15 Temmuz 2020 Çarşamba

İçimizdeki Burjuva


(Bu yazı hararet.org'da yayınlanmıştır)

Bir süredir aklımda olan bir tabir "içimizdeki burjuva"... Ama "içimizdeki İrlandalı" gibi direkt bir tiplemeyi işaret etmiyor. Yani edebilir tabii ama asıl anlamını her birimizin içinde, iç dünyasında olan bir taraf, olarak vermeyi tercih ediyorum. Üstelik daha önce pek çok başka 'sol' mecrada da kullanılan bu sebeple de pek özgün olmayan bu tabir, öyle zannediyorum bize ciddi bir sosyal analizin kapılarını aralayacak.

Bu analizin ne işimize yarayacağını da peşinen söylemek isterim. "Bunca insan yalnızken neden bunca insan yalnız" kabilinden, "bunca insan eziliyorken ve bunlar açıkça çoğunlukken bu düzen nasıl sürebiliyor" gibi bir sorunun cevabına yaklaşacağız bu analizle. Belirtmeme gerek var mı bilmiyorum ama alabildiğine 'sol' bir perspektiften yapacağız hem de bunu. Zaten bu sebepledir ki yine o çok bilindik "sınıf bilinci", "insan doğası" ve "yabancılaşma" kavramlarının etrafında döneceğiz.

Türkiye'de kimle samimiyeti arttırsanız, sohbet esnasında duyacağınız muhtemel belli başlı birkaç şeyden birisi, konuştuğunuz kişinin ailesinin uzak geçmişte nasıl göz kamaştırıcı bir zenginliğe sahip olduğudur. Bu kaybedilmiş ve hâliyle geri alınması gereken bir hak, ulaşılması gereken bir idealdir. Belki biraz ileri götürecek olsak kişide "ben şimdilik hak etmediğim bu hayatı yaşıyorum ama ne yapıp edip eski 'kararlı' hâlime geri döneceğim" gibi bir bilinçaltı hâkimdir. Yine bu kişilerin karakteristik olarak ottan çöpten her şeyle gurur duydukları sık görülür.

Bu, geçmişte; mahalledeki ilk otomobilin, köydeki ilk traktörün, Almanya'dan gelen ilk uçlu kalemin veya aklınıza gelen en gereksiz nesnenin sahibi olmuş olmaktan parıldayan gözlerle söz etmek şeklinde gerçekleşebilir.

Takdir edersiniz ki burjuva olmayan kişide içten içe yaşayan bu ihtiraslı burjuva ruhu, onu aynı sosyo-ekonomik çevreyi paylaştığı kişilerle bütünleşmekten alıkoyar. Kendisine ve sınıfına yabancılaştırır. O gün gelip planlarını gerçekleştirdiğinde, emeklerinin karşılığını aldığında, zaten bir talihsizlik olarak yan yana bulunduğunu düşündüğü kişilerin arasından sıyrılıp, onlara tepeden bakabilecek bir konuma gelecektir. Yani en azından kendince böyle olacağına inanır. Bu çok küçük bir azınlık için gerçek de olabilir. Ancak herkes veya hatırı sayılır bir kitle için bu; "sen ağa ben ağa bu ineği kim sağa" misali, matematiksel olarak, fizikman imkânsızdır. Tam olarak bu durum, yani proleterlerin içindeki ihtiraslı burjuva ruhu, her çelişkiye rağmen bu düzenin sürmesinin temel sebebidir.

Ben bilinçli ömrümün tamamını geçirdiğim ve gözlem yaptığım Türkiye toplumundan hareketle bu çıkarımlarda bulunsam da özellikle günümüzde toplumların sosyo-ekonomik meselelerde ayrı ayrı özgün tavırlar sergilemedikleri de açıktır. Hattâ uzun yıllar önce ABD toplumuyla ilgili John Steinbeck şöyle bir değerli tespitte bulunur:

Sosyalizm köklerini Amerika'da bulamaz; çünkü fakirler burada kendilerini sömürülen bir sınıf olarak değil, geçici olarak sıkıntı yaşayan milyonerler olarak görmektedir.¹

1968 yılına kadar yaşamış birisi olarak Steinbeck, bu sözü doğal olarak  1968'den önce söylemiş olmalı. Günümüzde ise tespit ettiği bu hâl, eski hâliyle kıyas kabul etmeyecek şekilde ivmelenerek büyümüş ve "instagram ideolojisi"  olarak tüm dünyayı sarmış durumda. Bunun da kökeninin ne olabileceği, türlü kapitalist propagandanın, insanoğlunun doğasında var olduğu iddia edilen bencilliğin bunda ne kadar etkili olduğu ayrı ve daha 'dipsiz' bir tartışmadır.

Ancak yine de bu olası tartışmada bir tarafın tezlerine daha sıcak baktığımdan söylemek isterim ki; toplumların yıllar boyu maruz kaldıkları propaganda ve dayatmalar yönünde değişmeleri, zannedildiğinden çok daha kolaydır. Buna, örnek olarak ülkemizdeki son 17-18 yılda görülen olağanüstü "dindarlaşma" gösterilebilir.

Halkı çok uzun ömürlü bir bütün olarak tahayyül etme yanılgımızı bir kenara  bırakırsak; toplumların aslında zannedildiği kadar "yaşlı/bilge" olmadığını daha iyi görürüz. Örneğin Türkiye'nin ortalama yaşı günümüzde 30'un biraz üzerindedir.² Bu  da demek olur ki; Türkiye tek bir insan olmuş olsa, takriben 1987 gibi bir tarihte doğmuş olacaktır ve  takdir edersiniz ki bu, 90'lı yıllardaki olayları bir yetişkin olarak yaşamamış, 2000 yılında henüz 13 yaşında olan birisidir.

Bu kişi Evren ve Özal ikilisinin yeniden şekillendirdiği ortamda,  kaçınılmaz olarak yeni sistem tarafından doğrudan yetiştirilmiştir. Bunu Evren ve Özal'ın temsilcisi olduğu neo-liberal grubun diğer üyeleriyle, yani ABD'de Reagan, İngiltere'de Thatcher, Şili'de Pinochet ve benzerleriyle dünya çapında genişletebiliriz. Böylelikle söz konusu dipsiz tartışmaya, peşinen bir katkıda bulunabiliriz.

1 https://tr.wikiquote.org/wiki/John_Steinbeck

Steinback, John. The Short Reign of Pippin IV (1957), s. 102 "Power does not corrupt. Fear corrupts... perhaps the fear of a loss of power."

2 https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye_demografisi#Di%C4%9Fer_n%C3%BCfus_verileri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder