9 Ocak 2018 Salı

İyi ve Kötü Üzerine



Her şeyden önce söylemek gerekir ki; çok basit şeyler olarak bir kenara bıraktığımız bazı kavramlar aslında her ciddi meselenin temelini oluşturuyorlar. Buna en iyi örnek öyle zannediyorum ki, iyi ve kötü kavramlarıdır. Bir şeylerle ciddi anlamda ilgilenilmek isteniyorsa, kişisel düzeyde de olsa bu temeller iyi belirlenmelidir.


İyi ve kötü ne demektir?

İyi ve kötü var mıdır?
İnsan iyi veya kötü olabilir mi?
İnsanın iyi olması gerekir mi?

Şeklindeki basit, hatta çocukça sorular derinleşildiğinde hayatî birer referans noktası olarak karşımıza çıkmaktadır.

Her zıt kavram gibi iyi ve kötü birbirlerinin yokluklarında var olabiliyor, birbirileri olmadan da var olamıyorlar. Bir madalyonun iki yüzü gibi hem birbirlerini tamamlıyor hem de birbirlerini asla göremiyorlar. Normal şartlar altında her insan "iyi"nin haklılığını, doğruluğunu, geçerliliğini savunacaktır. Buradan hareketle de dünyaya "iyi" hakim olacaktır. Ancak hayata şöyle bir baktığımızda bunun asla geçerli olmadığını görüyoruz. Aksine, alabildiğine kötülük var. Tabi bunu da; her şeyin kötü olduğu ve dünyanın saf kötülükle dolu olduğu gibi iç karartan minik bir modern ideolojinin kuyruğuna takılmadan yaptığımız bir tespit olarak söylüyoruz. 


Şimdi kaldığımız yerden devam edelim ve şu soruya cevap arayalım; neden sorulduğunda kimse kötülüğü desteklemediği halde kötülük genel anlamda baskın olabiliyor?

İyinin ve kötünün değerlendirilmesinde; iyinin kısır, kötünün son derece doğurgan olduğu görüşünün bu soruyu cevaplayan önemli saptamalardan birisi olduğunu düşünüyorum. Toplumda infial yaratan kötü olaylarda, insanların genelinin suçlu şahısa karşı söyledikleri ve yapmak istedikleri şeylerin, o şahsın fiilinden bir adım geride kalmayacak ölçüde olduğu da bununla alâkalı olarak son derece isabetli bir örnektir. İyilik çoğunluğun temennisinde olsa da kendisinin temini ve müdâfaasında dahi son derece pasif ve sınırlı olduğundan kötülük hızlı bir biçimde düşünsel zemini ele geçirmektedir.


İyi ve kötü bir anlamda bağıldırlar ve çoğu kez herkesin kendisi için "iyi" olanı yapması, toplamda "kötü"yü arttırmaktadır. Trafikte herkesin sadece kendi çıkarına uygun olarak hareket edip, başkalarının çıkarlarını ve trafik kurallarını göz ardı ederek hareket etmesi halinde, bir kaosun yaşanacağı ve trafiğin pek çok can ve mal kaybına da sahne olacak şekilde felç olacağı buna verilebilecek en güzel örneklerden birisidir. Buradan da anlıyoruz ki iyiliği sadece düz faydacılığa indirgemek direkt olarak kötülüğü beslemeye yarıyor. İşte burada da daha duygusal olarak ahlâk, ciddi olarak ise etik denilen kavramlara ulaşmış oluyoruz. Yani iyiliğin ahlâk ve bilhassa etik çerçevesince tanımlanması gerekiyor.


İyi ve kötünün evrenselliğinden de bahsetmek mümkündür. Hiçbir şey öğretilmemiş bir bebeğin ve hatta hayvanların, sinirli ve neşeli yüz ifadelerine tutarlı olarak tepki vermeleri bu konuda bir referans olarak kabul edilebilir. Ancak bunun basit bir indirgemecilik olduğu eleştirisi de pek geçersiz sayılmaz. Nitekim bu durum evrimsel psikolojinin ufak bir tezahürü olarak da açıklanıp, iyilik-kötülük bağlamından çokça uzaklaştırılabilir. O zaman şunu düşünelim. İhtiyacı olan bir insana hatta bir canlıya yardım etmek, bir karıncayı ezmekten kaçınmak, bir yaşlıyı caddede karşıdan karşıya geçirmek dünyanın her neresinde olursa olsun "iyi" davranışlar değiller midir? Bu soru da iyiliğin evrenselliğini kabul ettirmede son derece kuvvetli bir argüman gibi duruyor. Öncelikle evrensellikle neyi kastediyoruz bunu belirlemeliyiz. Bahsettiğimiz yer evrene oranla son derece küçük ve ihmal edilebilir büyüklükteki soluk mavi gezegenimiz mi, yoksa hakikaten evrenin tamamı mı?

Son derece doğal ve haklı olarak vatandaşlarının iyiliğini düşünen her devletin millî güvenlik ve millî savunma çalışmaları kapsamında, diğer devletlerde bulunduğu gerekçesiyle nükleer başlıklı füzeler geliştirdiklerini düşünelim. Bu devletlerin her birinin vatandaşlarının iyiliğini garanti altına alabilmek amacıyla güç kullanmaktan çekinmediğini, kendisine karşı güç kullanılan her devletin de yine vatandaşlarının iyiliği için güç kullandığını varsayalım. Bu varsayım bir domino etkisiyle geliştiğinde her devlet kendi vatandaşlarının iyiliği için her seferinde bir üst güce başvuracak ve nükleer güçler devreye girip nükleer savaşın başlaması kaçınılmaz olacaktır. İyiliklerin varlığı için yapılan bir nükleer savaşın dünyadaki tüm canlılığı yok ettiğini düşünelim. Tüm devletlerin kendi vatandaşlarının iyiliğini düşünmesi yine kötülüğü mü doğurmuştur? (Hayır, bu sefer değil, burada "her devlet, tüm devletlerin vatandaşlarının iyiliğini düşünmelidir" tarzı bir mesaj vermiyorum ve bunu imkânlı da bulmuyorum.) Dünya artık kötü bir yer midir? Canlılığın ve özellikle bilinçli bir canlı formunun, insanın bulunmadığı bir yerde iyilik ve kötülükten söz edilebilir mi? (Eğer öyleyse bu kötülüğü kim, hangi akıl belirleyecektir?) Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün kötü müdür?

İnsanın anlamlandırma çabası, hayata tutunabilmek için attığı en kuvvetli kementlerden birisidir. Bu çaba doğrultusunda insan pek çok somutu tanımış, soyutu tanımlamıştır. Ancak görüldüğü üzere ne kadar zorlama girişimler olsa da, insanın türettiği tüm soyutlar kendi varlığı süresince vardır. Bu bağlamda iyilik ve kötülüğün evrenselliği de alan olarak dünyamızla, zaman olarak da var olduğumuz müddetle sınırlıdır. Asla da anlamak istediğimiz anlamda evrensel değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder