın boyunca; Cumhuriyet Mitingleri'nin gizli odaklarca desteklendiğini, Ergenekon davasının son derece haklı, gerekli ve isabetli bir dava olduğunu savunuyor. O yayında istisnasız savunduğu her şey ile ilgili yanıldığını yıllar içerisinde anladığımız Sevan Nişanyan. Savunduğu Ergenekon davası kapsamında, hiçbir zorunluluğu yokken dünyanın öbür ucundaki görevinden çağırıldığı ifadeye gelip tutuklanan subaylarımızın aksine bir hapishane kaçağı olarak şuanda yurtdışında bulunuyor ve bu şekilde yurtdışında bulunur vaziyetteyken kendisinin sosyal medyadaki ifadeleri sayesinde biraz daha ardıl yüzünü görme imkânı buluyoruz.

Bu programdaki ilginç bir diyalogu kısaca paylaşmak isterim;

Sevan Nişanyan: (…)Bütün bu dedikleriniz doğru olabilir, yani muhtemelen de doğrudur, bundan en ufak bir kuşkum yok. Fakat şöye bir izlenim var bu ülkede, Türkiye'de bu son yıllarda oluşturulan ulusalcı hareket hormonlu bir harekettir.

Tuncay Özkan: Fethullah Gülen gibi konuştunuz, o da böyle söyledi.

Sevan Nişanyan: Öyle mi, aklın yolu birmiş demek ki.. (gülüyor)8 

FETÖ'ye ait Zaman gazetesinin paralelinde özellikle Ergenekon-Balyoz davalarında kara propaganda yapmakla yükümlü olarak kurulan Taraf gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı Ahmet Altan. Bir yazısında bir anekdotu yanlış naklettiği sebebiyle Fethullah Gülen'den özür dilerken, "Bu dünyada özür dilemek dışında yapabileceğim bir şey yok, ancak öbür dünyada sizi sırat köprüsünde sırtımda taşırım." minvalindeki ilginç bir ifadeyle, pot kırarak illegal gücünü açık ettiği Gülen'den yine o güçten çekindiği her halinden belli bir şekilde özür diliyor.

Sadece bu basit özür meselesi de değil elbette. Ahmet Altan'ın yazılarında Kemalizm'e, hatta direkt Atatürk'e karşıt ifadelere rastlamak pek mümkündür. Bunlar da konu Ahmet Altan olunca şaşılacak şeyler değil, kendisi yukarıda da belirttiğim üzere tek misyonu şerefli Türk subaylarına; hakaret etmek, iftira atmak ve onların ordudan tasfiye edilmesi için uğraşmak olan bir yayın organının yönetimini bizzat üstlenmiş birisidir. Ayrıca Ahmet Altan'ın yanı sıra kardeşi Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak'ın da bulunduğu 14 Temmuz 2016 tarihinde Can Erzincan isimli televizyon kanalında canlı yayınlanan Özgür Düşünce isimli programdaki bazı durum ve konuşmalar sanki bir gün sonra yaşanacak olanları çağrıştıran mahiyette ilginç ve şüphe uyandırıcıdır. Bu ilginç ipuçları, öyle zannediyorum ki hukukî manâda da, Ergenekon-Balyoz davalarındaki tarafgirliğin, tüm köşe yazıları, siyasî fikirler ve diğer beyanların çok ötesinde FETÖ'nün darbe girişiminden haberdar olma anlamında direkt örgüt bağının en açık emareleridir. Programın jeneriğinde "yine yeşillendi fındık dalları" türküsü çalıyor ve ısrarla yeşil renge vurgu yapılıyor. Ahmet Altan'ın haki yeşili pantolonuyla dikkat çektiği programın sonunda ise; "mevcut iktidarın sonunun kesin olarak geldiği", "Menderes ve 27 Mayıs İhtilâli", "devletin hükümete müdahalesi" gibi bahisler ilginç bir biçimde başlıyor ve yoğunlaşıyor.

İlgili programdaki bazı konuşmalar şu şekildedir;

Nazlı Ilıcak: Bunca senelik bir devlet, böyle bir gelenek sıfırlanamayacağına göre bunun hesabı er geç sorulacak hep soruldu ve maalesef  bakın Tayyip Erdoğan çok iyi umutlarla ortaya çıkmıştı, ama hep bu yaptığı olumsuzluklarla anılacak. Mesela DP dönemi deniliyor, DP döneminde 3 tane gazeteci tutuklandı diye Menderes kitlelere mal olan sevilen bir adam olmasına rağmen, sürekli Mendres'ten bahsederken bu Tahkikat Komisyonu meselesi mutlaka açılır.(...)

Ahmet Altan: (lafa girerek ve Nazlı Ilıcak'a hitaben) Sen benden daha iyi bilirsin ama Erdoğan'ın son zamanlardaki oyunlarını da açalım. Yani Genelkurmay  Başkanı, Menderes'in çok sevdiği bir adamdı ve Menderes ona çok güvenirdi. Genelkurmay Başkanı'nını döve döve cemseye attılar. Yani Rüştü Erdel ona çok güvendiği için biraz da bütün bunlar oldu. Bu ülkelerde sivil siyasetçiler askerle oyun oynamaya başladıkları zaman darbenin önünü açarlar.

Mehmet Altan: (araya girerek) Mursi, Sisi'yi getirdi.

Ahmet Altan: (devam ediyor) askerle oynadı, askerle oynamak darbenin önünü açmaktır. Yani asker olmayan biri kendi iktidarı için askeri kullanamaz bugüne kadar bunun bir örneği yok.9

Nazlı Ilıcak, gelenek(!) olduğu üzere yine bir askerî müdahalenin olacağını açıkça belirtiyor. Ahmet Altan, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Akar yakınlığına atıfta bulunarak, 27 Mayıs'ı referans gösteriyor ve Menderes ile Erdelhun yakınlığının hiçbir işe yaramadığını, müdahale esnasında Erdelhun'un enterne edilerek ve dövülerek askerî araca bindirildiğini söylüyor, kardeşi Mehmet Altan da onu destekler mahiyette Mısır'da yaşananları işaret ediyor. 15 Temmuz kanlı darbe girişiminin sadece bir gün öncesinde yapılan bu ilginç konuşmaların, hiçbir zorlama düşünceye meydan bırakmaksızın, açıkça bir "darbe" vurgusuyla ve Menderes-DP örnekleriyle bir haberdarlığı ilan ettiğini görüyoruz. Yıllarca Kemalizm'i darbecilikle özdeşleştirme yönünde çalışan bu sözde aydınların bu konuşmaları yine anladığım kadarıyla, bir siyasî görüş ve fikir beyanının çok ötesinde ilgili örgütle direkt bağlarının açık bir nişanesidir. Bu sebeple de hiçbir "fikir özgürlüğü" veya "insan hakları" gibi hiçbir insanî ve evrensel kapsamda savunulmaları mümkün değildir.

“Yeni Türkiye Cumhuriyeti”


Bir diğer “Gülen Hareketi” tanıtımı ve savunusunu CIA Türkiye Masası Eski Şefi olan Graham Fuller’in 2007 yılında yazdığı Yeni Türkiye Cumhuriyeti kitabında büyük bir incelikle görüyoruz. Kitabın pek çok yerinde; kökenine, yapısına, faaliyetlerine, geleceğine atıfta bulunulan bu yapının, Türkiye’deki ve dünyadaki etki alanı genişçe yer buluyor.
Özetle Fuller bu kitapta; Kemalizm’in bir deneyim olduğunu ve miyadının dolduğunu, Kemalist Devrim’in bir kısım tahribat(!)larını, yeni dönemdeki egemen anlayışın “Gülen Hareketi” marifetiyle diriltilecek Osmanlıcı ve İslamcı bir anlayış olacağını anlatıyor. Tıpkı bizdeki sunî, hormonlu aydınlar gibi Fuller de, Gülen’den herhangi bir şekilde şüphe duyanları, devletin geleceği adına endişelenenleri; radikal laikçilik ve paranoyaklıkla yaftalıyor.


Fuller’in bu yaftalamayı FETÖ okullarını Özbekistan’dan defeden Özbekistan lideri İslam Kerimov için de yaptığını görüyoruz;

Özbekistan’da ayrıca çoğunluğu Fethullah Gülen hareketi ile irtibatlı birçok okul da açılmıştı. Daha önce de belirtildiği gibi Kerimov sonradan Türkiye’yi kendisine komplo düzenlemekle suçladı, gönderdiği öğrencileri geri çağırdı ve Türk okullarını da ülkeden dışarı çıkardı.10

Fuller değinmemiş olsa da, İslam Kerimov’a karşı 16 Şubat 1999’da bombalı araçla düzenlenen ve başarısız olan suikastın arkasından ülkedeki Fethullahçıların çıktığını hatırlatmak isterim.11

Kitapta rastlamanın pek muhtemel olduğu Gülen övgülerine net bir örnek şu şekildedir;

Kayda değer oranda sade ve mütevazı yaşam tarzının ve hareketinin açık dünyevi başarısının da perçinlenmesiyle Gülen’in karizmatik kişiliği, kendisini Türkiye’nin bir numaralı İslami şahsiyeti yapmaktadır.12

Fuller’in ordudaki FETÖ’ye yönelik önseziyi teyit eden ve aynı zamanda bir durum tespiti yapan ifadesi şu şekildedir;

Hareketin karşıtları bu hareketin sadece hile yaptığını ve “gerçek gündemi”ni gizlediğini iddia etmektedirler ki bu aşırı ve kanıtlanamaz bir suçlamadır. Askeriyedeki birçok kişi, hareketin çapından ve toplumsal etkisinden çekinmekte ve en nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti’nin laik düzenini yıkmayı amaçladığına inanmaktadır. Bunun sonucu olarak, Gülen Hareketi mensuplarının ordu, istihbarat ve güvenlik teşkilatına girmesi engellenmektedir. Ancak hareket üyelerinin dışlanmadığı polis teşkilatı içinde önemli bir etki gücüne kavuşmuş durumdadır, bu olgu ise askeriyeyi rahatsız etmektedir. İronik olarak, hareketin siyasetten uzak durmasının bizatihi kendisi, askeriye tarafından zaman zaman olası bir tehlike olarak sunulmaktadır, çünkü bu durumda hareketin bildik siyasi partiler kanununa uyması gerekmemektedir. Bu anlamda, hareketin Türk laikliğini ve Kemalist prensipleri yıkmaya çalıştığına inanılmaktadır.13

Millî ordumuzun daima farkında olduğu ve asla içinde barındırmak istemediği FETÖ karşısında kurmaca davalara maruz kalmasının sebeplerine açık bir örnek daha.

Fuller’in millî varlığımızın muhafaza edilmesi refleksi karşısındaki hadsiz bir ifadesi de şu şekildedir;

Aslında Gülen hareketi, İslamcıların siyasete bulaşmalarını kendisi için bir tehlike olarak görür, zira bunlar Kemalist gazabı düzenli biçimde yalnız kendileri üzerine değil, aynı zamanda dolaylı alarak Gülen hareketi üzerine de çekerler.14

Bir CIA Şefi’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin millî varlığını yasal olarak müdafaa etmesini “Kemalist gazap” olarak adlandırdığını görüyoruz.

Buraya kadarki bilgilerden de açıkça anlaşılacağı üzere günümüzde Türkiye’nin millî varlığı karşısındaki tartışmasız en büyük ve en sinsi tehdit Fethullahçı Terör Örgütü’ydü ve bu yapı bugün tamamen ezildi. Diğer bir deyişle, Kemalizm tıpkı 20. Yüzyılın başında olduğu gibi 21. Yüzyılın başında da hayatî bir mücadeleden zaferle çıktı.

Hem FETÖ müdavimleri ve yolu onlarla kesişenlerin, hem de PKK’nın siyasî kanadı olma kontenjanından siyasette kendine yer bulabilenlerin ısrarla savundukları bir iddia; “Atatürk’ün sadece bir tarihî şahsiyet olduğu ve halkın ortak paydası olamayacağı” idi. Bu iddiayla, Kemalizm’in öylesine bir ideoloji olduğu iddiasının paralelliğinin tesadüf olduğunu zannetmiyorum. Daha önce de belirttiğim üzere, Kemalizm’in tüm gerçekliğinden ve kökeninden arındırılıp rafa kaldırılması ve yerine bu gibi çevrelerin millî varlığa düşman fikirlerinin yürürlüğe konulması ancak bu paralellikle mümkündü ve bu çevreler bunu denediler. Üst üste gelen talihsiz dönemlerde, bu iddiaları destekler nitelikteki söylemlerin sıklaşmasının, zihinlerde bir tahribat yaratmadığını söylemek de pek doğru olmaz. Ancak; millî bağımsızlık, millî egemenlik, sekülerizm ve akılcılık gibi ilkelerin dönemsel değil evrensel bağlayıcılığı olan ilkeler olduğunu unutmamak gerekir. Bu sebeple de bu ilkelerin temelininde bulunduğu Kemalizm’den ayrılış, bu yönde çabalar olsa dahi mümkün değildir. Bu yöndeki çabalar sadece kötü sonuçlar ortaya çıkaracak birer deneysel dönem olarak yaşanılıp Türkiye’ye zarar verecektir. Bu deneysel dönemlerin sonuçlarının diğer bir tezahürü de son derece açık olarak; ana karakter itibariyle Kemalizm dışı bir yol belirlemiş olan anlayışların, Kemalizm çizgisine yaklaşmada birbirileriyle yarışmaları olarak da gösterilebilir. Diğer bir ifadeyle; artık Kemalizm'in dayanılmaz haklılığı karşısında türedi anlayışların erimeye başladığı açıkça görülmektedir.


DİPNOTLAR

1  22 Ocak 1993 tarihli Cumhuriyet gazetesi

2  17 Ekim 1999 tarihli Cumhuriyet gazetesi

3   Necip Hablemitoğlu, "Köstebek", Pozitif Yayınları, 2003, Ankara, önsöz kısmı

4   www.youtube.com/watch?v=QIBDTESLklU

5   21 Haziran 2009 tarihli Cumhuriyet gazetesi

6   Yaşar Nuri Öztürk, "Allah ile Aldatmak", Yeni Boyut Yayınları, 2008, İstanbul, sf.49-50-51

7   www.youtube.com/watch?v=-dgvY3o0wMc

8   youtu.be/Ysz-PEJLmPU?t=4591

9   youtu.be/GYe1GRGQMWY?t=8525

10   Graham Fuller (2008). "Yeni Türkiye Cumhuriyeti (M. Acar, Çev.)" İstanbul: Timaş, sf. 258

11   odatv.com/islam-kerimov-hayatini-kaybetti-0209161200.html

12   Fuller A.g.e., 114

13   Fuller A.g.e., 120

14   Fuller A.g.e., 127