19 Şubat 2019 Salı

Teori ve Pratik Üzerine

Teori ve pratik, herhalde en kapsayıcı, zıt ikili kavramlara iyi bir örnektir. Bu kavramlar üzerine pek çok şey söylenmiş ve yazılmıştır.

Bu ikili siyaset biliminde ayrıca önemli bir yer tutar. Tarihte bir gereklilik olarak ortaya çıkan ideoloji kavramı kendi içinde çeşitlenip, çoğalırken ciddi bir de teorik alan oluşmuştur. Her bir ideolojinin teorik çerçevesinde hareket etme çabası da doğal olarak bir tecrübe birikimini yani pratik alanı meydana getirmiştir. Teorik alanın, hayatın sayısız faktörüyle sınanmasıyla ortaya çıkan çelişkiler, bazen çelişki olmayacakları şekilde yeniden teorik hale getirilerek önemli bir ilerlemeye, ideolojik çeşitlenmeye sebep olmuşlardır.

Marksizm, "Bilimsel Sosyalizm" başlığının da altını dolduracak şekilde muazzam bir literatüre sahiptir. Hatta bu durum zaman zaman anti-sosyalist yaklaşımların bir teorisinin olmadığı eleştirilerine yol açar. Bunlar ilkel eleştiriler olmakla beraber, temelde kumanda ekonomisi ve serbest ekonomi mukayesesinden de anlaşılacağı gibi; "kumanda etme" niyeti, mecburi olarak her şeyi yönetmek için tanımlamayı beraberinde getirir. Buradan doğan hacimli bir teorik kısım, söz konusu ilkel eleştirileri haklı çıkarmasa da daha anlaşılır kılar.

Çin'in devrimci lideri Mao Zedong'un Teori ve Pratik adında derleme bir eseri vardır. Bu eserinde Mao, Marksizmi kendi yorumu yani Maoizm şeklinde genişletirken, özellikle çelişkilerden yola çıkar. Kader bu ya, Mao'nun halefi olan Deng Şaoping, Çin'i dünyaya açıp bugünkü gücüne kavuşmasında önemli adımlar atarken, teori ve pratiğin uyumsuzluğu, yani çelişki üzerinden pek çok eleştiriye ve soruya maruz kalmıştır. Deng, dünya ticaretinde git gide güçlenen Çin'in hala sosyalist mi yoksa kapitalist mi olduğu sorusunu, "eğer bir kedi fare yakalıyorsa onun siyah mı yoksa beyaz mı olduğu tartışılmaz" şeklinde cevaplamıştır. Bu son derece pragmatik bir yaklaşımdır ve temel ilkelerin savunulmasının esas alındığını gösterir. Bu yönüyle de son derece isabetlidir. 

Zira Deng'in politikası, bir doktrine saplanıp kalarak günden güne fakirleşip, iç karışıklıklara sürüklenen, milli egemenliğini kaybeden bir Çin'dense; teoriyi pratiğe uyacak şekilde revize ederek dünyada yadsınmaz bir ağırlığı olan ve aynı zamanda Mao'nun da anısının yaşatıldığı bir Çin'in tercih edilmesidir.

Aynı şekilde Lenin, 1921 yılı itibariyle liberal tandanslı NEP'i (New Economic Policy) uygulamaya koyarak, Sovyetlerin ekonomisini rahatlatma yoluna gitmiştir. O zaman da sonraları da pek çokları tarafından devrimden bir dönüş olarak görülen ve sert bir şekilde eleştirilen bu politika, Lenin'in ölümünden birkaç yıl sonra Stalin döneminde tasfiye edilmiştir.

Bu en başında da değindiğimiz şekilde, hayatın getirdiklerinin teorinin uygulanmasını belirlemesiyle, bir müddet sonra teorinin yeniden şekillenmesine örnek gösterilebilir.

Konumuzla son derece ilgili olarak bir eser, Teori ve Pratik Üzerine Bir Tartışma* adıyla Türkçeye kazandırılmıştır. Frankfurt Okulu'nun iki önemli temsilcisi olan Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer'ın 1956'da yaptıkları 3 haftalık tartışma ve konuşmaların teybe alınmasıyla meydana gelen bu kitap; aynı zamanda güncel bir Komünist Manifesto yazmak amacıyla, Soğuk Savaş'ın önemli bir safhasında oluşturulmuştur.

(*: Max Horkheimer, Theodor W. Adorno, Metis Yayınları, Çev. Orhan Kılıç)

Adorno ve Horkheimer'ın kavramlar üzerinde derinlikli çıkarımlarda bulunduğu bu eserde, teori-pratik ikilisine ilişkin değerlendirmelerin bazıları şu şekildedir:

HORKHEIMER- Teori ancak pratiğe hizmet ediyorsa gerçek anlamda teoridir. Sadece kendine yetme peşinde olan teori kötü teoridir. (sf.47)

HORKHEIMER- Teori eylemin amacını düşünmektir; ne için sorusunun cevabını bilmelidir. (sf.56)

ADORNO- Teori pratiğin salt bir amacı olmaktan daha fazlasıdır, çünkü kendi üzerine düşünür ve böylece de kendi kesinliğiyle saf teori olmaktan çıkar. (sf. 56)

HORKHEIMER- Bunu ancak doğru pratiği hedefleyerek başarabilir. (sf.56)

ADORNO- Teolojik anlamda bir nesneye/konuya yönelik olduğu zamanlarda, tefekkürün bir manası vardı. Komünist bir teorinin aslında bir saçmalık, artık varolmayan bir şeyin saf gözlenmesi olduğunu söyleyerek karşı çıkıyorsun hep teoriye. Teori kavramı, genel aydınlanma kavramı aracılığıyla kendi kendisini çürüttü. Teori kavramının arkaik bir tarafı var. (sf.56)

HORKHEIMER- Marx algıladıklarımızın fikirler değil, iki anlamda insan pratiğinin ürünleri olduğunu söylerdi. Birincisi, dikkatimizin daima ihtiyacımız olan şey tarafından yönlendirilmesi anlamında; ikincisi, bilimsel araçlarımızla üretmeyi henüz beceremediğimiz için, bazı şeyleri nominalist olarak çözülemez addetmemiz anlamında. (sf.56)

ADORNO- İnsanların doğadan kaçıp çıkmış olması son derece önemli. Hayvanlar dünyası ilk kez bugün bir monopol altında insanlar için yeniden üretiliyor, her şey kapandı. İnsan türünün biyolojik sıçrayışı tekrar geri alınıyor. (sf.56)

ADORNO- Teori zaten pratiktir. Pratik de teori önkoşuluna dayanır. Bugün her şey pratik sayılıyor, ama ortada bir pratik kavramı yok. Devrimci bir durumda yaşamıyoruz ve işin aslı, durum her zamankinden daha kötü. Asıl dehşet de bu işte: İlk defa artık daha iyisini tahayyül edemediğimiz bir dünyada yaşıyoruz. (sf.61)

Horkheimer; teoriyi kutsama yanılgısını peşinen reddederek, rasyonel bir temellendirmeyle teorinin pratiğe hizmetini önemsiyor. Bunda son derece kararlı olarak, sürekli "ne için" sorusunun cevabını bilmeyi -ki bu cevap pratiktir- gerekli görüyor.  Adorno ise Horkheimer'ı tam olarak tasdik etmekten kaçınarak, teorinin sadece pratiğin bir amacı olmasını reddediyor ve kendi sınırlarında teoriyi önemsiyor. Ayrıca o gün için (bence bugün de geçerli) insanların ufkunun daraldığını, teorinin pratik olduğunu ancak pratiğin sıfırlandığını ve insanları "insan" yapan vasıfların köreltildiğini öne sürüyor.

Frankfurt Okulu'nun bu iki etkileyici temsilcisinin görüşleri kadar, geçmişten günümüze dünya siyasetinde bir söylenen-yapılan mukayesesini de önemsiyorum. Teoriyi hayatın gerçekleriyle yontmak metaforunun dışında, ikiyüzlülük kapsamında ele alınabilecek pek çok örnek olduğunu düşünüyorum.

Özellikle kendi yönünü bulamamış ve egemen güçlerin rüzgârı etkisinde kalan ülkelerde bilindik sistemlerin dejenere olmuş halleri uygulanmaktadır. Örneğin "ahbap-çavuş kapitalizmi" olarak adlandırılan, serbest piyasa ekonomisinin bazıları adına daha "serbest" olduğu; ihale yaparak sağlanan rekabetle kamu yararını gözetmek yerine, bazı hilelerle rant elde edilerek, belli bir zümre yararının gözetildiği manzaralar pek yaygındır.

Aynı şekilde en sıkı serbest ekonomi taraftarı olan iş çevrelerinin, bazı yüksek teknolojili araç alım-satımlarında yapılan ikili anlaşmalarla, aynı bölgede aynı ürünün satışının kısıtlanmasını hâttâ yasaklanmasını sağladıkları bilinmektedir. Bu durumda belli bir yerden sonra piyasanın orta göbeğindeki kişilerin dahi "serbestliği" bir yere kadar benimsedikleri anlaşılmaktadır.

Serbest piyasanın en önemli ögesi olan girişimci, yani risk alan ve iş yapan kişinin aldığı riskin, denklemde çok kritik bir yeri vardır. Aslında her şey bu denklemde bir dengededir. Risk ve kazancın dengesi. Yine devletin yapmasının şiddetle eleştirildiği işleri ihaleyle yapan kişi veya kurumlara, ilgili işin bir tür garantisinin verilerek gerçekleşmemesi durumunda bu işin kârının karşılanması riski sıfırlamakta ve tüm denklemi anlamsızlaştırmaktadır. Bu garanti; yapılan köprüden geçecek araç sayısı, hastanede tedavi görecek hasta sayısı veya herhangi bir yap-işlet-devret modeli hizmetinin "işlet" dönemindeki herhangi bir iş olabilir.

Uzun yıllar boyunca devletin ekonomik alandaki varlığını eleştiren ve türlü yollarla bunu kısıtlayan iş çevrelerinin, ilgili sektörde devletin varlığını sıfırladıktan sonra, serbest piyasanın en önemli gerekliliklerinden olan "piyasada ayakta kalabilme"yi kendi kendilerine başaramamaları sonucu, çeşitli fonlardan beslenerek yine devlete yük oldukları görülmektedir. Bu açıkça "devlete yük oluyor" suçlamasıyla verimli işleyen devlet kurumlarını tasfiye edenlerin devlete yük olmaları durumudur! Vergi ödeme ve işçi çıkarma kartlarını sık sık oynayan özel sektör, sonuç vermeyeceği belli olan projelerde ödenek alma umuduyla pek çok zorlama fikri sunmakta bir beis görmemektedir!

İşte saydığım tüm bu çelişkiler, teorik gelişime yol açması mümkün olmayan verimsiz ve kötü çelişkilerdir. Etikten, ahlâktan ve vicdandan yoksun davranışlardır. Hâttâ doğrudan bir teorik arkaplanlarının olduğunu söylemek dahi mümkün değildir. Salt ilkesiz pragmatizme örnek teşkil ederler. Ancak tüm bunlara rağmen savunulduğu iddia edilen herhangi bir ideolojinin teorisinin daima doğal bir dokunulmazlığı vardır.

Tıpkı tutarsız ve kötü siyaset yapan tüm partilerin parti programlarında -genellikle- son derece güzel ve gerekli şeylerin yer alması gibi bir durum söz konusudur. Ahbap-çavuş kapitalizmi, kapitalizmin doğru bir temsilcisi olmadığı gibi görünmez elin işleyip işlemediği de onun üzerinden değerlendirilemez.

Aynı şekilde sosyalizm tandanslı ilginç bir diktatörlükle yönetildiği anlaşılan Kuzey Kore'nin sosyalizmi temsil etmesi de mümkün değildir.

Bu durumda herhangi bir ideolojik yaklaşımın eleştirisi karşısında sıkça duyduğumuz ve artık bir klişe haline gelen "gerçek x bu değil" tepkisi, sıkı ideoloji taraftarlarının bir kaçak savunması olduğu kadar, haklılık payı da olan bir ifade olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder