Pandeminin, yani dünya çapındaki bu salgının etki ettiği alanlar yerine, etmediklerini düşünmek muhtemelen daha az zahmetli olur. Zira yerel ve küresel ölçekte, kişiler arası ilişkilerde, günlük hayatta, ekonomide ve dahi dinlere bakışta, salgın artık başat bir etken. Epeyce bir çevre, meseleyi biraz da hayatın mevcut şeklinin getirdiği bıkkınlıkla "kapitalizmin sonu" bağlamında ele alıyor. Olacakları buna yormayı tercih ediyor. Psikolojinin ideolojik yönelime olan etkisiyle ilgili bir yazı yazdıktan sonra, bodoslama buraya dalmak, takdir edersiniz ki biraz çelişik olur. O sebeple daha etraflıca düşünmeye, önüyle arkasıyla bakmaya, nesnel yaklaşmaya gayret edeceğim...
Bir defa şunu söyleyelim; bu bir kriz evet ama, ekonomik sistemin içinden gelen bir kriz değil. Yani biz bir sabah uyanıp, borsaların birbiri ardına yıkıldığına, doların alıp başını gittiğine, faizlerin bilmem ne olduğuna falan şahit olmadık. Wuhan'da başlayan bir hastalığın -ki bu ekonomiyle direkt ilişkisi olmayan bir şeydir- dalga dalga yayılarak, tüm dünyayı sardığını ve mevcut sistemi fena hâlde zorladığını gördük.
Tabii bu demek değil ki sistem muhteşem işliyordu da pandemi meydana gelip işi bozdu. Her şey güllük gülistanlıktı da virüs mahvetti. Bir ideoloji olarak küreselleşme de çoktan saplanıp kalmıştı. Kapitalizm belki de alternatifsizlikten yürüyordu. ABD on yıllardır karşılıksız dolar basıyordu. Ticaret savaşı ve ona benzer yöntemlerle hâkim anlayış, kendi felsefesini çiğneyecek kadar köşeye sıkışmıştı. Bu sebeplerle bir sistem krizi yaratması açısından pandeminin, 'adil' olmadığı ve yolunda giden işleri bozduğu söylenemez. Hem sadece ekonomik işleyiş değil, insanlar, insanların sağlık durumları da sistemin bir parçasıysa, kapsayıcı bir sistem her taraftan gelecek tehditlere karşı dirençli olmalıdır. Dolayısıyla virüs aslında kapitalist sistem için, olsa olsa tüm suçun üzerine yıkılabileceği bir kurtarıcı olabilir!
Marx'ın öngörülerini anımsatacak şekilde kapitalizmde krizler hiç eksik olmadı. 1873'te başlayan ve giderek yoğunlaşan ekonomik sıkıntılar, meşhur 1929 Buhranı, 1973 Petrol Krizi ve 2008 Mortgage Krizi bunların başlıcalarıdır. Bunlara ek olarak borsa temelli başka krizler de var.
Krizlerin aşılmasında daima çeşitli makas değişiklikleri veya büyük olaylar görülür. Mesela 1873 yılında başlayan daralmalar koskoca bir dünya savaşına kadar sürdü. Büyük Buhran'dan sonra 'görünmez el' cazibesini yitirdi. Keynesyen yaklaşım popülerleşti ve daha da büyük bir felaket olarak II. Dünya Savaşı patlak verdi. II. Dünya Savaşı sonrası yaklaşık bir otuz yıl kadar süren dönem, ekonominin altın çağıydı. Ki bu da anca 1973 Petrol Krizi'ne kadar sürdü. Buradan sonraysa neo-liberal politikalar hızla yayıldı.
Sözün özü her ciddi bunalım, çözümüyle birlikte yeni bir sayfa açtı. Açılan yeni sayfa ekonomiyle başlayarak; sosyal yaşamı, alışkanlıkları, davranışları, insan tipini yeniden belirledi. Dolayısıyla hiç de küçük bir problem olmayan pandemi, yarattığı ve daha da yaratacağı bu buhranla muhtemelen yepyeni bir dönemi başlatacak.
Yeni döneme geçmeden önce içinde bulunduğumuz dönemi değerlendirmek gerekir. Nasıl bir dönemde yaşıyoruz veya yaşıyorduk? Kısaca şöyle özetleyebiliriz; 1970'ler itibarıyla neo-liberal düzen inşa edilirken, aynı zamanda Çin'in başı çektiği uzak Asya, dünyanın fabrikası hâline gelmeye başladı, üretimler buraya kaydırıldı. Bu aynı zamanda her ülkenin toplumunda benim "sunî sınıfsızlık" olarak tanımladığım, yapay bir homojenlik meydana getirdi. Yani her ülkede birbirine benzer şekilde sınıfsal bir dağılım varken, bu giderek tek tipleşip, her ülkenin işçisinin bir anlamda Çin'e transfer olduğu bir şekle dönüştü.
Sonuç olarak da en azından 'yarı zamanlı' olarak burjuva olunan, herkesin kendi dünyasının tanrısı olduğu, bu post-modern şımarıklığın zirve yaptığı zamanlara geldik. İnsanların genelinin farkında olmadıkları birtakım bedeller ödeyerek ve hayatın bu şekilde yaşanmasını sağlayan en temel bilgileri dahi bilmeyerek, amaçsızca yaşadıkları dev bir çöplük yarattık. Bilindik birey-toplum tartışmalarının, "birey" tarafına en çok yıkıldığı günleri yaşadık. Şimdi bu tartışmalara da en başından başlamak durumundayız.
Zira artık açıkça görülüyor ki, birey o kadar da 'özgür' olamaz. Kişinin kararları sadece kendisini değil, toplumu da etkiler, hattâ öldürebilir! Bu durumda pek çok ülkede toplumun sağlığı için bireylerin hareket alanlarının direkt devlet tarafından belirlenmesi gerekiyor. Bu kulağa pek hoş gelmeyen önlemler, her kültürden irrasyonel tiplemenin ağır tepkisiyle karşılık buluyor. Dünyanın her tarafında rutin hayatına devam edenlere ek olarak, sırf uyarılara inat hareket edenler de var. Dinî turistik gezisinden veya ev partisinden geri kalmayanlar bu farklı tiplemelere iyi birer örnektir.
Yine pandemi sebebiyle tıkanan hastaneler, yoğun bakım kapasiteleri, açıkça her şeyin yolunda gittiği zamanlarda halk sağlığının ne kadar önemsendiğini sorguluyor. Ayrıca neo-liberalizm ürünü, parası olanın hizmet alabileceği, lüks otel görünümlü, kâr odaklı özel hastanelerin mi, yoksa belirli bir standarttaki ve olabildiğince her yere yayılmış, halka hizmet veren devlet hastanelerinin mi 'olması gereken' olduğunu sorgulatıyor.
Dünyanın en gelişmiş ülkesi ABD'de geçtiğimiz günlerde 17 yaşında bir hasta, sigortası olmadığı sebebiyle geri çevrildiği bir hastaneden diğerine sevk edilirken, tedavinin geciktirilmesi sebebiyle hayatını kaybetti. Bu kişi bir covid-19 hastasıydı. Sadece bu olay bile insanlığa; sağlığın bir temel ihtiyaç mı, yoksa keyfî bir hizmet mi olduğunu, çocuk sayılabilecek birisinin maddî sebeplerle ölüme itilmesinin insanî olup olmadığını ve bu sistemin bir salgınla ne ölçüde mücadele edebileceğini ayrı ayrı düşündürtecek.
Aslında bunları yeni düşünüyor da değiliz. Neo-liberalizmin ilk zamanlarından itibaren, ruhunu şeytana satmamış düşünce insanları bunu her fırsatta teşhir etti. Sağlığa değil kâra odaklanmış bir özel hastanenin, eğitime değil kâra odaklanmış özel okulun, bu tipteki asıl amacından ziyade kâr odaklı her türlü kurum ve kuruluşun çökmeye mahkum olduğu daima söylendi. Bu temeldeki etik ve ahlâk dışı taraflar sürekli dile getirildi. Şu an bunları daha kalabalık olarak ve daha hararetli tartışmamızın yegane sebebi artık yumurtanın kapıya dayanmış olmasıdır!
Sadece kurumlar ve bunların işleyişi de değil. Pandemiyle mücadele edebilmek adına gereken sosyal izolasyon, karantina veya buna benzer uygulamaların getirdiği ekonomik tıkanıklıkların, maddî zorlukların aşılması, temel ihtiyaçların karşılanması, zararların tazmini ve halkın korunması da yine devletleri, devlet aygıtını kaçınılmaz olarak göreve davet eden bir durumdur.
Direkt siyaset bilgisi kitabının ortasından konuşmaya başlamasak da takdir edersiniz ki bu iki kol da 'sol' bir akımı ifade eder ve temelde böyle bir kökte birleşir. Bu akımların pratikteki karşılıklarına ilk bakışta pek de hoşumuza gitmeyen seyahat kısıtlamaları olarak rastlıyoruz. Bunu birtakım özel hastane ve otellerin kamulaştırmaları izliyor. Son olarak da insanların temel ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri ve de 'normal' hayatlarını sürdürebilmeleri için gereken destekleri, sosyal devlet faaliyetlerini görüyoruz.
Tüm bu süreci hızlandıran ve yaygınlaştıran da iki temel unsur söz konusu; bunlardan ilki, bir devletin attığı adımların, anında başka başka devletlerin vatandaşları tarafından da öğrenilip, talep edilir, beklenir hâle gelmesi, ikincisi de virüsün küresel bir tehdit olmasıdır.
Gerçekten de kapitalist küreselleşme ideolojisi ömrünü tamamladı. Ancak insanlık tarihi kadar eski bir şey olan küreselleşme olgusu için aynı şeyi söyleyemeyiz. Pek çoklarının aksine bu ayrımı yapmamız gerekir. Küreselleşme olgusu, insanın insan olduğunu fark ettiği çok eski zamanlara uzanır ve insanın merağı, her hamlesi daima bu olguyu beslemiştir. Bunu tarihteki hemen her olay, keşif, savaş ve özellikle ticaret yolları olarak düşünebiliriz. Bütün bir Roma tarihi, Moğol yayılımı, Haçlı seferleri, Amerika'nın keşfi ve Sanayi Devrimi de bu kapsamdadır.
Önce kara Avrupası'nın kendi içerisinde, sonra bu parçanın İngiltere'yle, en nihayetinde de transatlantik kablo hattıyla Amerika Kıt'asıyla telgraf ağının tamamlanması da küreselleşme olgusuna muazzam bir örnektir. Radyonun ve televizyonun icadı da öyle... Yine takdir edersiniz söz konusu beşerî gelişimler, tamamen ve daima tek bir politik tarafa mâl edilemez. Uzun yıllar küreselleşme olgusunun rüzgârından, kapitalist küreselleşme ideolojisi istifade etmiş olsa da artık durum tersine dönmek üzeredir.
Önce kara Avrupası'nın kendi içerisinde, sonra bu parçanın İngiltere'yle, en nihayetinde de transatlantik kablo hattıyla Amerika Kıt'asıyla telgraf ağının tamamlanması da küreselleşme olgusuna muazzam bir örnektir. Radyonun ve televizyonun icadı da öyle... Yine takdir edersiniz söz konusu beşerî gelişimler, tamamen ve daima tek bir politik tarafa mâl edilemez. Uzun yıllar küreselleşme olgusunun rüzgârından, kapitalist küreselleşme ideolojisi istifade etmiş olsa da artık durum tersine dönmek üzeredir.
Yukarıda da tespit ettiğimiz gibi, pandemiye karşı bir devletin aldığı 'sol' tedbirler, bugün elimizde; WhatsApp, Twitter, İnstagram, Facebook, YouTube adlarıyla bulunan araçlar sayesinde, anında iletiliyor ve 'olması gereken' tedbirler olarak, diğer devletlerin vatandaşlarınca da talep ediliyor. Ayrıca virüsün küresel çaptaki etkisi, tedbirlerin de küresel çapta olmasını zorunlu kılıyor. İşte bunlara dayanarak, küreselleşme olgusunun artık daha çok sol akımların yelkenini dolduracağını söyleyebiliriz.
Hâl böyleyken, virüs sebebiyle küreselleşmenin sonunun geldiğini söylemek ve onu tamamen 'kapitalist' cepheye itelemek, onunla tümden bir mücadeleye girişmek bizi, sanayi devrimi sonrasında işinden olan ve suçlu gördüğü makineleri büyük bir hınçla parçalayan zavallı ludistlere benzetir ki bununla hiçbir yere varamayız.
Şu durumda ayrıca hatırlamamız gereken kişinin Jean Baudrillard olduğunu düşünüyorum. Hem Marksizm dışı hem de kapitalizm karşıtı bu ilginç adam; kapitalizmin ölüm hariç her şeyi yuttuğundan ve dönüştürdüğünden söz etmişti. Dolayısıyla da kapitalizmi ancak ölüm diz çöktürebilirdi. Bir anlamda şu an böyle bir süreci yaşadığımızdan da bahsedebiliriz.
Zira günümüze kadar, kapitalizm karşısında diğer ana akım ideolojiler gerilediler, kapitalizm önüne çıkan her şeyi satın aldı veya yok etti. Milliyetçilikleri törpüledi, dinleri dönüştürdü. Dünyanın her tarafında holdingleşmiş, maneviyattan çok maddiyata yakın tarikat çevreleri türedi. Öyle ki ironik ve komik bir biçimde kişi bazında sosyalizmi dahi kısmen dönüştürdü. Zincir mağazalardan çeşitli 'sosyalist' kıyafetler yahut eşyalar satın alan, sosyal medyada 'sosyalist' tepkiler gösteren, sistem adına asla bir tehdit olmayan 'sosyalist' insanı üretti.
Ne var ki, kapitalizmin temas edebildiği her şey tamamen dünyeviydi ve ölümle ilgili yapabileceği en ileri hamle sadece onu ötelemek oldu. Yani ölüm yokmuşçasına yaşanan, ölümün ancak plan dışı bir şey olarak başa geldiği 'sonsuz' bir hayat söz konusuydu. İşte virüs de tam bu açıktan, var gücüyle saldırdı. Öyle görünüyor ki başarılı da oldu!
Bunlara ek olarak virüs bize pratikte de bazı şeyler gösterdi. Brexit meselesiyle imajı zedelenen Avrupa Birliği'nin gerçekte pek de bir karşılığı olmadığı, bundan ayrı olarak 'özgür' Avrupa ülkelerinin kendi içlerinde de türlü açıklıklarla birtakım tehditlere karşı rehavet içerisinde oldukları ispatlandı. AB ülkelerine 'karşı cephenin' ülkeleri olan Rusya ve Çin'in yardım etmesiyse durumu daha da vurguladı.
Yine Çin'in duyurduğu gelişmelerin doğru olduğunu varsayarsak, içeride devletin varlığının daha belirgin olduğu bir ülkede, herhangi bir ciddi salgın durumunda daha iyi mücadele verildiğini de söyleyebiliriz. Ki olağanüstü nüfusu ve bu felaketi ilk deneyimleyen ülke oluşu sebebiyle söz konusu başarı esaslı, hatrı sayılır bir başarıdır!
Burada bilgilerin doğruluğuna karşı bir şüphe payı bırakmayı da özellikle ihmal etmemek gerekir. Zira pek çok örneği olacak şekilde, en son örneğini Sovyetler'deki Çernobil deneyiminden de hatırlayacağımız üzere, bu tür devletlerin doğru bilgi servisi konusunda birer şampiyon olmadıkları da barizdir!
Son olarak pandemi ve ondan kaynaklı karantinanın getirdiği evde kalma zorunluluğu, sosyal olarak diğer bir etkeni meydana getiriyor. Ünlü ve dolayısıyla zengin isimler, birbirinden güzel evlerinde herkese evde kalmayı öğütlerken, onların o evlerde oturması için çalışmak zorunda olan geniş kitlelerin saf nefretini kazanıyorlar. Günümüzün ekmek bulamayanlarına, pasta yeme tavsiyesi veriyorlar! Bu da yine "her şeyin sınıfsal olduğu" tezini alabildiğine güçlendiriyor.
Burada bilgilerin doğruluğuna karşı bir şüphe payı bırakmayı da özellikle ihmal etmemek gerekir. Zira pek çok örneği olacak şekilde, en son örneğini Sovyetler'deki Çernobil deneyiminden de hatırlayacağımız üzere, bu tür devletlerin doğru bilgi servisi konusunda birer şampiyon olmadıkları da barizdir!
Son olarak pandemi ve ondan kaynaklı karantinanın getirdiği evde kalma zorunluluğu, sosyal olarak diğer bir etkeni meydana getiriyor. Ünlü ve dolayısıyla zengin isimler, birbirinden güzel evlerinde herkese evde kalmayı öğütlerken, onların o evlerde oturması için çalışmak zorunda olan geniş kitlelerin saf nefretini kazanıyorlar. Günümüzün ekmek bulamayanlarına, pasta yeme tavsiyesi veriyorlar! Bu da yine "her şeyin sınıfsal olduğu" tezini alabildiğine güçlendiriyor.
Sözün özü, pandemi sebebiyle; devletçe yapılan belirlemeler, kaçınılmaz kamulaştırmalar, sosyal devletin geri dönüşü ve bunları daha da kamçılayan sınıf ayrımı vurgusu, yine mecburî olarak küresel ölçekte bir yayılım sergiliyor. Korkulan adıyla söylemek gerekirse, Komünist Çin'den çıkan bu virüs, galiba yavaş yavaş komünizmi de bulaştırıyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder