(Bu yazı hararet.org'da yayınlanmıştır)
Bildiğimiz ve bilmediğimiz tarihin tamamının özeti veya özü müdür bilemeyeceğim ama; sınıflar arası mücadele, tarihte çok önemli bir yer tutuyor. Kesinlikle tartışmaya yer bırakmayacak ana bir işleyiş olarak karşımıza çıkıyor. Ne var ki günümüzde ve günümüze gelinene kadar bu kaçınılmaz mücadelenin, sınıf savaşımının belli belirsiz bir çizgiye geldiğini görüyoruz.
Bu 'belirsizleşme'yi iki yıl kadar önce "sunî sınıfsızlık" olarak adlandırmıştım. O zaman yaşımın daha genç olmasının verdiği cesaretle böyle bir kavramlaştırmaya gitmiş olabilirim. Ancak aradan geçen zamanda da orijinal bir isimlendirmeye rastlayamadım. Genel olarak post-modern 'sınıfsızlık' gibi bir tabir var. Zygmunt Bauman'ın göreceli yoksunluğu (relative deprivation), -tersine olacak şekilde- bununla ilişkilendirilebilir.¹ Aynı şekilde Mahir Çayan'ın sunî denge teorisi de epey yakın görünmekle beraber, tam bir karşılık olmuyor.² Sunî dengenin ana taşıyıcılarından birisi olan 'nisbî refah'ın, tüm dünyaya yayıldığı ve devasa bir illüzyon oluşturduğu gibi bir tarif, sunî sınıfsızlığa işaret edebilir. Tabii burada, ilişkili olabilecek kavramları araştırırken, çok profesyonel bir tarama yapmadığımı da peşinen belirtmek isterim.
Sınıf mücadelesinin ne zaman sonlanması beklenebilir? Tabii ki toplumsal sınıflar ortadan kalktığında. İşte sunî sınıfsızlık buralarda bir yerde devreye giriyor. Kısaca tanımlayacak olursak, sunî sınıfsızlık; yapay ve sadece görüntüde mümkün ve sürdürülebilirliği de tartışmalı olan bir sınıfsız toplum manzarasını ifade eder. Buna göre toplumun yaşantısı ve harcamalarıyla, genel ekonomik veriler arasında büyük farklar vardır. Yani ilk bakışta toplumdaki herkesin iyi imkânlara sahip olduğu, bolluk ve refah içinde yaşadığı, iyi bir gelire, hattâ yer yer büyük bir sermayeye sahip olduğu zannedilebilir. Oysaki bu sadece görünüm itibariyle böyledir.
Zengin ve yoksul arasındaki uçurum giderek büyümekle beraber; asla onunla paralel gitmeyen bir hak arama tavrı görülüyor. Aksine mevcut imkânsızlıkları, yokluğu gizlemek ve kendini olabilecek en iyi şekilde 'pazarlamak', "instagram ideolojisine" tam olarak bağlanmak gibi davranışlar söz konusu. Daha vahim olanıysa bu davranışların, şu veya bu bölgeyle, grupla, kesimle sınırlı olmaksızın, alabildiğine evrenselleşmiş olmasıdır.
Tarihe şöyle bir bakıldığında, günümüzdeki kadar akıl dışı olmamakla ve nispeten olumlu tarafları olabilecek şekilde sunî sınıfsızlık epey köklüdür. Hemen her teknolojik gelişim bu kapsamda değerlendirilebilir olsa da özellikle sanayi devrimini önemli bir başlangıç noktası olarak alabiliriz. Böylelikle önceleri sadece seçkin çevrelerin erişebildiği ürünler halk tarafından da erişilebilir hâle gelir ve bir tür 'eşitlenme' görülür. Bu yeni durum ivmelenerek sürerken, yadsınamayacak yeni bir referans noktası kesinlikle fordizmdir. Fordizmle bilindiği üzere bantlı seri üretim sistemine geçilirken, artan üretim hızıyla fabrikanın işçilerinin de otomobil (ford model t) satın alabileceği bir düzen oluşur. Bekleneceği üzere, bu otomobille sınırlı kalmayıp, seri üretimin gücüyle ve "çok ürün=çok tüketici" gibi basit bir eşitlikle, pek çok nitelikli/pahalı ürün için geçerli olur.
Bir üretim biçiminden çok daha fazlası olan fordizmin yeni bir toplum yarattığına hiç şüphe yok. Bu toplumda birbirine benzeme ve görünüşteki eşitlik hızla artmıştır. Öyle ki daha ileri safhalarda neredeyse tek tip bir modern insan görürüz. Zevkleri, eğlence anlayışı, tarzı, fikirleri, tepkileri aynılaşmış bir tür. Bu bağlamda günümüzde gelinen noktadaki görünüm, 40-50 yıl öncesindekinden epey farklıdır.
Türkiye özelinde örnek verecek olursak, artık öyle; paydos sonrası evine o günkü ihtiyaçların olduğu bakkal poşetleriyle dönen, hayatı belli bir bölgede geçen, 'lüksleri' belli ve sınırlı olan bir işçiden bahsedemeyiz. Aynı şekilde bir çiftçiden, memurdan, küçük esnaftan veya beyaz yakalıdan da öyle. Pek çok lüksün daha ulaşılabilir muadilleri vardır. Bazı lükslerin direkt kendilerine belli bir süreliğine sahip olmak -yani kiralamak- mümkündür. Krediler veya kredi kartlarıyla, yeterince borçlanmak ve faiz ödemek şartıyla, hormonlu bir alım gücü de söz konusudur.
Sovyetler'in yıkılışı sonrası kapitalizmin en ucube hâllerinden birinin ortaya çıktığı Rusya'dan, 2017 yılında gelen bir haber, adeta sunî sınıfsızlığın üst sınırlarını belirledi. Habere göre Private Jet Studio adlı bir şirket, insanlara 244 dolar karşılığında 2 saatliğine zengin gibi görünme hizmeti veriyordu.³ Bu 'hizmet' özel bir jetin çevresinde ve içinde fotoğraflanmayı, ekstra ücrete tâbi olmak üzere saç-makyaj yapımını kapsıyordu. Bu kadar afişe olup herkesçe bilinir ve yer yer alay edilir hâle gelmeden önce epey ilgi gördüğünü söyleyebiliriz. Kaldı ki bu projenin hayata geçmesi bile toplumların yeni yönelimleri/eğilimleri üzerine fikir veriyor.
Peki, tüm bunları 'içimizdeki burjuva'dan, bize ait olmayan ancak bir şekilde içimize üflenerek tekrar yaratılmamızı sağlamış o ihtiraslı ruhtan bağımsız düşünebilir miyiz? Elbette ki hayır. O hâlde "sunî sınıfsızlığın temel dinamiklerinden birisi 'içimizdeki burjuva'dır" diyebiliriz. Bir de galiba son noktayı koymamakla beraber "insanın doğası/özü" tartışması kapsamında, neo-liberalizmin gayet hazır ve uygun zemine inşaat yaptığını, proleteryadaki burjuva ruhunu alabildiğine tahrik ettiğini söyleyebiliriz.
Ancak dikkat edilirse yine de bağımsız ve yepyeni rotaya sahip bir analiz yapmış olmuyoruz. Neredeyse her bireyin kendi konumuna alabildiğine yabancılaştığı, tamamıyla ve yüksek derecede yanlış bir bilince sahip olduğu bir manzarayı, bir illüzyonu tarif ediyoruz. Yani kaçınılmaz olarak Marksizmin kavramlarını kullanarak...