Tarihi bilmek insanlığın serüvenini anlamak ve çıkarım yapabilmek için en büyük gerekliliktir. Ancak bu "anlama ve çıkarım yapma"nın tam olarak ne olduğu da çok önemlidir. Tarihi yazılı olduğu kaynaklardan ve belgelerden eksiksiz öğrenmek mümkün olsa da o kaynak ve belgelerin eksiksiz olması mümkün değildir. Yani en başta elimizdeki tarih bilgisi eksik ve parçalıdır. Bunun yanı sıra tarihte de diğer sosyal bilimlerde olduğu gibi tüm hesapları boşa çıkarabilecek bir insan faktörü vardır. İlgilenilen şey bir ordu, halk, devlet veya herhangi bir topluluk olabilir, temelinde daima insan vardır. İnsan da doğası itibariyle çoğu kez öngörülemez bir yapıdadır.
Hem elimizdeki bilginin eksik ve parçalı olması, hem de insan faktöründen dolayı sosyal bilimlerde, doğa bilimlerinde olduğu şekilde kesin yargıya varmak ve teori geliştirmek mümkün değildir. Bu namümkünlük önemli bir noktadır. Marx ve Engels tarihsel materyalizm üzerinde çalışmışlardır bu sebeple de ideolojiler arasında temel bir ayrım noktası oluşmuştur. Tarihin bir bölümünde sınıf savaşımı incelenecek olsa bile tarihin tamamını sınıf savaşımıyla açıklamak ve bunu mutlak doğru kabul edip üzerine bazı öngörüler geliştirmek hiç şüphesiz akıl ve bilim sınırları dahilinde değildir. Nitekim insanlığın son dönemi bir deney olarak kabul edilecek olursa, bu deney de bunu doğrulayacak niteliktedir.
Tarihi bilmekten devam edecek olursak, tarih; insanlığın serüveninin kayıt altına alınabilmiş kısmıdır. Bu kayıt altına alınmış kısmın incelenmesi akademik manada mümkündür ancak yine de eksiği bol bir bilgi yığınının incelendiği unutulmamalıdır. Popüler olarak bakıldığındaysa da daha farklı bir yönelim söz konusudur. Katı akademik araştırmaların birkaç gömlek altında kalan popüler yazımlar da toplumun genelinin belleğini oluşturur veya oluşmuş belleğin talep edeceği doğrultudaki konulara yönelmiş durumdadır. Örneğin bir Fransız İhtilali, Napolyon, Bolşevik İhtilali, Soğuk Savaş gibi kişi ve kavramlar son derece bilinirliği yüksek durumdayken onların çağdaşı olan diğer kişi ve kavramlar için aynı şeyi söylemek katiyen mümkün değildir. Fransız İhtilali süresince Çin'de neler olduğu, İran'ın neyi yaşadığı ve Japonya'nın durumu toplumların geniş kitlelerince asla bilinmemektedir. Yine aynı şekilde çoğu insan Fransız edebiyatını zevkle neşrederken, Japon edebiyatıyla ilgili en ufak bir fikri yoktur.
Tarih içinde bilinirliği yüksek kişi ve kavramların bilinmeyen kısımları da çoğu kez ilginç veya ironik bağlantıları açığa çıkarmaktadır.
Genç Topçu Subayı
Napolyon Bonapart, dünyaya gözlerini açtığı Korsika adasında, 15 Ağustos 1769'da doğduğunu söylemiştir. 15 Ağustos 1768'de doğmuş olsa Cenevizli olacak olan Napolyon, daha sonra Korsika'yı Fransa ilhak ettiği için bu bir yıllık ufak değişiklikle Fransız olmuş oluyor. Ailesinin Toscana'dan göç eden İtalyan menşeili soylu bir aile olduğu da ayrıca bilinmektedir. 10 yaşından itibaren askeri okulda öğrenim gören Napolyon özellikle tarih, coğrafya ve matematik derslerindeki başarısını kısa sürede belli etmiştir. Brienne'de 5 yıllık harp okulunu bitirmiş ve ardından Paris'te harp akademisinde devam edip, 1 Eylül 1785'te 58 kişilik sınıftan 42. olarak mezun olmuştur. La Fere Alayı'nda topçu teğmen olarak göreve başlamıştır.
Velhasıl Fransa'nın ve modern tarihin çok önemli bir dönüm noktası olan Fransız İhtilali (1789) cereyan ettiğinde, yine Fransa'nın ve modern tarihin çok önemli bir şahsiyeti, genç ve pek de önemli olmayan bir topçu subayıydı.
Genç Kurmay Başkanı
II. Meşrutiyet'in ilanına karşın bir gerici tepki olarak 13 Nisan 1909 tarihinde küçük çaplı bir ayaklanma meydana gelmiş ve bu olay -takvim farkından kaynaklı olarak- 31 Mart Vakası olarak anılmıştır. Ayaklanmanın bastırılması için görevlendirilen Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu'nun Kurmay Başkanlığını Kolağası Mustafa Kemal üstlenmiştir. Atatürk'ün tarih sahnesine çıkışı her ne kadar Çanakkale muharebeleri veya Trablusgarp olarak kabul edilse de Hareket Ordusu'nun Kurmay Başkanlığını yürütmesi, hem de bu yürütmeyi inisiyatif kullanma ve kararlılık çerçevesinde gerçekleştirmesi dikkatlerden kaçmaması gereken önemli bir başlangıç noktasıdır.
Yaralı Onbaşı
I. Dünya Savaşı'nın son günlerine gelindiğinde, Fransa'nın kuzeyinde yaşanan muharebelerde bir İngiliz askeri olan er Hanry Tandy, yaralı bir Alman onbaşısını fark edip, her nedense ona merhamet etmiş ve öldürmekten vazgeçmiştir. Buna istinaden onbaşı da teşekkür mahiyetinde başını eğmiş ve olabildiğince hızlı bir şekilde oradan uzaklaşmıştır. Yıllar sonra bu insani hareketi için belki de memnuniyet duyduğu sıralarda Henry, hayatını bağışladığı kişinin Adolf Hitler olduğunu anladığında yoğun bir pişmanlık ve suçluluk duygusu hissetmiştir.
Demirkırat'ın Süvarisi
Başka bir çok partili düzene geçiş denemesi olarak Atatürk tarafından Ali Fethi Bey'e kurdurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası, kısa sürede rejim muhaliflerinin yoğun ilgisi ve büyük taşkınlıkları, özellikle İzmir'de yaşanan olaylar sebebiyle kapatılmıştır. Partinin açık kaldığı müddetçe, yerel örgütlerini kurmaya çalışan Ali Fethi Bey Aydın'a geldiğinde kendisine ısrarla tavsiye edilen isim Çakırbeyli Çiftliği'nin genç beyi Adnan Menderes, yapılan görüşmeler sonucu SCF Aydın il başkanı olmayı kabul etmiştir. SCF kapatıldıktan sonra ya siyaseti bırakmak yada yuvaya dönmek seçenekleriyle karşılaşan her SCF'li gibi Adnan Menderes'te bu iki yoldan birisini seçerek CHP Aydın il başkanlığı görevini üstlenmiştir.
3 Şubat 1931'de Atatürk'ün Aydın gezisinde Menderes'le 5 dakikalık ayaküstü sohbeti laf lafı açtığından yaklaşık 4 saati bulmuş ve bu görüşme dahilinde tarımda modernleşmeden, ekonomiye, oradan siyasete pek çok konu konuşulmuş, bu konuşma ile ilgili Atatürk, Menderes'ten bir de rapor istemiştir. Sonrasında da "bugün tanıştığım genç adam dikkate değer birisiydi" demiştir. Seçim zamanı yaklaştığında da milletvekili adayı olarak Menderes kendi arzusu dışında belirlenmiş ve CHP milletvekili olarak siyaset hayatına başlamıştır.
12 Haziran 1945'e gelindiğinde CHP grup toplantısında, özellikle iktisadi konulardaki görüş ayrılıklarından hareketle parti yönetimine ve hatta temel işleyişe 4 kişi kazan kaldırmış, bu olay tarihe "dörtlü takrir" adıyla geçmiştir. Olayın baş kahramanları olan; Celal Bayar, Refik Koraltan, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü 1946'da Demokrat Parti'yi kurmuşlar, 1950'de iktidar olup 27 Mayıs 1960 İhtilali'ne kadar da DP olarak ülkeyi yönetmişlerdir. (iç cephede bazı ayrılıklar çok önceden yaşanıyor) 27 Mayıs sonrası yapılan yargılamalarda idam edilen Menderes, SCF ile başladığı siyaset serüveninde önce dolaylı, sonra doğrudan olarak Atatürk tarafından Türk siyasetine kazandırılmış bir isimdir. Şimdilerde zannedilen tarihteki mutlak CHP-DP düşmanlığının aksine birbirini doğuran farklı anlayışların trajik bir örneğidir.
Cemal Aga
Cemal Gürsel her ne kadar günümüz popüler tarihinin 27 Mayıs İhtilali ile sınırlı görmek istediği bir karakter olsa da; nam-ı diğer Cemal Aga I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nda çarpışmış bir askerdir. 1895'te Erzurum'da doğan Gürsel, ilköğrenimini Ordu'da tamamlamış sonraları Erzincan ve İstanbul'da askeri öğrenci olarak bulunmuştur.
1915-1917 yılları arasında Çanakkale'de ve Suriye- Filistin cephesinde topçu subayı olarak görev almış, ardından Kurtuluş Savaşı'nda batı cephesinde gerçekleşen her muharebeye katılmıştır. 27 Mayıs'ın organize edilmesinde bir katkısı bulunmayan Gürsel, rütbesinin büyüklüğü ve fikrî yönelimi sebebiyle inzivada bulunduğu İzmir'den Cemal Madanoğlu tarafından davet edilip MBK'nın başına getirilmiştir. "Devrim" adıyla tanınan yerli araba üretim projesi de kendisinin hususi ilgi ve teşviğiyle yürütülmüştür. 27 Mayıs sonrası yüklendiği; devlet ve hükümet başkanlığı, TSK Başkomutanlığı ve savunma bakanlığı yetkileri ve ardından 10 Ekim 1961'de gelen Cumhurbaşkanlığı yetkisinin yıprattığı Gürsel'in sağlık durumu yoğun stres altında günden güne kötüye gitmiş, tedavi için ABD'ye gittiyse de sonuç alınamamış ve 14 Eylül 1966'da hayatını kaybetmiştir.
Ne var ki Cemal Gürsel ve Cemal Madanoğlu'nun başrollerinde bulunduğu 27 Mayıs yönetimi ve MBK'yı bir yandan garipserken, bir yandan da elde ettikleri güce imrendiğini sonradan dile getirecek olan genç subay Kenan Evren, 20 yıl kadar sonra başka bir askeri diktanın başı olacak ve tarih örgüsü ürpertici bir biçimde örülmeye devam edecektir.
İki Karşılaşma
1965'in Ekim'ine gelindiğinde cumhuriyet çocuklarının ilk temsilcilerinden Süleyman Demirel başbakan seçilmiş ve eski milli kahramanlar, son Osmanlılar tarihte bir devir olarak yerini almış bulunuyordu. İsmet İnönü de kendi verdiği tüyoyla demokratik bir şekilde yerini devrettiği bu genç adamla aslında ikinci kez karşılaşıyordu. İlk karşılaşma İnönü'nün yine başbakan olduğu 1936 yılının 25 Mart'ında demiryolu açılışı için gittiği Demirel'in memleketi Isparta'da gerçekleşmiştir. Tabi o zamanlar küçük Süleyman ortaokul 1. sınıf öğrencisidir ve kalabalığın içinden merak dolu gözlerle başbakan İsmet İnönü'yü izlemiştir, tam 27 sene sonra da o gün hayranlıkla izlediği başbakanı devirmiş ve yerini almıştır.
Bu gibi olaylar bize tarih örgüsünün gerçek dokusuna temas edebilmede birkaç küçük fırsattır. Tüm tarihi anlayıp(!) onun üzerine bazı katı düşünceler oluşturmak ve de bunu dogmalaştırmak bizleri falcılıktan ve ezbercilikten öte bir yere taşımayacaktır.
Yararlandığım kaynak ve bağlantılar;
Napolyon/ Robert Matteson Johnston
tccb.gov.tr/cumhurbaskanlarimiz/cemal_gursel/
ntv.com.tr/galeri/dunya/hitleri-bagislayan-adam,l5ZGGxDYgUWR_YA2RyZ9mw
İhtilalin Pençesinde Demokrasi/ 32. Gün (belgesel)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder