8 Mart 2018 Perşembe

8 Mart'ın Hatırlattıkları

Biyolojik bir olgu olarak cinsiyetin ortaya çıkışının; evrimsel süreç içerisinde 2 milyar yıl kadar önce başlayıp, 800 milyon yıllık uzunca bir sürede tamamlanarak, günümüzden 1.2 milyar yıl önce meydan gelmiş olabileceği söylenmektedir.1  Cinsiyetle birlikte, belki en erken dönemleri de kapsayacak şekilde, önemli bir seçilim mekanizması olan cinsel seçilim de devreye girmiş ve böylelikle hem canlı çeşitliliği, hem de rekabet arttığından genel anlamda evrimsel süreç daha verimli işlemeye başlamıştır. Çok daha sonraları; yani insan evriminden ve biyolojik olarak modern insandan bahsedebileceğimiz tarihlerden başlayarak, kültürel olarak modern insandan bahsedebileceğimiz günümüze kadar, erkek ve kadın rolleri sürekli olarak toplumların gündeminde yer etmiş ve belli çerçevelere yerleştirilmeye çalışılmıştır. 
Kadınların hayatın ciddî alanlarında pek bulunmaması, bilimden savaşa pek çok hayatî noktada, insanlık tarihinin "erkekler tarihi" olarak isimlendirilebilecek ölçüde erkeklerce belirlenmiş olması pek çok tartışmayı beraberinde getirmiştir. Bu durum için farklı yaklaşımlar mevcuttur; örneğin ünlü Hintli düşünür Osho, erkeklerin daima kadınları baskıladığını savunur. Bu baskılamanın doğuda gelenekler ve din kaynaklı olarak yapılırken, batıda ise bir dönem -sonraları da belirli linç şekillerini isimlendirmede kullanılmak üzere kalıplaşacağı şekilde- "cadı avı" olarak yapıldığını ve daha genel olarak da icat edilen bir "hanımefendi" kimliğiyle yapıldığını iddia eder. Kadınların erkekler tarafından, uymamaları durumunda; kötü, kaba, avam durumuna düşecekleri, belirlenmiş iyi davranışların bir araya geldiği pasif bir kimliğe hapsedilerek etkisizleştirildiklerini savunur. Günümüzde pek çok feminist çevrenin "Çiçek değil kadınız!" türü çıkışları da göründüğü kadar iyi niyetli olmayan bu kalıba karşı bir reddiyenin ifadesidir.

Aslında; feminizmin, kadın dayanışmasının, kadının önemli alanlardaki gücünün veya en azından bunun düşüncesinin tarihi sandığımız kadar da yeni değildir. Antik Yunan'da Atina'nın ünlü oyun yazarlarından Aristofanes M.Ö. 411'de yazdığı Lysistrata adlı oyununda, gerçekte de Atina-Sparta arasında sürmekte olan Peloponez Savaşı'nın (M.Ö. 431-404) kadınların birliği ve kararlılığıyla sonlandırılabileceğini işler. Oyunda, oyuna da adını veren Lysistrata adlı kadın; erkeklerin sürdürdüğü bu savaşın iyice içinden çıkılmaz bir hal aldığını, bu savaşın derhal sonlanması gerektiğini ifade eder. Bunun bir yöntemi olarak da Atina'daki ve Sparta'daki kadınları örgütleyerek, erkeklere bazı yaptırımlar uygulayıp onları barışa zorlamayı önerir. Lysistrata, kadınların siyasette başarılı olacaklarını ilginç ve mantıklı bir şekilde ev işlerindeki deneyimlerine dayandırır. Yani bizdeki anlayışa zıt bir şekilde, kadınların daha etkili işleri tam olarak da "elinin hamuruyla" başaracağını savunur. Lysistrata'ya göre kadınlar zaten çocuk doğurmak ve onları savaşa göndermek gibi iki büyük fedakarlık yapıyordur; bunun yanı sıra ev halkının işlerini de büyük ölçüde kadınlar hallediyordur. Bu sebeple örneğin ev bütçesini yöneten kadının aslında devletin bütçesini de yönetebileceği gibi bir düşünce Lysistrata için çok olasıdır. Lysistrata'nın erkek bir yöneticiyle girdiği tartışma şu şekildedir;

...

Yönetici: Fakat şu anda uluslararası durum, umutsuz bir karışıklık içinde. Onu çözmek için ne önerirsiniz?

Lysistrata: Oh, olağanüstü kolaydır bu.

Yönetici: Açıklayabilir misiniz? 

Lysistrata: Evet, örneğin, karmakarışık bir yün çileyi alın. Biz öyle yaparız, onu eğirmene koyun, onu bu şekilde, şimdi de şu şekilde açmaya başlayın. Eğer bize izin verecek olursanız, bu bizim savaşı çözeceğimiz yoldur. Önce Sparta'ya sonra Thebes'e elçiler gönderin.

Yönetici: Siz ciddî problemleri, eğirmenler ve yün parçalarıyla çözebileceğinizi düşünecek kadar ahmak mısınız?

Lysistrata: İşin doğrusu, bütün şehri bizim yünle uğraştığımız model üzerinden yönetmek, sizin düşündüğünüz kadar aptalca olmayabilir.

Yönetici: Bunu nasıl çözersiniz?

Lysistrata: Yünle yapacağınız ilk şey, yağını temizleyip çıkarmaktır; aynı şeyi şehirle de yapabilirsiniz. Sonra, yurttaşın bedenini bir bankın üzerine uzatın ve çapakları yani parazitleri ayırın. Bundan sonra, güçlenmek için kendilerini düğüm ve top top hale getiren kulüp üyelerini ayırın ve onları tek tek seçin. Daha sonra, siz fişlemeye hazırsınız: onların hepsi Sivil İyiniyet'e gidebilirler! Sadece bu da değil. Atina'nın pek çok kolonisi var. Şu anda onlar, serseri parçalar ve postun parçaları gibi bütün mekâna yayılmışlardır. Siz onları yakalayıp buraya getirmek zorundasınız, onları bir araya koyun ve sonra da hepsini seçin, bu devasa büyüklükte bir yün yüzey oluşturacaktır ve bundan siz, insanlara bir ceket yapabilirsiniz. 2



...

Görüldüğü gibi Lysistrata, bir kadın olarak siyasetin kilitlendiği ve savaşın yaşandığı bir ortamda tüm bu kargaşaya bir çözüm önerisi sunmuş, üstelik bunu da bir tekstil modellemesi üzerinden yapmıştır. Dünya barışı ve feminizm, böyle bakıldığında düşünsel olarak çok da yeni türemiş kavramlar değildirler. Bunların haricinde yine pek yeni olmayan diğer bir ilintililik; tekstil, kadın ve emek bağlamında uzun yıllar boyunca sürüp gitmiştir. 

İnsanın temel ihtiyaçlarından olan giyinme ve barınmada başrol oynayan tekstil, bu yönüyle çok eski, ancak ne yazık ki tam olarak yazılamamış bir tarihe sahiptir. Geçtiğimiz yıllarda Çatalhöyük'teki çalışmalarda 9.000 yıllık dokuma kumaş kalıntıları bulunmuştur.3 Her geçen gün arkeolojik çalışmalarla daha eski tekstil materyalleri saptanmakta ve tekstil tarihinin geç taş devri diyebileceğimiz, günümüzden 100.000 yıl öncesine kadar uzandığı tahmin edilmektedir.


Bu köklü tarihi ve kültürlerin önemli bir parçası olması sebebiyle tekstil, tarihin her aşamasında önemli noktalarda direkt veya dolaylı yollardan kurduğu bağlarla bize göz kırpmaktadır. Örneğin dünyanın kaderini belirleyen ve günümüzde de 4. dalgası konuşulan sanayi devrimi, ilk olarak İngiltere'de tekstil alanında başlamış, işçi sınıfı oluşmuş ve tüm toplum okumaları bu bağlamda şekillenmiştir. 

1733'te John Kay'in uçan mekiği geliştirmesi atkı atma hızını fazlasıyla arttırmış ve dokuma teknolojisindeki bu gelişim sanayi devriminin ilk adımı olmuştur.4 Sonraları artan dokuma hızının ihtiyacını karşılamada yetersiz kalan iplik üretiminde artçı gelişmeler yaşanmıştır. 1764'te James Hargreaves aynı anda 8 iplik eğirebilen "Eğirici Jenny" isminde (Jenny kızının adı) bir makine geliştirmiştir.5  Richard Arkwright ve Samuel Crompton'un da makineleşmedeki önemli katkılarından sonra 1785'te Edmund Cartwright ilk mekanik dokuma tezgâhını üretmiş ve bu mekanik tezgâhlar 1800'lü yıllarda hızla artarak on binlerle ifade edilir sayılara ulaşmışlardır.6 Böylelikle İngiltere ve Avrupa'da işçi sınıfı meydana gelmiş, tarihin akışı değişmiştir.

Marksizm'in Marks'tan sonraki en büyük teorisyeni olan Engels, bir dokuma fabrikatörünün oğludur. Bu durum Marks için bir fabrikanın yapısı ve işleyişi üzerine fikir edinmede kolaylık sağlamış, Marksizm'de pek çok görüş ve tez tekstil fabrikalarındaki işleyiş baz alınarak ortaya konmuştur.

Örneğin Kapital'in I. cildinin 13. bölümünden bir pasaj şöyledir;

...

Almanya'da başlangıçta bir iplik işçisini iki iplik tezgâhı ile, yani aynı anda iki eli ve iki ayağı ile çalıştırmayı denediler. Bunun çok zor olduğu görüldü. Daha sonra iki iğli iplik makinesi yapıldı; ama, aynı anda iki ipliği eğirebilen iplik ustaları hemen hemen iki başlı insanlar kadar ender bulunur kimselerdi. Buna karşılık, Jenny daha başından itibaren 12-18 iğle işliyor, çorap makinesi 1000'den fazla iğne ile çalışıyor, vb. Aynı iş makinesinin aynı anda işlettiği aletlerin sayısı, işçinin elle kullandığı aletler için geçerli olan organik sınırdan daha işin başından itibaren kurtulmuştur.7 


...



Yine hem bir cinsiyet olarak kadınları, hem de kadının emeğini hatırlamamıza, konuşmamıza vesile olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü; 8 Mart 1857'de yaşandığı iddia edilen son derece vahim bir olay sebebiyledir ve bu da tekstille direkt ilgilidir. 

Rivayete göre 8 Mart 1857'de, New York'ta bir dokuma fabrikasında yüksek çalışma saatlerini ve ağır şartları protesto etmek için grev yapan 129 kadın işçi, şaibeli bir yangınla ve yine bir dizi şaibeli talihsizliklerle hayatlarını kaybetmiştir. Amerika'nın yangın tarihi veya işçi ölümleri kayıtları incelendiğinde böyle bir olaya rastlanamaması, bu olayın bir propaganda senaryosu olduğunu akıllara getirse de bu anlatım, tarih boyunca yaşanmış pek çok acının, pek çok isimsiz emekçinin ortak bir çığlığını duyurur, bu yönüyle de saygıyı fazlasıyla hak eder.8

Detaylı olarak incelendiğinde 25 Mart 1911'de New York'ta Triangle adlı gömlek fabrikasında yaşanan yangın faciası göze çarpmaktadır. Pek çok kaynakta bu yangında 129'u kadın 146 insanın hayatını kaybettiği yazar. 8 Mart 1857'de yaşandığı iddia edilen yangının, Triangle yangınından hareketle türetildiği ciddi varsayımlar arasındadır. 1857 yılı gibi daha eski bir tarih belirlenerek daha büyük bir kapsama alanı ve köklülük yaratılmak istenmesi de bu ciddi varsayımların varlık sebepleri olarak görülebilir.
8 Mart'ın "Emekçi Kadınların Mücadele Günü" olarak resmî anlamda kabul edilmesi; 1910 yılında Kopenhag'da II. Enternasyonal'in alt kolu olarak toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı'nda Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin (SPD) öncülerinden Clara Zetkin'in önerisiyle oylanmış ve böyle gerçekleşmiştir.9  Bir sonraki yıl, yani 1911'de ilk kez 19 Mart'ta kutlanan bu önemli gün, yıllar içerisinde Sovyet Rusya'daki bazı belirlemelerin de etkisiyle 8 Mart'ta kesinleşmiş, 1960'larda ABD tarafından da kutlanmaya başlanmış, Birleşmiş Milletler tarafından da 1977'de tanınmıştır. BM 8 Mart'ı önemli günler takvimine alırken, "Emekçi Kadınlar Günü" yerine "Kadınlar Günü" olarak almak gibi bir yola gitmiştir.10  Bu değişikliği tüm kadınların kapsanması olarak veya "emekçi" vurgusunun elimine edilmesi olarak algılamak herhalde herkesin dünya görüşüne kalıyor.

Türkiye'de ise ilk kez 1921'de kutlanan kadınlar günü, 1975'ten sonra daha çok ilgi görmüş, 1980'den itibaren darbe yönetimince bir süre hatırlanmayıp, 1984'ten sonra tekrar kutlamalara devam edilmiştir.


8 Mart'ı "Çalışan Kadınlar Günü" veya "Kadınlar Günü" olarak değerlendirme farkının da ötesinde, kadının bir birey olarak toplumda varolması, buna ek olarak yaşadığı ülkenin refah düzeyinin artmasına katkıda bulunması doğrudan doğruya iş gücüne katılımıyla ilgilidir.


Yaşanan dünya savaşları sonrası genç erkek nüfusundaki ciddi azalmalar, kadınların iş hayatına girmesinin önemli bir sebebi olmuştur. Öyle ki; sonraları kadınların kendine olan güvenlerinin de bir nişanesi haline gelecek olan "We Can Do It!" posteri, 1942'te Geraldine Hoff Doyle adındaki genç kadın işçinin fotoğrafı üzerinden sanatçı J. Howard Miller tarafından çalışılarak üretilmiş ve 6 milyon kadını iş hayatına çekmeyi başarmıştır.11

Türkiye'de 2015 verilerine göre istihdam oranı %46 olup; bu oran erkeklerde %65, kadınlarda ise %27.5'tir. Kadın istihdam oranları özel olarak incelendiğinde ise Avrupa ülkeleri (28 ülke) ortalamasının %60.4 olduğu, en yüksek oranın %74 ile İsveç'te, en düşük oranınsa %42.5'le Yunanistan'da olduğu görülmektedir.12 En düşük orana sahip Avrupa ülkesi olan Yunanistan'ın dahi epey gerisinde olmamız bu konuda daha ne kadar çok yolumuzun olduğunun en açık göstergesidir. Kadın istihdamı çağdaş kalkınmışlık seviyesinin yakalanmasında olmazsa olmazdır.

Örneğin BBC'nin de haberleştirdiği, ülkelere göre kadın istihdamı grafiği 2014'e ait verilerle şu şekildedir;


Sonuç olarak demek gerekir ki; 8 Mart kadınlara ayrılmış öylesine bir gün olmanın çok ötesinde, geçmişten bu yana insanoğlunun macerasında yolları kesişen pek çok farklı meseleyi bize hatırlatan ve sorgulatan bir gündür. Böyle bir günde; tüm bu meseleleri, mücadeleyi, emeği, acıyı ve deneyimi anmak ve anlamak yerine bunlara tamamen zıt olacak davranışlarda bulunarak, bazı özel indirim, kampanya v.b. çılgınlıklarına iştirak etmek son derece ironik ve üzücüdür.

Kadınlar her şeyden önce birey olabilmeli, bunun için de ekonomik bağımsızlığını sağlamalıdır. Bunun yolu da elbette ki işgücüne katılımdan geçer. İşgücüne katılımın da ötesinde devleti yönetirken kadınların da söyleyecek sözü olduğunu söyleyen Lysistrata'dan, kadın emekçilerin mücadelesine öncülük eden Clara Zetkin'e kadar uzanan buna örnek teşkil eden ve önderlik etmiş olan öncüler tüm dünya kadınlarına cesaret vermelidir.

DİPNOTLAR

1 https://evrimagaci.org/article/tr/cinsiyetlerin-evrimi-cinsiyetler-neden-ne-zaman-nasil-evrimlesti


2 Tannenbaum, Schultz. "Siyasî Düşünce Tarihi". Çev. Fatih Demirci. İstanbul: Adres Yayınları 2011. 7. baskı sf. 60

https://www.evrensel.net/haber/77465/dunyanin-ilk-dokunmus-kumasi-catalhoyukte-bulundu

4 Cumhuriyet Bilim Teknik, 3 Kasım 2012 "Osman Bahadır- Sanayi Devrimi nasıl başladı?"

naklen: http://ahmetsaltik.net/2012/11/04/sanayi-devrimi-nasil-basladi/


5 a.g.m. 

6 a.g.m. 

7 Marx Karl. "Kapital Cilt I". Çev. Mehmet Selik-Nail Satlıgan. İstanbul: Yordam Kitap 2015. 7. basım sf. 360

8 Petrol-İş Kadın Dergisi, Sayı 45, Mayıs 2013
naklen: https://petrol-is.org.tr/kadindergisi/triangle.htm

9 http://marksist.org/icerik/Tarihte-Bugun/7360/20-Haziran-1933-Devrimci-sosyalist-Clara-Zetkin-hayata-gozlerini-

yumdu 

10 http://www.un.org/en/events/womensday/


11 http://www.nolm.us/o-kadin-aslinda-kimdi-unlu-posterin-arkasindaki-hikaye/

12 http://www.posta.com.tr/tuik-kadin-istatistiklerini-acikladi-haberi-1274672

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder