12 Kasım 2017 Pazar

Yeniden Kemalist Türkiye



Kemalizm mevzubahis olduğu zaman öncelikle "Kemalizm mi, Atatürkçülük mü?" sorusuna cevap vererek başlamayı daha doğru buluyorum. Bilindiği üzere Kemalizm ilk olarak; Mustafa Kemal Paşa önderliğinde vatan topraklarından işgalcileri söküp atmak için uğraşan hareketi, o millî direnişi tanımlamak için yabancılar tarafından kullanılmıştır. Atatürkçülükten bahsetmek ise  ancak Atatürk'ün soyadını aldığı 1934 tarihinden sonra mümkündür. (ayrıca "Atatürkçülük" tanımlaması çok daha sonraları 1970'lerden itibaren yaygınlaşmıştır) Yani orjinal tanımımız Kemalizm'dir. Ahmet Taner Kışlalı yazılarında iki sebepten ötürü "Atatürkçülük" değil "Kemalizm" tanımının doğru olduğunu savunmuştur. Bu sebeplerin ilkini Atatürk'ün tüm icraatlarının dünya genelinde Kemalizm başlığı altında tanınması ve bilinmesi, ikincisini de 12 Mart ve 12 Eylül'ü yapanların Atatürkçülük kavramını kendilerine siper edinmesi olarak ifade etmiştir. 

Bugünden bakıldığında ise ilginç bir şekilde toplum genelinin hafızasında negatif (12 Mart ve 12 Eylül) kısımlar Kemalizm'in hanesine yazılmış, ve Atatürkçülük daha ön plana çıkmıştır. Buna ek olarak "izm" eki bazı insanlara daha radikal ve katı doktrinleri çağrıştırmaktadır. Aslında Kemalizm-Atatürkçülük ayrımının da ötesinde önemli olan bu kavramın içinin nasıl doldurulduğu, anlamının nasıl karşılandığıdır. (ancak ben "Kemalizm" tanımını kullanmayı tercih etmemin sebebini açıklamayı gerekli gördüğümden bu kısıma da değindim)

Türkiye son yıllarda hiç de iç açıcı olmayan olaylara şahit olmuş, bazı sancılı süreçler yaşanmış, suni bir kimlik problemi oluşturulmak istenmiş, girişilen bir dizi toplum mühendisliği projeleri neyse ki başarıya ulaşamamıştır. Türkiye'nin Kemalist aydınları faili meçhul(!) cinayetlerle yok edilirken, millî ordumuzun şerefli subaylarının tasfiyesi bir tür demokrasi şöleni olarak sunulmuştur. İnsanlık can çekişirken, "yetmez ama evet"çi liberal aydın(!) takımın her seferinde binbir türlü laf oyunuyla aklamak istediği FETÖ, yargıyı büyük ölçüde ele geçirmiştir. Bu yapının örgütlü ve planlı bir biçimde devam eden devlet kurumlarını ele geçirme faaliyetleri ve gelişimi 15 Temmuz 2016 gecesi cüret ettikleri bir asker kamuflajlı hain kalkışmayla son bulmuş, sonuç olarak hem bu kalkışmayı yapanlar hem de bu terör örgütünün ana omurgası kesin bir şekilde ezilmiştir! Mevzubahis liberal aydın(!) güruhun bir kısmı yurtdışına kaçmış, bir kısmı hakettiği üzere cezaevine gönderilmiş, kalanları da susanlar ve Atatürk'ü ne kadar çok sevdiğini(!) hatırlayanlar olarak ikiye ayrılmıştır.

Tüm bu acı tecrübelerin sonucunda Kemalizm, diğer bir deyişle Atatürkçülük, tekrardan yükselmeye başlamış, Atatürk'ün çizgisinin hâlâ ne denli taze ve geçerli olduğu net olarak anlaşılmıştır.

Günümüzde fikir kalıplarının, doktrinlerin daimî geçerliliğinin bulunmayacağı her devrin kendi fikirlerinin olacağı herkesçe kabul edilmiştir. Ancak buradan türetilmiş bir argümanla Kemalizm'in eleştirilmesi de bir o kadar yanlıştır. Zira Atatürk bizzat kendisi; bizlere hiçbir doktrin ve nas bırakmadığını, hayatta en hakiki yol göstericinin bilim olduğunu, CHP için "bir doktrini yok" diyenlere doktrinin hareketi donduracağını açıkça dile getirmiştir. Bu sebeple Kemalizm (yahut Atatürkçülük) diğer siyasî yaklaşımlardan çok farklı olarak bazı temel değerlere-prensiplere bağlı kalmak şartıyla, eklektik ve dinamik yapıdadır. Bu yönüyle de "zamana uymayan ideolojiler" yaklaşımıyla eleştirilmesi ya cahillik, yada art niyetlilikten kaynaklanmaktadır. 

Kemalizm'in temel prensipleri dediğimiz noktalar ise sürekli olarak kapsayıcıdır ve evrenseldir. Bu sebeple de zamana bağlı olarak değişmezler. Örneğin günün birinde; her alanda dışa bağımlılığın bağımsızlıktan, gericiliğin ilericilikten, baskı ve faşizmin demokrasiden, akılsızlığın akıldan, ilkelliğin gelişmişlikten, hukuksuzluğun adaletten, karanlığın aydınlıktan üstün olması söz konusu mudur? Asla! İşte bu sebeple pratiği değişen (ve değişmesi de gereken) Kemalizm (yahut Atatürkçülük) gücünü hayatın içinden alarak Türkiye'yi çok daha iyi yarınlara taşıyacaktır.

Zira Kemalizm'in egemen olduğu Türkiye;

Daha 1930'lu yıllarda kendi uçağını üretebilecek düzeye gelmiş,

Tarımda modernleşmeyi başlatmış, hayvancılığı ihya etmiş,

Yerli üretimi desteklemiş, borç batağına saplanmamış,

Reel ekonomik gelişimle güçlenmiş, istihdam yaratmış,

Demokrasisini güçlendirmiş,

Diğer ülkelerin iç işlerine karışmamış, kendi iç işlerine karışılmasına da asla fırsat vermemiş,

Bir ülkenin veya birliğin tahakkümünü reddetmiş, bağımsızlığından asla taviz vermemiş,

Bölgede ve dünyada saygın bir devlet olarak söz sahibi olmuştur.

Yani sözün özü tüm bu sebeplerle; Yeniden Kemalist Türkiye!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder