13 Eylül 2021 Pazartesi

Kitap Değerlendirmesi: Kapitalizmin Tarihi

 


Bu kitap muhtemelen okuma sürecinde en çok süründürdüğüm kitap olma rekorunu kırdı. Bu kitabı kovid-19'un bir pandemi meydana getirdiği ilk zamanlarda, Zizek'ten Agamben'e hayatta olan pek çok önemli düşünürün pandeminin olası sonuçları üzerine birbiri ardına değerlendirmeler yaptığı, belki de kapitalizmin tarih olacağının konuşulduğu günlerde, arkadaşlarımla bir BKM buluşmasında almıştım. Bazı kısımlarını tekrar tekrar okudum. Araya zaman girdiği için birkaç kere baştan başladım. Bitirdikten sonra da geri dönüp okuduğum yerler oldu. Gerçekten de hem herkesin değindiği hem de gerçek anlamda bilinirliği son derece düşük olan kapitalizm kavramıyla ilgili epeyce yeni bilgi edindim. Böyle karmaşık konudaki bir çeviri kitabın bu kadar leziz bir Türkçeyle okunabilmesi açısından da çevirmen Evrim Tevfik Güney'e ve Say Yayınları'na minnet duydum.

Kitap, bekleneceği üzere meseleyi kapitalizm kavramının tarihsel serüveninden başlatıyor. Kapitalizmin gelişimi, hem kavramın içeriğinin hem de eleştirilerin yoğunlaşmasını getiriyor. Örneğin 1850'de Louis Blanc "sermayenin bir tarafı devre dışı bırakmak yoluyla diğer tarafça edinilmesi" tanımını yapıyor. İlerleyen yıllarda onu Proudhon ve Liebnecht'in eleştirileri izliyor. Aynı dönemin Marx ve Engels'in son derece ileri ve nitelikli analizler yaptığını da buna ekleyebiliriz. 1922'ye gelindiğinde 12. basımı yapılan Britannica Ansiklopedisi'nde, "capital" maddesi temel bir tanımdan geniş bir betimlemeye evriliyor.

Kapitalizm üzerine üç temel yaklaşım, son derece de isabetli olarak; Marx, Weber ve Schumpeter olarak verilmiş. Dünyaya damgasını vurmuş olağanüstü bir eser olarak Das Kapital'in yazarı olarak Marx, "kapitalizm" adını nadiren kullanmış. Marx'ta ilginç olarak bu tür şaşırtmalar ve genel kanıya aykırı durumlar günümüzde hâlâ canlılığını koruyor. ("İdeoloji" ve "çarpık bilinç" eşitlemesinde de bunun bir benzeri var.)

Marx'ın kapitalizm analizi dört temel üzerinde özetlenebilir.

I. İşbölümü ve parasal ekonomiyi önkoşul olarak gerektiren piyasa olgusu, kapitalizmin ana bileşenidir. Bu tür bir kapsayıcılığa sahip kapitalizm her tür ilerlemenin acımasız bir motoru gibi çalışır. Rekabeti içerir ve tarafları kaçınılmaz olarak karşı karşıya getirir. Ayrıca her kimliğin uymaktan asla kaçınamayacağı piyasa yasaları söz konusudur.

II. Kapitalizm başlangıcından itibaren sınırsız birikimi amaçlar. Bu birikim başlangıcında zorla ve şiddetle sağlansa da sonraları sözleşmeyle ve dolaylı zorunlulukla sağlanmıştır. Ancak temelinde emeğin sömürüsü daima vardır. Bu anlamıyla sermaye, emeğin tortusudur.

III. Kapitalizmin işleyişi, üretim araçlarına sahip olanlarla, emekçiler arasında bir takas ilişkisini içerir. Bu ilişkinin iki tarafın da yararına gibi görünmesine rağmen doğası gereği bir çatışmayı doğurması kaçınılmazdır. Teknolojik ve sosyal ilerlemeyle başlangıçtan beri karşı karşıya olan burjuvazi ve proleteryanın arasındaki çatışmanın ivmelenmesi açık bir karşıtlığa dönüşecektir. Burada proleteryanın taşıyıcılığı üstlenmesi ve tarihsel görevini yerine getirmesi, bir devrimle sonuçlanacak ve her ne kadar Marx bu konuya detaylıca değinmese de sosyalizmi veya komünizmi inşa edecektir.

IV. Taşıyıcı rolü burjuvazinin üstlenmesi ise kapitalizmi, miadı dolan her şeyi kendi içinde öğütmesiyle ve dünyanın her yerine yayacaktır. Buradaki kaçınılmazlık kapitalist sistemin ekonomiyi de aşarak; toplumu, kültürü ve politikayı da domine etmesi kendi anlayışı dışındaki hiçbir yaklaşıma yaşam alanı tanımamasıdır. O dönemdeki veya daha önceki düşünürlerin farklı isimlerle adlandırdığı bu durumu Marx "kapitalist toplum biçimi" olarak tanımlar.

Max Weber, kimileri farklı yorumlar getirse de kapitalizme Marx'a zıt olarak son derece olumlu yaklaşır. Weber'e göre kapitalizm, Batı'nın modernleşme sürecinde yaşadığı kapsayıcı bir tarihsel işleyiştir. Marx'ın sonsuz birikim olarak adlandırdığı kapitalizm devinimi, Weber için gelişimi sürekli hâle getiren bir nimettir. Weber bu sonsuz ve hızı artan ilerlemenin kendi kendini yok etmesi tehlikesini değil, organizasyon artmasıyla bürokrasinin yavaşlamasını ele alır. 

Weber ayrıca kapitalizmin ruhunu Kalvinist-Prütenistik ahlâk anlayışıyla bağdaştırır. Bunun temelinde Tanrı'nın bazı insanlara doğal yetenekler vererek onları toplumda ayrıcalıklı bir konuma getirmesi, bunun dışındaki çoğunluğun da disiplinli ve düzenli bir şekilde aynı zamanda birbiriyle de organize olarak çalışması, hayatını idame ettirmesi yatar. (Burada önemsediğim bir değinme, Weber'in Protestanlarla başlattığı kapitalist ruhun, Werner Sombart'a göre ortaçağ Yahudileriyle başlaması oldu.)

Joseph Schumpeter yaşadığı dönem gereği daha kapsayıcı değerlendirmelerde bulunmuştur. Onun ömrü dünya savaşlarını, büyük buhranı ve Sovyet deneyimini görmeye yetmiştir. Buna rağmen Suchempeter'in analizleri günümüzde hâlâ tartışma konusudur. Schumpeter kapitalizme görece olumlu yaklaşır.

Schumpeter; kredi, inovasyon ve girişimcilik gibi ögeleri, bunların kendi arasında ilişkisini çok önemser. Kapitalizmin temelinde bunların meydana getirdiği dinamikleri görür. Kredi, yeni ve büyük potansiyeli olabilecek bir işin yapılabilmesi için gereken ön sermayedir. Bu sermayeyi kullanarak başarılı olan girişimci artık kendisi de bir sermayedar olma yolundadır. Ayrıca söz konusu krediyi de faiziyle geri öder. Böylelikle pek çok alandaki gelişimin yanı sıra önemli bir ekonomik devinim gerçekleşir. Schumpeter'in son zamanlarında yaptığı benzetme çok daha kavramsal olarak "yaratıcı yıkım"dır. Yaratıcı yıkım kapitalizmin çalışma şeklini özetler. Sürekli olarak "yeni" meydana gelir ve eskinin "yenilerini" ortadan kaldırır. Aynı zamanda genişleyerek bir devamlılığı sağlar.

Örneğin herkesin gaz lambası kullandığı bir bölgede yeni yeni elektrik alt yapısının tamamlandığını düşünelim, burada sarı ampul tedarik eden veya bunu kendisi üreten bir şirket başlarda çok iyi kâr eder. Ancak sarı ampul ticaretinin kârlılığı duyuldukça diğer tüccarlar hattâ tüccar olmayan kişiler buraya el atar ve artık bu normal bir ticarete döner. Haddinden fazla bir yüklenme söz konusuysa aşırı arz tüccarlar açısından zarara dahi sebep olabilir. İşte Schumpeter kapitalizmin döngüsünü sarı ampul örneğindeki gibi daima farklı alanlarda farklı yenilikler olacağından hareketle sürekli görür. Ancak buna mukabil yine Schumpeter, kendinden beklenmeyeceği üzere kapitalizmin bir noktada tıkanacağını öngörür. İnovasyonun (tasarımın) tekil şahıslara ve kesintisiz olmayan tekil eylemlere bağlı olması, ayrıca kapitalizmin başarısının getireceği irade dışı sonuçlar bir noktada onun kendi çıkmazını hazırlayacaktır.

Bu ana ekollerin yanı sıra, farklı bakış açıları da vardır. Keynes, kapitalizmde amaçsal akıl ve hesaplanabilirliktense; keyfiyet, duygu ve rastlantıların etkili olduğunu düşünür. Bunları havansal dürtüler (animal spirits) olarak adlandırır. Keynes'in ekonomi konusundaki en büyük karakteristiği demek olan gereken yerlerde devlet müdahalesi de muhtemelen bu hayvansal dürtüleri tımarlamakla ilgilidir.

Farklı bakış açılarına önemli bir örnek de tarihçi Braudel'dir. Braudel kapitalizm ve piyasa ekonomisi kavramlarını alışılmadık bir biçimde ayırır. Piyasa ekonomisinin daha orta ve alt oyuncuları kapsayan, gerçekten de rekabet içeren bir ortam olduğunu ancak kapitalistlerin çok daha büyük oyuncular olarak bu rekabetten münezzeh olduklarını vurgular. Oligopolitik ve monopolitik eğilimleri olan kapitalistler, siyasilerle dirsek temasındadırlar. (Burada daha önce pek çok kere takip ettiğim hattın ulaştığı Braudel'in üç ciltlik Maddi Uygarlık ve Kapitalizm eserini okumamın şart olduğunu da samimi bir not olarak eklemek isterim.)

Wallerstein ve Arrighi, Braudel'in analizini temel alarak yeni çalışmalara başladılar. Bunun önemli bir çıktısı olarak kapitalizmin Avrupa dışı ülkelere ve dünyanın pek çok yerine transfer olabilmesiyle ilgilendiler. Bu da Komünist Manifesto'da da öngörülen kapitalizmin ülke sınırlarını aşarak küreselleşeceği meselesini de teyit ederek bir "dünya sistemi" analizini doğurdu.

Kitabın ikinci bölümü, kapitalizmin tarihsel gelişiminde, hatırı sayılır bir çevre tarafından ilk nüve olarak kabul edilen merkantilizm, yani ticaret kapitalizmiyle devam ediyor. Burada bir ara değinmeyi gerekli buluyorum. Gerçekten de kapitalizm dediğimiz şeyi, ticaret yapmak üzerinden okuyacak olursak buna bir başlangıç noktası tayin etmenin mümkün olmayacağı gibi bir sonuca varıyoruz. Zira biliyoruz ki insanlığın ilk günlerinden beri takas veya insanlar arası alışveriş vardı. Lidyalılar'la birlikte para keşfedildi. Ancak bizim kapitalizmin ilkel evresi olan merkantilizmden bahsetmemiz için 1500'lü yıllara gelmemiz gerekiyor. Bu bizi teorisyenler arasında yapılmış büyük bir tartışmanın kıyılarına vardıkmakla beraber, takip ettiğimiz ekoller açısından şöyle bir açıklamaya yönlendiriyor; günümüzdeki hâliyle kapitalizm pek çok ögeyi içinde barındıran bir kavramdır. Bireysel haklar, özel mülkiyet, sermaye/sermaye yoğunlaşması ve çeşitli diğer başlıklar bu ögelerden bazılarıdır. Dolayısıyla bu şekliyle kapitalizmden bahsetmek üzere bir tarih taramasına başladığımızda merkantilizm, ilkel bir yapı olmakla beraber son derece makul bir başlangıç noktasıdır.

Merkantilizmin ilk örneğini ele almak için Çin, Arabistan ve Avrupa'nın bir kısmına bakabiliriz. Merkantilizmi yani ticaret kapitalizmini, 19. ve 20. yüzyıllarda önce sanayi kapitalizmi, ardından günümüzde de geçerli olan finans kapitalizmi izler.

Sonuç olarak kapitalizm, günümüzde pek çok liberal ilkeyle birlikte anılsa da çok eski olmayan zamanlarda son derece zıt alanlara da kayabilmiştir. Mussolini ve Hitler'in iktidara gelişlerinde ülkelerindeki burjuvazilerin desteğini almaları buna örnek gösterilebilir. Ayrıca kapitalizmin her seferinde bir şekilde ayakta kalmayı sürdürmesi de göz ardı edilemez. Bunda çok kıvrak ve bir yerden sonra iç bulandıran değişim kabiliyeti son derece etkilidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder