Son günlerin ana gündem maddesi olan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin gerçekleştirdiği "bağımsızlık referandumu"nun etkisiyle yine yığınla bilgi; doğrusuyla, yanlışıyla ve kastî olarak yanlış yorumlanmak marifetiyle gün yüzüne çıktı/çıkarıldı. Bu bize tekrar tarihle ilgilenmenin özellikle bizim ülkemizde ve bu bölgede; kişisel bir tercih, hobi, keyfî ilgi alanı olmayıp, bir vatandaşlık bilinci/bilgisi olduğunu da hatırlatmış oldu.
Tarihe Dair başlıklı yazımdan bazı alıntılar;
"Diğer bir açıdan biz ve bizim gibi ülkelerde tarihin iyi bilinmesi, bölgenin geriliminden sıyrılmada çok önemli bir yer tutar. Türkiye'de ancak ezbere ecdatçılık yapmayan ama ecdadını iyi tanıyan nesiller çözüm üretebilir ve bu çözümler gayet sağlıklı olur. Aksi mümkün değildir. "
"Yani; Halep'i, Şam'ı, Rakka'yı, Musul'u, Erbil'i, Tahran'ı, Tebriz'i, Riyad'ı, Kıbrıs'ı bilmemiz şart, bu yerler bizim önemli komşularımız ve bir kısmı da eski topraklarımızdır, 'hedefimiz oraları işgal etmek olmalı' demiyorum kesinlikle, ama bu bölgelerde bir söz söylenecekse bunu biz söylemeliyiz, bölge insanlarının dışında bir varlık olacaksa bu yine en başta biz olmalıyız bu bizim en doğal hakkımızdır. "
"Kısacası, bir önceki paragrafta belirttiğim gibi sistemi geliştirmek için de, bölgemizde yerimizi muhafaza etmek ve daha da sağlamlaştırmak için de tek yol tarihi iyi bilmekten geçiyor. Bu bağlamda yine yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi 'tarihi bilmek' kuru bir bilgiye sahip olmaktan branş ayrımından öte birşey olarak bir standart olarak, bir vatandaşlık bilgisi olarak karşımıza çıkıyor. Bu sebeple de bu tür okumalara girişen kişilere "tarihe ilgili" demek her ne kadar basit bir olay gibi görünse de çok isabetsiz bir yaklaşımdır. Bu tür okuma-araştırma faaliyetleri içerisinde olan kişi olsa olsa bilinçli bir vatandaş, aklı başında bir insandır ve bu şekilde anılmalıdır. "
Şimdi fazla detaya inmeden kronolojik olarak yapılan uluslararası antlaşmalarda Türkiye-Irak sınırı ve Kürdistan-Musul meselelerini ele almaya çalışalım.
Bilindiği üzere yüzyıllardır Türk toprağı olan Musul, I. Dünya Savaşı'nda da korunabilmiş ancak Mondros Ateşkes Antlaşması'nın (30 Ekim 1918) 7. maddesini gerekçe gösteren İngilizler tarafından 15 Kasım 1918'de işgal edilmiştir.
Sevr Antlaşması'nın (10 Ağustos 1920) içeriğinde ilgili kısımlar, yani 62., 63. ve 64. maddelerdeki hükümler şu şekilde özetlenebilir:
- 62. maddede; antlaşmanın önceki kısımlarında (27. madde) saptanan şekliyle Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin nüfusça üstün bulunduğu bölgelerin yerel özerkliğinin, Sevr Antlaşması'nın yürürlüğe konmasından itibaren 6 ay içinde İstanbul'da toplanacak olan ve İngiltere, Fransa, İtalya hükümetleri tarafından atanacak 3 üyenin oluşturduğu bir komisyon tarafından hazırlanacağını, bazı düzeltmeler yapmak gerektiğinde yine; İngiliz, Fransız, İtalyan, İranlı ve bir Kürt üyenin oluşturduğu diğer bir komisyonca sınır bölgelerinde çalışılacağı belirtilmiştir.
- 63. maddede; Osmanlı Hükûmeti'nin 62. maddede belirtilen komisyonlarca alınan ve kendisine ulaştırılan kararları, bildirilme tarihinden itibaren 3 ay içinde kabul edip, yürürlüğe koymayı yükümlendiği belirtilmiştir.
- 64. maddede; 62. maddede özerliği öngörülen Kürt bölgelerinin, Sevr Antlaşması'nın kabulünden 1 yıl sonra Türkiye'den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler Cemiyeti Konseyi'ne başvurmaları, Konsey'in de bu başvuruyu olumlu karşılayıp Türkiye'ye sunması durumunda, Türkiye'nin bunu kabul ederek söz konusu bölgelerdeki tüm haklarından feragat edeceği belirtilmiştir. Ayrıca bu feragatın ayrıntılarının Müttefik Devletler ve Türkiye arasında yapılacak özel bir sözleşmeye konu olacağı bildirilmiştir. Ek olarak bu feragatın gerçekleşmesi durumunda ve gerçekleşeceği zaman, Kürdistan'ın şimdiye dek Musul ilinde kalmış kesiminde oturan Kürtlerin bu bağımsız Kürt Devleti'ne kendi istekleriyle katılmalarına Müttefik Devletlerce karşı çıkılmayacağı açıkça belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi Sevr Antlaşması'nda, Musul'u da içine alacak yapay bir Kürdistan kademeli olarak önce özerklik, sonra da Milletler Cemiyeti'nce tanınacak bir bağımsızlıkla oluşturulmak istenmiştir. Bildiğimiz üzere Osmanlı delegasyonun imzaladığı ve Kurtuluş Savaşı'yla yırtılıp atılan bu antlaşma tarihe karışmış, Mudanya Ateşkesi'yle (11 Ekim 1922) savaş sona ermiş, sonrasında Türkiye Lozan'da masaya oturmuş, yeni bir barış antlaşması imzalamıştır.
Lozan Barış Antlaşması'nda (24 Temmuz 1923) bir kez görüşmeler kesilmiş ve birçok kez tansiyon yükselmiş, savaşın eşiğine gelinmiştir. Bu antlaşmada bir hükme bağlanmayan Türkiye-Irak sınırı meselesi 3. maddede; Lozan Barış Anlatşması'nın kabulünden itibaren 9 ay içinde Türkiye ve İngiltere hükümetlerinin görüşeceği, bu görüşmelerden bir sonuç alınamaması durumunda meselenin Milletler Cemiyeti'ne intikal edeceği ve bu şekilde alınacak kararların beklenileceği bu sürede, Türkiye ve İngiltere'nin sınırlarda değişikliğe yol açacak herhangi bir askerî harekat düzenlemeyeceklerini taahhüt ettikleri belirtilmiştir.
Antlaşma sonrasında Ekim 1923'te görüşmede bulunmak isteyen İngiltere ile belki bir tür mesaj vermek için 19 Mayıs 1924'te görüşme başlatılmış, İngiltere meseleyi çıkmaza sokarak Milletler Cemiyeti'ne intikal ettirebilmek amacıyla Hakkari'yi dahi isteme cüretini göstermiştir. Haliç Konferansı olarak anılan görüşmeler, bir uzlaşmaya varmaksızın 5 Haziran 1924'te sonlanmış, onu takiben 7 Ağustos 1924'te Nesturi ayaklanması başlamıştır. Nesturilere esir düşen Hakkari valisi, kurtarıldıktan sonra yaptığı açıklamada kendisini esir alan Nesturilerin İngiliz üniforması giydiğini belirtmiştir. Bu da İngilizlerin Nesturi'leri desteklemiş olduğunun açık bir kanıtı olarak görülebilir. Ayrıca İngiliz uçaklarının da Nesturilere destek olarak Türk kuvvetlerini vurduğu resmî kayıtlarda bulunmasa da çoğu yerde rivayet edilmektedir.
20 Eylül 1924'te Milletler Cemiyeti'nde görüşülmeye başlanan Musul meselesi net bir karara bağlanmamış vaziyetteyken, 1925 yılının Şubat ve Nisan ayları arasında yaşanan Şeyh Sait Ayaklanması, her ne kadar dinî bağlamda ortaya çıksa da etnik bir boyut da kazanmış ve Türkiye'nin "Türk, Kürt kardeştir" tezini işlevsizleştirmiş, "Musul Türklerindir" tezinin ön plana çıkmasını sağlamıştır. Böylelikle Türkiye'nin eli güçsüzleşmiştir. Milletler Cemiyeti kararıyla (16 Aralık 1925) daha önceden belirlenen ve Hakkari-Musul arasında çizilen Brüksel Hattı'nı kalıcı sınır olarak belirlemiştir.
Türkiye, Irak ve İngiltere arasında yapılan Ankara Antlaşması'yla (5 Haziran 1926) da sınırlar çok kesin olarak belirlenmiş ve teyid edilmiştir. Ayrıca antlaşmada bu sınırların değişmesine ilişkin bir faaliyette bulunulmayacağı da taahhüt edilmiştir. Ayrıca Türkiye'nin 25 yıl süreyle Musul petrol gelirlerinin %10'unu alacağı da belirtilmiştir. 1934'te tamamlanan boru hattıyla 1934-59 arasında tahsil edilecek olan para 1954'e kadar alınmış (en azından kayıtlar o yönde) sonrasında ise kesilmiştir.
1932 yılında Irak'ta İngiliz mandası sona ermiş ve 1946'da Türkiye-Irak arasında yapılan yeni bir antlaşmada 1926 sınırları aynen kabul edilmiştir.
Sonuç olarak uzun yıllar süren savaşlardan yeni çıktığımız dönemde Milletler Cemiyeti'ndeki üstünlüğünü ve bazı manipülatif unsurları kullanan İngiltere'ye karşı Musul'u kaybettik ve son derece problemli bir bölgede bu günlere kadar geldik. Şimdi Irak'ta sınır değişikliğine yol açacabilecek bir referandumla karşı karşıyayız ve bazıları özellikle de Ankara Antlaşması'na hayalî maddeler ekleyerek kamuoyunu yanlış bilgilendiriyor. Irak'ın toprak bütünlüğü bozulduğunda müdahale hakkımızın olduğundan, Irak'ın toprak bütünlüğü bozulduğunda Musul'un (hatta Kerkük'ün de) direkt olarak bizim sınırlarımıza geçtiğine kadar türlü uydurmalarla bezenen açıklamalar ne yazık ki ana akım medya kanallarında dahi yer bulabiliyor.
Tıpkı "Lozan'ın 2023'te biteceği" yalanı gibi Ankara Antlaşması'na veya diğer antlaşmalara da hayalî maddeler ekleyen, gizli(!) protokoller uyduran yalan üretim merkezlerine karşı dikkatli olun, olmayanları uyarın!
Yararlandığım ve incelemenizi tavsiye ettiğim bazı bağlantılar;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder