Tarih boyunca insanlığın birçok problemle mücadele ettiğini ve bir problemi çözdükçe diğeriyle karşı karşıya geldiğini görüyoruz. Beslenmek, barınmak, yırtıcı hayvanlardan korunabilmek, hastalıklar, savaşlar ve diğer türlü ihtiyaçların giderilmesi zorunluluğu bu problemlerden bazıları olarak sayılabilir. Bu problemlerin çözümüne yönelik geliştirilen sistemin temelde bilimi oluşturduğunu da bir tanım olarak ortaya koyabiliriz. Peki ya günümüzde insanın problemi nedir? Bu soruya farklı yaklaşımlarla, farklı ölçeklere göre cevaplar verilebilir. Genel bir bakışla temel ihtiyaçların karşılanmasının hâlâ bir problem teşkil edecek şekilde var olduğunu söylemek mümkün. Yani ortalama insan olarak; ormanda, savanda veya çölde ilkel bir barınak yapmaya çalışmasak da, günümüzde aile kurduktan sonra ev satın almak gibi bir ihtiyaç son derece güncel ve büyük problemlerden birisidir. Yine güç yetirebileceğimiz bir hayvanı yakalamak ve yemek için öldürmek, yenilebilir bitkileri toplamak gibi günlük angaryalar tarihe karışmış olsa da, beslenme ihtiyacımız için para elde etmek, para elde etmek için de bir meslek icra etmek veya o mesleği icra edecek yetkinliğe kavuştuğumuzu ispatlayacak bir diploma elde etmek için türlü angaryalara katlanmamız durumu da geçerliliğini koruyan büyük bir problemdir. Burada büyük bir yabancılaşmanın ve yozlaşmanın saptanmasının yerinde olacağını düşünüyorum.
Günümüze kadar elde edilen tüm birikim büyük bir farkındasızlıkla, bilinçsizlikle, hayırsız bir mirasyedi umarsızlığıyla kullanılıyor. Örneğin bütün bir eğitim sisteminin adeta varoluş sebebi olan, ülkemizde daha çok "meslek edinme yeri" olarak işletilen üniversitelerin, bunca şeyin odağında ve üzerindeyken, her şey oradaki eğitim için kurgulanmışken, tüm masrafların ve emeğin sonucunda katılınacak derse yoklama almak yaptırımıyla öğrenci toplanması veya bu yaptırımın başkasına imza attırılarak aşılması bu yozlaşmaya örnek olarak gösterilebilir. Yine eğitim sisteminin içinden birer örnek olarak; okulların işlevsel yetersizliği, özel okullar ve devlet okulları arasındaki çelişki, 8-10 yıl süresince ders verilmesine rağmen İngilizce gibi basit bir dile dair pek az şeyin öğretilebilmesi, sayısal ve sözel neredeyse tüm branşlarda en temel bilgilerin dahi öğretilememesi, bazı derslerin sadece formalite olarak görülmesi ve o doğrultuda sınav yapılması gösterilebilir. Sağlık sistemi de benzer şekilde ülkemizde ve tüm dünyada sorunludur ve yozlaşmıştır. Son derece ağır bir eğitimden geçen tıp doktorları, büyük hastaneler, hastanelerdeki yüksek bütçe gerektiren tıbbî cihazlar ve bunların ülkenin tamamında bir ağ oluşturacak şekilde var olmaları çoğu kez 3-5 dakikalık bir muayeneyi, reçeteye yazılan pek de sağlıklı yanı olmayan bir ilaç kombinasyonuyla neticelenmektedir. Gıda sektörünün işleyişinden kaynaklanan sağlık problemleri, astronomik bütçelerle çalışan ilaç sanayisinin tartışılır düzeydeki yararı, birkaç on yıl önceye kadar normal yaşam standardı kabul edilen düzeydeki yaşayışın günümüzde "organik" ve "lüks" kabul edilmesi yaygın yozlaşmış ve yabancılaşmışlıklardan bazılarıdır. Belki de tümünün temelinde nüfus planlaması hatta direkt planlama olacak şekilde pek çok problem, fizikî olarak çözülemediğinden değil, plansızlık neticesinde yüzyıllar önceki standartlar bugün modern insanın gıptayla baktığı seviyededir. Özgün düşünce ve ilham yaratılmalı, uyuşuk kanıksamışlık giderilmelidir. İnsanoğlu uydurduğu her şeye yeniden bakmalı ve onları garipseyebilmelidir.
Diğer bir önemli problem de modern insan-bilgi-bilim bağlamındadır. Öncelikle insan ve bilgi ilişkisine değinecek olursak, günümüzde bu ilişkideki en büyük problem bilginin hem nitelik hem de nicelik olarak ezici duruma gelmiş olmasıdır. Bilindiği üzere insanoğlunun başlangıçtan itibaren ürettiği bilgi aritmetik (2-4-6-8-10-...) olarak artmışken , günümüzde geometrik (2-4-8-16-32-...) olarak artmaktadır. Pek çok yerde geçen bir iddiaya göre de insanlık modern zamana kadar ürettiği bilgi toplamı kadar bilgiyi günümüzde yaklaşık 1,5 yılda üretiyor. Bu ürkünç artışın toplumların geniş kesimlerindeki yansıması da son derece ilginç olarak hiçbir şey bilmemek olarak tecelli ediyor. Bu sebepten ötürü de modern insan, lunaparkta tek derdi oyuncaklara binebilmek olan ve bu yüzden pul/fiş/bilet edinmek isteyen bir çocuk acziyetiyle yeryüzündeki macerasına devam ediyor. Uçakları, gemileri, otomobilleri, demiryollarını, metroları büyük bir alışkanlıkla kullanan modern insan, onları üreten teknoloji ve onu geliştiren bilime dair açıkçası en temel bilgileri dahi bilmiyor. Daha da kötüsü çoğu kez bilime ne inanıyor, ne de saygı duyuyor. Sömürülme veya borçlanma (dolaylı sömürülme) karşılığında kullandığı bu büyük oyuncakları üreten disiplinleri belki de bir avuç seçkinin tatmin gevezeliği olarak görüyor. Bu ayrım teorik bilgi ve akademiye karşı da çoğu kez görülmektedir. "Bilim üreten" üniversitedense, "meslek öğreten" üniversitenin gerçek bir iş yaptığının zannedilmesi de bunun doğal bir sonucudur. Öte yandan "bilimin sonu", "aklın sonu", "tarihin sonu" ve "ideolojilerin sonu" gibi kendi içinde önemli derinliği olan veya hiçbir derinliği olmayan farklı konuların da; modern insana ek olarak, hurafeciler, sahte bilimciler, bilim karşıtları arasında ilginç ve komik ittifakların kurulmasında önemli birer payda olarak kullanıldıklarını görüyoruz.
En temelde bir şeylerin sonunu getirmeye pek meraklı olan, kendi yaşadığı zaman diliminin tarihin en ileri zamanı olduğu illüzyonuna büyük bir kibirle kapılanların ahmak olduklarını zannediyorum. Öncelikle şunu bilmek gerekir ki, her insanın yaşadığı zaman dilimi tarihteki en ileri zamandır, tabii ki o kişiye göre! Örneğin Sümerliler, ateşi keşfeden atalarımıza göre çok ileri bir zamandaydılar ve Sümer'de yaşayan insan yaşadığı anda tarihin en ileri zamanındaydı. Mısır piramitlerini yaptıran firavunlar da Sümerlilere göre çok ileride ve kendilerine göre en ileri zamanda yaşadılar. İsa döneminde de Mısır piramitleri çok eskide kalmıştı. Dante Alighieri Komedya'sını yazdığında İsa dönemi gayet eskimişti ve Dante'nin kalbi attığı müddetçe kendisi insanlık tarihinin en gelişmiş dönemine tanıklık etti. Karl Marx Kapital'ini yazdığında ise Dante çok eskimişti. Marx tüm tarihi incelemiş, tarih dışında da pek çok farklı disiplinle ciddi anlamda ilgilenmiş, Komedya'daki cehennem gibi bir kapitalizm tasviri yapmış, kendi yaşadığı insanlığın en ileri noktasını, oradan geriye bakarak en küçük dişlisine kadar belirlediği bir mekanizmaya oturtmaya çalışmış ve gelecekteki bir çok kişiye de ilham vermişti. Devamında hayatın dinamikleri önemli ölçüde Marx'ın dişlilerini de kırdı. Dünya iki büyük savaş, ikisinin arasında büyük bir ekonomik buhran geçirdikten sonra yaklaşık yarım asır sürecek bir siyasî gerilim, dünyanın çok büyük bir kısmını diken üstünde oturttuktan sonra Marx'ın fikirlerinden temel alan Sovyetler Birliği dağılmış ve sessizce tarihin derinliklerine karışmıştı. Tam da bunun üzerine tarihin en ileri kısmına tanıklık eden Francis Fukuyama, The End of History? (Tarihin Sonu mu?) adlı eserini tamamlamış ve kapitalizmin nihai zaferini ilan etmiş, bir anlamda tarihin ve ideolojilerin sonunun geldiğini iddia etmişti. Fukuyama'nın da haklı olduğuna hiç şüphe yoktu, tabii ki bu haklılık da hayatın dinamikleri tarafından ezilinceye dek yaşayacaktı. Öyle ki günümüzde bu ezilmenin tam olarak gerçekleştiğinden bahsedemesek de, Fukuyama'nın tasvir ettiği tipte bir dünyada yaşamadığımızı da açıkça görüyoruz. Küreselleşmenin doğum yeri olan ABD'de zaman zaman ırk temelli karışıklıkların yaşandığını, sınırların silikleşip küresel irtibatların güçlenmesi gerektiğini savunan ABD'nin Meksika sınırına dünyanın en uzun duvarını örmeyi planladığını, serbest pazar ekonomisinin anavatanı olan ABD'nin devlet eliyle Avrupa ve Asya kökenli otomotiv devlerine ne gibi ucuz bahanelerle yaptırım uygulamaya çalıştığını görüyoruz. Sözün özü biriken tarih malzemesi bazı fikirleri beslemekte, beslenen yeni fikirler eski fikirleri çürütmektedir. Bugüne kadar bu işleyişten yapılacak tek bir çıkarım varsa; mutlak doğrunun, hakikat tekelciliğinin, felsefî nihayetin ahmaklık olduğudur! Aksi takdirde şuan siz bu yazıyı okurken tarihin gelip dayandığı son anda yaşıyor olurdunuz.
Konuyu biraz fazla dağıttığımı düşünebilirsiniz ama hiç de değil. Sadece içinde bulunduğumuz, sürekli bize empoze edilen teknolojik olarak fazla gelişmişlik ve tarihî olarak ilerlemişlik algısının ne kadar bağıl olduğunu ve bu algıdan hareketle, Sokratik bir yöntemle bir şeylerin "sonu"na nasıl ikna edildiğimizi anlatabilmek için biraz açılmam gerekti. Unutmayalım ki; Sefiller'deki Jean Valjean yaklaşık 20 yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra dışarı çıktığında kürekli sandallar yerine buharlı tekneler görünce ve on yıllarca hapishanede kalan Esaretin Bedeli'ndeki Brooks küçükken sadece bir tanesini gördüğü otomobillerin dışarı çıktığında artık her yerde olduklarını görünce büyük şok yaşamıştılar. Yine 1899'da Amerika Patent Ofisi müdürü Charles H. Duell kendisine atfedilen bir ifadede "İcat edilebilecek her şey icat edildi" diyordu. O tarihten itibaren yapılan icatlardan bahsetmeye dahi gerek olduğunu zannetmemekle beraber Duell'in bu ifadesini pek de komik bulmuyorum. Zira o da yaşadığı zamanda tarihin geldiği son raddeye tanıklık ediyordu.
Sonuç olarak, öyle zannediyorum ki; en açık ifadeyle hemen hemen hiçbir şey bilmeyen ve bilimin her türlü ürününden bir şekilde istifade eden, temelde kendi hurafelerini yaşatmaya çalışan, bilimi bir avuç seçkinin gevezeliği olarak gören, bu konuda yer yer "bilimin ve aklın sonu" bahislerinden güç alan modern insanın bu yönü onun en büyük problemidir.