20 Haziran 2018 Çarşamba

Sunî Sınıfsızlık Üzerine



Sunî Sınıfsızlık Nedir?

Tarih boyunca hemen her toplulukta, halkta farklı katmanların olduğu bilinmektedir. Bunlar yaygın olarak "toplumsal sınıflar" olarak tabir edilegelmişlerdir. Tarihin seyri içerisinde sınıflar arası ilişkide ve özellikle de bir hak arama mücadelesinde, diğer alanlarda yaşanan değişimlere de bağlı olarak gelişmeler, denge değişimleri izlenmiştir. Toplumsal sınıfların değerlendirilmesi, farklı sosyolojik okumaların ve ideolojilerin yaklaşımıyla farklılık gösterir. Bir görüş sınıfların varlığını temel problem olarak görüp ortadan kaldırmayı amaçlarken, diğeri sınıfları toplumun farklı organları olarak algılar ve bu organların uyumluca çalıştığı, bütünlüğün sürdüğü durumu olması gereken durum olarak görür. Yani sınıfların varlığı ideolojilerin de ötesinde toplumların en önemli unsuru olarak bir olgudur. Yine de bunun ifade edilme şekli ideolojiler arasında farklılık gösterebilir.



Sınıflar, birbirleriyle olan ilişkileri sonucu önemli toplumsal gelişmeleri oluşturmakta, toplumdaki ana eğilimleri ifade etmektedirler. Tam da burada iyice odaklanılması gereken yer, sınıfların kendi kontrol alanlarını genişletmek için mücadele etmeleri, özellikle ekonomik kaygılar barındıran davranışlar sergilemeleridir. Bunlar son derece doğal davranışlar olmakla da birlikte, günümüze gelinene kadar dünya çapında önemli bir hafıza oluşturmuş ve hatta müstakil bir "teorik alan" yaratmıştır. Geldiğimiz noktada ve yaşadığımız zaman dahilinde toplumsal sınıflardan bahsederken çok önemli bazı noktaların atlandığı veya hiç görülmediği, bu sebeple de sağlıklı analiz yapmanın imkansızlaştığı kanaatindeyim. Bu atlanan veya görülmeyen noktaların bir araya geldiklerinde ortaya çıkardıkları bütünü ise "sunî sınıfsızlık" olarak adlandırıyorum.


Sunî sınıfsızlık, yapay ve sadece görüntüde mümkün ve sürdürülebilirliği de tartışmalı olan bir sınıfsız toplum manzarasını ifade etmektedir. Buna göre toplumun yaşantısı ve harcamalarıyla, genel ekonomik veriler arasında büyük uçurumlar vardır. Yani ilk bakışta toplumdaki herkesin iyi imkânlara sahip olduğu, bolluk ve refah içinde yaşadığı, iyi bir gelire, hatta büyük bir sermayeye sahip olduğu zannedilebilir. Oysa ki bu sadece görünüm itibariyle böyledir. Bu durumun yaygınlaşması ve sürekli hale gelmesinde küreselleşme rüzgârının katkısı inkâr edilemez. Hatta bu birincil sebep olarak da öne sürülebilir. Gelişen bilişim teknolojisi ve artan sosyal medya kullanımıyla dünya kültürü tek tipleşmeye başlamıştır. Bu bağlamda insanların olduklarından çok olmak istedikleri şekilde görünme istekleri katlanarak artmıştır. Tam da burada devreye giren ve dijital vitrin görevi gören sosyal medya, insanların olmak istedikleri karakter modelini sergiledikleri bir alan haline gelmiştir.


Elbette ki sosyal medya ve sanal mecralar tek başlarına sunî sınıfsızlığı meydana getirmezler. Bu alanlar, sadece bu görünümün tahsisinde rol oynarlar. Arka planda; markalaşmayla tercih edilecek ürünler, topluma sunulan rol modeller-üretilen karakterlerle bürünülecek tiplemeler belirlenirken, bunları yapmadaki en önemli aracın yani paranın teminini de bankalar sağlarlar. Tahmin edileceği üzere büyük bir borçlanma, hatta borç döngüsü de burada işleyen ana mekanizmadır. İnsanlar -eğer bu durum bilinçli olarak meydana getirildiyse- dahiyane bir biçimde içinde bulundukları yoksulluğu sorgulamak, ezilmeyi reddetmek, hak aramak yerine tam tersini yaparak bu durumun bilinmesinden kaçınmak yoluna kanalize edilmişlerdir. Yaşadıkları hayatı gerçeğin tam zıttı bir şekilde göstermeye çalışmaktadırlar. Buraya kadar ne olup, ne olmadığını belirlemeye çalıştığım sunî sınıfsızlık kavramının temeli de işte bundan ibarettir.

Sunî sınıfsızlık; günümüzde sınıf ilişkilerinin saplandığı bir yer olarak, sınıf mücadelesinin önünün alınmasına yönelik bir saptırma olarak, bir görünümün yorumlanması olarak, farklı şekillerde değerlendirilebilecek bir durumdur. Bu durumu gözlemlenebilir, saptanabilir, somut bir şekilde ele alınabilir bir durum olduğu için, tıpkı sınıfların varlığı gibi bir olgu olarak da kabul edebiliriz. Ancak bu olguyu doğuran süreçlerin ne olduğu ve kasıtlı bir şekilde mi geliştirildiği, yoksa kendiliğinden mi geliştiği sorularıysa çok daha geniş, kapsamlı ve bütünsel analizlerin cevap bulabileceği bir konu olarak farklı bir alanın kapsamındadır.



Düşünce Tarihi Boyunca Sınıf Kavramı Üzerine Bazı Yorumlar



Herhangi bir toplumda yaşamın sürdürülebilmesi için tarihin ilk dönemlerinden bu yana toplumları, toplumsal sınıflar meydana getirmiştir. Bu da haliyle düşünürlerin, filozofların, siyasî düşünceye katkıda bulunan kimselerin yorumlarında o zamanki şekliyle veya bugün bizim anladığımız anlama daha yakın olarak yer almıştır.

Platon'un perspektifinden sınıf kavramı


"Felsefe Platon'a düşülmüş dipnotlardan ibarettir." cümlesini çok kere duymuşuzdur. Platon düşünsel olarak pek çok alanda, disiplinde günümüzdeki en karışık meselelerin en ilkel hallerini ortaya koyan kişidir. Siyaset felsefesi ve devlet kavramı, dolayısıyla toplumsal sınıflar da bu kapsamdadır.



Platon, İdeal Devlet'inde toplumu üç sınıf şeklinde öngörür, bunlar; yönetici sınıfı, yardımcılar (bekçiler) sınıfı ve üreticiler sınıfıdır. Adından da anlaşılacağı üzere yöneticiler siyasetin en üstünde yer alır ve devleti yönetirler. Yardımcılar içeride ve dışarıda güvenliği sağlamakla, ayrıca yöneticilerin emirlerini yerine getirmekle yükümlü orta sınıftırlar. Üreticiler ise her türden ürünü üreten en alt sınıftırlar.1


Platon son derece idealist bir filozof olduğundan olsa gerek, bilgeliğin az sayıda insanın ulaşabileceği bir merhale olduğunu düşünmüş ve az sayıda filozof kral-kraliçenin bulunduğu bir yönetici sınıfını öngörmüştür.Yöneticiler ve onların yardımcıları olan orta sınıf aynı zamanda birlikte "koruyucular" olarak da adlandırılırlar. Koruyucuların mülkiyet hakları ve dahi aile kurma hakları yoktur.


 Öyle ki, kışla benzeri yerlerde topluca yaşayan koruyucular aynı yemekleri yerler ve ortaklaşa bir yaşam sürerler. Burada kendilerine ait bir mülk olması söz konusu değildir. Hatta özel olarak karı-koca olma durumu bile söz konusu değildir. İlişkilerde değişim ve ortaklaşalık vardır. Koruyucuların kendilerine ait olmama şartıyla çocuk yapmaları mümkündür. Bu çocuklar belirli yerlerde kimin çocukları olduklarını bilmeden yetiştirilmeleri ve ileride yetenekleri doğrultusunda görevlendirilmeleri söz konusudur.Bu anlamda aileden çocuğa geçen bir sınıf aidiyeti de söz konusu değildir.


Koruyucuların mülk ve maddiyattan uzaklaştırılmış durumda olmalarının yanı sıra yaşadıkları kışla tipi yerlerde de lüks ve şatafattan arındırılmış komünal bir yaşam sürmeleri öngörülmüştür. Siyasî anlamda en alt sınıf olan üreticilerin ise mülk edinme ve aile kurma hakları vardır. Bu durumla belki de bir tür dengelemeye gidilmek istenmiştir.




Aristo'nun perspektifinden sınıf kavramı



Platon'un öğrencisi olan Aristo, onun devamı niteliğinde pek çok gelişmeyi sağlamış, yine bu gelişim kapsamında da çoğu noktada Platon'un düşüncelerine eleştirel bir yaklaşım göstermiştir. Aristo'nun Platon'dan en temel farkı daha materyalist olmasıdır. Her şeyin idealar dünyasında bir ideasının bulunduğunu iddia eden ve dünyadaki varlıkları da bu ideaların yansımaları olarak niteleyen Platon'dan farklı olarak Aristo idea yerine "telos" kavramını geliştirmiştir. Buna göre örneğin büyük bir meşe ağacının telosu başka bir alemde bir idea değil, yine yeryüzündeki bir meşe palamududur.



Aristo, Platon'un koruyuculara özel mülkü ve aile kurmayı yasaklamasını da gerçekçi bulmaz ve eleştirir. Yönetme erkini elinde bulunduranların aile kurma haklarından ve mülk edinmekten vazgeçmelerini mümkün görmez ve bu yasaklamayı reddeder.4


Aristo'nun hemen her konuda olduğu gibi sınıf meselesinde de bir "orta yol" veya "altın orta" yaklaşımı söz konusudur. Aşırı uç sınıfların kontrolü ele geçirmelerini sakıncalı görür. Buna göre en zenginlerin veya en fakirlerin kontrolü ele geçirmesindense, geniş bir orta sınıfın söz sahibi olmasını daha sağlıklı bulur. Yine Platon'dan farklı olarak yönetici sınıfın içinde kadınların yer bulmasını doğru bulmaz. Bunun yanı sıra köleliğin varlığını da kabul eder. Böylelikle, kadınların ve kölelerin ikinci sınıf varlığı da ortaya çıkmış olur.5




Makyavelli'nin perspektifinden sınıf kavramı


Makyavelli'nin topluma bakışında keskin bir elitler-kitleler ayrımı vardır. Yönetme erkinin saltanat usulüyle veya herhangi bir komployla dışarıdan elde edilmesiyle pek ilgilenmeyen Makyavelli, son derece ilkesiz bir biçimde sadece yönetme erkini muhafaza etmeyi amaçlar. Devletin başına geçen kimsenin başta kalabilmesi için her şeyi yapmasını ve halkın geniş kitlelerini dizginlemesini öğütler. Bu geniş kitlelerin özgürlüğü hak etmeyecek ölçüde akılsız, bencil ve öngörüsüz olduklarını düşünür.6

John Locke'un perspektifinden sınıf kavramı



Liberalizmin tarihî öncülerinden birisi olan John Locke'un sınıflara bakışını anlayabilmek için önce özel mülkiyete bakışını kavramak gerekir. Locke, başlangıçta yaratıcının tüm insanları eşit yarattığını ve eşit haklar verdiğini savunur. Bu gayet dinsel bir yaklaşımdır. Locke'a göre insanlar bu başlangıçtaki eşit halden itibaren emek verdikleri ölçüde özel mülke sahip olmuşlardır. Yani birtakım insanın ilkel halde bir alanda bulunduklarını varsayarsak, her biri işleyebildiği, tarım yapılabilir hale getirdiği ölçüde toprağa sahip olur ve özel mülk doğmuş olur.Bunun miras yoluyla devri ve onu devralanların tasarrufları sonrası yine devretmeleriyle de mülkün nesiller boyu devamlılığı sağlanır.



Locke'a göre nesiller boyu elindeki mülkü arttıran aileler daha yetenekli ve seçkin ailelerdir. Bir de bu yetenekli insanların işlerinde çalışan sosyo-ekonomik statüleri daha düşük insanlar vardır. Bu insanlar da emek vererek ve akıllarını kullanarak mülk edinebilirler. Ancak onlar mülklerini arttırdıkları zamanda da yine ağır ve angarya işleri yapması gereken birileri olacağından, yani bir alt sınıfın varlığının daima gerekli olacağından bu durum normaldir. Toplumda bir alt kesimin, alt sınıfın olması Locke'a göre gayet doğal ve gereklidir. Yine Locke'a göre zaten alt sınıftaki insanların kendini geliştirecek ne akılları ne de eğilimleri vardır.8


Karl Marks'ın perspektifinden sınıf kavramı


Marks hiç şüphesiz üzerinde en çok konuşulan düşünce insanlarından birisidir. Çoğu kez bir kavramı ilk kez onun dile getirip getirmediği, bir teoriyi ilk defa onun ortaya koyup koymadığı, hatta ne söylediği ve ne söylemek istediği tartışma konusu olmuştur. Kendisinin haksız çıktığı, yanıldığı iddialarının yanı sıra, haklı çıktığı(!) söylenen düşünsel rakiplerinden çok daha tanınır olması da son derece ironiktir.

Tarihî akış içerisinde hem siyasî eğilimleriyle ilgili olarak, hem de yaşadığı dönem itibariyle, yaşanan teknik gelişimlerin sosyal hayatı ve sınıfları yeniden dizayn ederek ilgi uyandıracak bir hale gelmesi sebebiyle Marks, toplumsal sınıflar üzerine en çok kafa yoran teorisyen olmuştur.


Marks'ta sınıfın ne olup ne olmadığıyla ilgili olarak, "toplumdaki katman, tabaka" tanımından daha derin bir tanım bulmak pek mümkün değildir. Bir sınıfa olan mensubiyetin Marks'taki kıstası, kişinin elindeki sermaye veya mülk değil, o sermaye veya mülkü kazanma şeklidir.9 Para kazanmayı ve mülk edinmeyi belirleyen şey, yani meslekler de Marks'a göre o dönemdeki; üretim şekli, teknik gelişim ve bunlara bağlı olarak paranın akış yönüne göre belirlenir. Bu bağlamda toplumsal roller; köleci toplumda efendi-köle, feodal toplumda derebeyi-serf, kapitalist toplumda sermayedar-işçi olarak belirlenmiş olur.10


Marks, Louis Bonapart'ın 18. Brumaire'i adlı eserinde; köylüler, işçiler, toprak aristokrasisi ve kapitalist burjuva olarak beş sınıftan bahsetmektedir.11




Almanya'da Devrim ve Karşı-Devrim adlı eserinde; köleler, göçebe tarım işçileri, küçük köylüler ve büyük köylüler olarak dört sınıftan bahsetmektedir.12


Alman İdeolojisi adlı eserinde; kentliler ve köylüler olarak iki sınıftan bahsetmektedir.13


Marks, sağlığında ne sınıfların, ne de sınıf çatışmasının kendi keşfi olduğunu, kendi öngörüsünün; sınıflara sadece üretimin bir aşamasında rastlanacağını, sınıfların sermaye yoğunlaşmasıyla keskin bir mücadeleye girerek ikiye indirgeneceğini, bu mücadelenin de proleterya diktatörlüğüyle neticeleneceğini, daha sonrasında sınıfsız topluma geçileceğini ortaya koyduğunu söylemiştir.


Gerçekten de Marks'ın tüm teori ve öngörülerinde, bir ülkeye veya bölgeye özgü olarak sınıf sayıları değişse de, temelde sermayenin yoğunlaşması sonucu ara sınıfların ortadan kalkarak ezenler ve ezilenler olarak iki sınıfın ortaya çıkacağı iddiası vardır. Bu aynı zamanda tarihsel materyalizmin önemli bir kısmıdır. Teknik gelişim sınıfların durumunu belirleyecek, sınıfların durumu da yeni dengeleri tesis edecektir.

Marks'a getirilen çok yaygın bir eleştiri de; onun öngörüsüne tamamen zıt olarak sınıf savaşımının şiddetlenmesi ve ayrımın tavan yapması yerine, iş hayatında sonradan ortaya çıkan, "beyaz yaka" olarak da adlandırılan vasıflı kafa işçilerinin varlığıyla, yumuşak geçişli bir sınıflar hiyerarşisinin meydana gelmiş olmasıdır.14



Tarih Boyunca Bazı Toplumsal Sınıflılık Örnekleri


Toplumsal sınıfların uzunca bir geçmişi olmakla beraber, tarih öncesi dönemde insanların avcı-toplayıcı düzeyde yaşamlarını sürdürdükleri zamanlardan itibaren, tarımın keşfiyle toplumsal ayrımın keskinleştiği ve sınıf kavramının ortaya çıktığı düşünülmektedir. Antik Yunan'da demokrasinin olduğu zamanlarda dahi yaygın kanının aksine kölelik vardır. Hatta, kölelik sayesinde ağır iş ve angaryalar yürütülmekte ve toplumsal yaşam bu şekilde sürerek özgür insanların yararlanabildiği "demokrasi" temin edilebilmektedir.


Yine toplumsal sınıfların en katı şekillerinden birisine örnek verilebilecek sistem kast sistemidir. Bu ismin Portekizce'deki "casta" yani ırk kelimesinden türediği düşünülmektedir.15 Bu sistem uzun yıllar Hindistan'da görülmüştür. Kast sistemi yakın bir tarih olarak görebileceğimiz 1975 yılında ancak kaldırılabilmiştir. Kırsal kesimde 1975'ten bu yana kast anlayışının kalıntılarının hâlâ bulunduğu da bilinmektedir.16


Hindistan'daki kast sisteminde dört ana sınıf vardır. Bunlar; brahmanlar, ksatriyalar, vaisyalar ve sudralardır. Bu sıralama aynı zamanda statüyü de belirleyen bir sıralamadır. Brahmanlar, kutsal kitabın yorumlanmasındaki çalışmaları yürüten en üst ve dinî bir sınıftırlar. Ksatriyalar, askerî güvenlikten sorumlu üst düzey komutanların bulunduğu subay sınıfıdır. Vaisyalar, ticaretle uğraşan tüccar sınıfıdır. Sudralar ise en alt kesim olarak ağır işleri ve angaryayı yerine getiren işçi sınıfıdır. Bunlara ek olarak sınıf dışı olarak kabul edilen belki bir anlamda sudraların da altında bir beşinci sınıf olan paryalar vardır. Paryaların hiçbir insanî hakka sahip olmadığı bilindiği gibi pek çok yerde bulunmaları dahi yasaktır.


Hindistan'daki kast sistemini diğer sınıf sistemlerine göre çok daha katı yapan şey ayrımın daha net olması ve sınıflar arası geçişin mümkün olmamasıdır. Buna mukabil Ortaçağ Avrupası'nda daha yumuşak bir sınıflılık vardır. Zümre veya düzen olarak adlandırılan sınıflar; soylular, din adamları ve geriye kalanların toplamından meydana gelen bir "üçüncü düzen"i içeren bir hiyerarşiden ibarettir. Sınıflar arasında güç de olsa geçiş mümkündür. Üçüncü düzen denilen kesimin içinde de, özellikle bazı İskandinav ülkelerinde daha sık rastlanacak şekilde, köylü-burjuva ayrımı, köylülerin kendi içlerinde serf ve özgür köylü ayrımı görülmüştür. Yine soyluların ailelerine veya sahibi oldukları toprak büyüklüğüne göre ve din adamlarının da kendi içlerinde alt-üst ilişkileri mevcuttur.17

Yeni dünyanın kuruluşunda başat rol oynayan Fransız Devrimi, monarşi ve Kilise baskısından bıkan, ancak yöneldiği okumalarla bilinç düzeyi artan ve yaşadığı hayatı sorgulayan geniş yığınların mücadelesiyle yapılmıştır. Bunun sonucunda dünyayı da etkisi altına alacak milliyetçilik akımı ve sınıf bilinci yayılmış, bu devrimi örnek alan farklı devrimler meydana gelmiştir. Daha sonraları da bunların bir kısmı radikalleşerek faşizmi ve nazizmi meydana getirmiş, bir kısmı umut vadeden genç cumhuriyetler, bir kısmı da burjuva devrimini Marksizm etkisiyle sosyalist devrimle tamamlamışlardır. Kısacası uzun yıllar öncesi bir düzenin geniş halk kitlelerince ortadan kaldırılması dalga dalga etkilerle yeni düzenleri meydana getirmiştir.


Günümüzde Sınıfların Durumu



Berlin Duvarı'nın yıkılışının habercisi olduğu tek kutuplu dünyanın varlığı, Sovyetler Birliği'nin çözülmesiyle tescillenmiştir. Buradan itibaren yoğunlaşan küreselleşme propagandaları asla vadedilen zenginliği ve refahı getirmediği gibi aksine gelir dağılımındaki adaletsizliği körüklemiş ve sermayenin yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Bugün 1970 yılından itibaren ülkelerdeki ulusal gelirden alınan payda, en üstteki %1'lik kesimin payının giderek arttığını söylemek mümkündür.18


Ünlü iktisatçı Guy Standing'in bir tanımlaması olarak, "güvencesiz" ve "proleterya" kelimelerinden türetilmiş olan "prekarya" kavramı da içinde bulunduğumuz zamanda sınıflardan söz edileceği zaman muhakkak hatırlanması gereken bir kavramdır.19 Bu kavram esasında Marks'ta sıkça duyduğumuz proleteryanın günümüzdeki, sık iş değiştiren bilinçsiz ve güvencesiz halini ifade eder. Bunun tehlikeli olabileceğini vurgular. Gerçekten de sermaye yoğunlaşmasına paralel olarak izlenen bu yeni sınıfın gelişimi, yetişen yeni nesillerin ekseriyetini içermesi sebebiyle dünyada git gide artan bir avamlığı ve köksüzlüğü beraberinde getirmektedir.



Sözün özü; yükselen neoliberal politikalar, sendikalar ve güvence sağlayacak kurumsal yapıları boğarak, gelir adaletsizliğini getirmiş, sermayeyi yoğunlaştırmış, büyük ölçüde vasıfsız ve güvencesiz nüfusu doğurmuştur. Bunun sosyal hayattaki yansıması da sunî sınıfsızlık olarak tezahür etmiştir. 

Toplumsal statü arttırıcı etkisi olduğu düşünülen kişisel eşyaların, örneğin cep telefonlarının kullanımı, gelir seviyelerine göre dağılımı yönüyle incelendiğinde muhtemelen son derece heterojen bir sonuçla karşılaşılacaktır. Yani popüler bir markanın yüksek modelli bir cihazının fiyatı, kimi kullanıcılarının aylık gelirinin bir kısmına veya tamamına denk gelirken, önemli bir kısmının da birkaç aylık gelirlerinin toplamına denk geldiği görülecektir. Bu durum pek çok alan için geçerlidir ve bu tür örnekler sunî sınıfsızlığı teyit etmede son derece mühimdir. Direkt olarak aynısına sahip olmanın mümkün olamayacağı ölçüde yüksek fiyata sahip ürünlerde ise -örneğin otomobillerde- istenen ürüne muadil olarak geliştirilen daha düşük prodüksiyondaki ürünlerin tercihi veya doğrudan asıl ürünün çeşitli zamanlarda kiralık olarak kullanılması durumu görülür. Aralarında ciddi gelir farkı bulunan kimselerin bir kısmının kendi imkanları doğrultusunda, bir kısmının da borç döngüsüyle aynı -veya çok yakın- standartlarda yaşadığı görülmektedir. Daha önce de bahsettiğim şekilde, toplumun temeline oturan borçlanma mekanizması ve bankaların önlenemez büyümesi de, doğrudan doğruya bununla ilgilidir. 



Ekonomik alanların dışında artık; ruh hali, karakter ve imaj olarak dahi tek tipleşme, özgünsüzlük, "idealleşme" had safhadadır. "İdeal" olanı kendisine sunulan kitleler onu elde etme çabasına girmektedirler. Herhangi bir ağ ile geniş kesimlere sunulan imajlar çok kısa sürelerde Batı Avrupa'dan, Ortadoğu'ya toplumların ezici çoğunluğunda görülmektedir.



Bu sevimsiz ve iç karartıcı görüntüsünün dışında sunî sınıfsızlık, hiç değilse bazı temel hakların teminine, her alanda insanî şartların sağlanmasına karşı oluşmuş veya oluşturulmuş en aşılmaz engellerden birisidir.




DİPNOTLAR

1  "Siyasî Düşünce Tarihi" Schultz, Tannenbaum, Çev. Fatih Demirci, İstanbul: Adres Yayınları 2011. 7. baskı sf. 74

2  a.g.e. sf. 74

3  a.g.e. sf. 74

4  a.g.e. sf. 94

5  a.g.e. sf. 97

6  a.g.e. sf. 176

7  a.g.e. sf. 245

8  a.g.e. sf. 251

9  "Siyaset Bilimi" Ahmet Taner Kışlalı, sf. 199

10  a.g.e. sf. 202

11  "100 Soruda Sosyoloji El Kitabı" Doğan Ergun, sf. 79-80

12  a.g.e. sf. 79-80

13  a.g.e. sf. 79-80

14  "Sosyoloji- Kısa Fakat Eleştirel Bir Bakış" Anthony Giddens, sf. 61

15  Kışlalı, a.g.e. sf. 192

16  www.siamtur.com/uzakdogugazetesi/2017/06/22/hindistan-gecmisinin-acimasiz-duzeni-kast-sistemi/

17  Kışlalı, a.g.e. sf. 193

18  "21. Yüzyılda Sınıflar" Socialist Register 2014, sf. 148

19  www.mahfiegilmez.com/2018/01/proletarya-prekarya-ve-otesi.html#more

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder