22 Temmuz 2018 Pazar

Türk-Yunan İlişkilerinin Tarihine Genel Bir Bakış-I



Son derece derin tarihî nitelikleri olan Türk-Yunan ilişkileri, bu haliyle ele alınmadığı müddetçe, günümüzdeki manzaranın anlaşılması ihtimal dahilinde değildir. Bu sebeple de bu yönde okumalar yapılması, o dönemlere ilgi duymanın çok ötesinde, ülkemiz adına güncel bir gereklilik olarak görülmelidir.

Osmanlı Devleti; 1361-1461 yılları arasında hızlı ve başarılı bir biçimde Yunanistan toprakları üzerinde kontrolü sağlamış, 16. yüzyılda da Ege Denizi'ndeki adaları ele geçirmiştir. I. Murat Han'dan itibaren başlayan Rumeli fetihleri, Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar uzanmış ve İstanbul'un fethiyle Bizans Devleti de ortadan kalkarak hakimiyet tescillenmiştir. Buna mukabil çok erken dönemlerden itibaren Yunan milliyetçiliği çizgisinde veya bunun öncülü olarak çeşitli fikirler bu topraklarda görülmeye başlanmıştır.

Bir Yunan kimliği oluşturmada karşılaşılan dil problemi, çok erken zamanlardan itibaren Osmanlı himayesindeki Yunan halkı aydınları ve filozofları arasında önemli bir mesele halini almıştır. Bu meseleyle ilgilenen başlıca filozoflar; Plethon Gemistos, Konstantinos Laskaris, Leo Allatius, Nikolaos Sophianos, Frankiskos Skoufos olmuşlardır.Bunlardan Plethon Gemistos, Bizanslı bir yeni-Platoncudur. Plethon mevcut Yunan halkının, Antik Helenlerin dilini ve kurumlarını benimsemesini önermiş ve ilk olarak tüm Yunanları kapsayacak bir 'Helen' kimliğini dile getirmiştir.2

Plethon Gemistos
Etnik bağları her ne kadar tartışmalı olsa da Antik Yunanistan'la direkt bir düşünsel bağa sahip olan Yunanların, özellikle felsefe alanında Antik Yunanistan'dan fazlasıyla etkilendikleri ve Yunan kimliğinin oluşmasında da bu etkiye maruz kalan kişilerin topluma yön verdiği görülmektedir. Buna mukabil daha farklı düşünen, örneğin dinî meseleleri daha ön planda tutan öncüler de olmuştur.

Osmanlı'da hemen her dönemde her türden isyan görülse de, Yunanlar özel olarak ele alındığı takdirde, çok daha erken dönemde kimlik bilinci oluşturmaya çalışan ve kurumsallaşmış isyancılığa sahip bir kesim oldukları görülecektir. Bu bağlamda, bu girişimleri sadece Fransız İhtilali ve benzeri dalgaların etkisiyle açıklamak mümkün değildir. Örneğin piskopos Dionysius 1600 ve 1611 yıllarında iki farklı isyan girişiminde bulunmuş, ancak herhangi bir başarı elde edememiştir.

İlk olarak 1600 yılında, Agrafa bölgesinde yaptığı propagandalarla arkasına birtakım köylüyü takan ve onları silahlandıran Dionysius, küçük bir kalkışmaya sebep olmuş ve bunun sonucunda Larisa şehri yetkililerince piskoposluk görevinden alınmıştır. Sonrasında Venedik'e gitmiş burada belirli bir fon elde edip geri dönerek daha kapsamlı bir isyan hareketi meydana getirmeyi amaçlamıştır. Hemen hemen amacına ulaşan Dionysius, 11 Eylül 1611'de, 700 kadar isyancıyı silahlandırarak çeşitli Türk garnizonlarına saldırmış ve bu küçük macera Ali Paşa tarafından bastırılana kadar sürmüştür.Bastırma sonrasında Dionysius feci şekilde öldürülmüş ve ölümüyle bir ibret vesilesi olmuştur.

Tarihte, "Rusya'nın Lehistan'ın iç işlerine karışması" meselesi sebep gösterilen 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı, aslında önüne arkasına bakıldığında, periyodik Osmanlı-Rus savaşlarından birisi olarak gerçekleşmiştir. Bu savaşın devam ettiği yıllardan 1770'te, II. Katerina'nın yakınlarındaki etkili adamlardan birisi olan Aleksey Grigoryeviç Orlov'un tertibiyle Mora yarımadasında bulunan Mani'de, Orlof Ayaklanması meydana gelmiştir.Rusların, Osmanlı'ya karşı Yunanlarla hem kendi ellerini güçlendirmek, hem de bir Ortodoks Hristiyan dayanışması sağlamak amacıyla teşvik ettikleri bu isyan hareketi, Cezayirli Gazi Hasan Paşa komutasında Rumeli'den getirilen Arnavutlarla bastırılmış ve ne yazık ki bu bastırmanın bölgedeki isyanla ilgisiz ve hatta Hristiyan dahi olmayan kimselere karşı kötü etkileri olduğu görülmüştür.

Cezayirli Gazi Hasan Paşa
Orlof İsyanı, her ne kadar güdümlü bir girişim olsa da, Yunanların git gide artacak olan ayrılıkçı-milliyetçi faaliyetlerinin sürekliliğinde önemli bir kilometre taşı olmuştur.

1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı'nı bitiren antlaşma olarak Küçük Kaynarca Antlaşması; Kırım'ın bağımsızlığının kabulü ve sadece dinî anlamda Halife'ye bağlılığı, Rusya'ya savaş tazminatı ödenecek olması, daha önce Fransa ve İngiltere'nin yararlandığı kapitülasyonların aynı ölçekte Rusya için de geçerli olması ve Rusların Osmanlı himayesindeki Ortodoksların haklarını gözeteceğinin kabul edilmesi gibi hayatî yaptırımlarla pek çok güçlükle burun buruna gelinmesine sebep olmuştur.5

Bu antlaşmada özellikle Rusların, Osmanlı tebaası olan Ortodoks Hristiyanlarla haşır neşir olmasının resmî dayanakla da güçlendirilmesi, ayrılıkçı Yunan hareketlerinin aşikare desteklenmesinin önünü açmıştır.

Rigas Fereos
Orotodoks birliği ve Rus hamiliğindeki Yunan hareketinden, Yunan milliyetçiliğine doğru geçiş ağırlıkla Rigas Fereos (1757-1798) ve Adamantios Korais (1748-1833) öncülüğünde gerçekleşmiştir.6

Rigas Fereos, Megali İdea yani büyük düşünce anlamına gelebilecek Büyük Yunanistan hayalinin önemli mimarlarından birisi olarak, ilk kez Büyük Yunanistan'ı resmeden bir harita üzerinde çalışmış, 1791'de Bükreş'te netleştirdiği haritayı, 1796'da Viyana'da çoğaltmış ve Yunanca konuşulan her yerde dağıtmıştır. Bu haritada Türklere ait olduğu tartışma konusu dahi edilemeyecek pek çok yeri Büyük Yunanistan sınırları dahilinde göstermiştir.7

Kendi bünyesinde de pek çok milletten insanı barındıran Avusturya Devleti, milliyetçi akımlara karşı tedbirli olma zorunluluğu hissetmiş ve yer yer Osmanlı Devleti'yle bu yönde dayanışma içinde olmuştur. Bu bağlamda Avusturya, Rigas Fereos ve beraberindeki ihtilalcileri yakalayıp Osmanlı'ya teslim etmiş, teslim alınan bu kişiler günlerce süren ağır sorgulamalar neticesinde 1798'de idam edilmişlerdir.

Adamantios Korais
Adamantios Korais ise hali vakti yerinde olan bir tüccarın oğlu olarak İzmir'de dünyaya gelmiş, başından itibaren parlak bir kariyerin basamaklarını çıkmaya başlamıştır. Montpellier Üniversitesi'nde tıp eğitimi alan Korais 1788 yılı itibariyle edebî bir çizgiye geçmiş, bunun için Paris'e taşınmıştır. Böylelikle Fransız İhtilali'nin de direkt görgü tanığı olan Korais, bu tür bir Yunan İhtilali'nin hayalini kurmuştur. Korais'in modern Yunancaya ve Yunan edebiyatına büyük katkıları olmuştur. Sadece Yunan Edebiyat Kütüphanesi eseri 17 cilt kadardır. Yine Parerga adlı eseri 9 ciltten müteşekkildir.Korais, ciddî bir entelektüel olarak Yunan milliyetçiliğini dil ve edebiyat yönünden beslediği gibi, aydınlanma filozoflarından etkilenmiş, Fransa'da bazı önemli isimlerle direkt temasa geçtiği olmuştur. Yunan cumhuriyeçiliğinin bayraktarlarından olan Korais'in Napolyon Bonapart'la dahi temasa geçip, Yunan hareketi ve diğer azınlıklar için destek istediği bilinmektedir.

Ayrılıkçı Yunan hareketlerinin arkasında Çarlık Rusya'sının olduğu çoğu kez ayyuka çıkmıştır. Bu destek başlarda Ortodoks dayanışması, sonraları Yunan milliyetçileri ve azınlıkların özgürleştirilmesi kisvesiyle görülse de, asıl amacın büyük bir rakip olan Osmanlı'nın çözülmesi ve pek çok bölgede bu boşluktan yararlanmak olduğu açıktır. Özellikle 1700'lerin sonlarında, Rus Çariçesi II. Katerina ve Avusturya İmparatoru II. Joseph'in Megali İdea'yla, bir "Greek Projesi" olarak değerlendirerek, yeni bir Bizans Devleti meydana getirmek bağlamında ilgilendikleri bilinmektedir.

Yunan milliyetçiliğini kurumsallaştıracak bir yapı olarak Emanoel Ksantos tarafından, Rus desteğiyle 1814'te kurulan Filiki Eterya Cemiyeti'nin ana görevi Osmanlı himayesindeki Rumları kışkırtmak olmuştur. 1820'de yapılan bir toplantıda örgüt yönetiminin başına Çar Aleksandr'ın adamlarından, Aleksandr İpsilanti getirilmiştir.9

Bağımsız Yunanistan'a giden yoldaki en can alıcı hareket olarak nitelendirilebilecek olay olan Mora İsyanı, Aleksandr İpsilanti'nin Eflak ve Boğdan'da çeşitli ayaklanmalar meydana getirmesiyle başlamış, kardeşi Dimitrios İpsilanti ise isyan ateşini Mora'ya sıçratmış ve burada birtakım faaliyetlere girişmiştir.10 Böylelikle 1821 Mora İsyanı dediğimiz hadise meydana gelmiştir.

Mora İsyanı'nın bu tarihlerde kurgulanması tesadüf değildir. Zira halihazırda devlete baş kaldırmış vaziyette olan Tepedelenli Ali Paşa şiddetli bir isyana girişmiş ve Osmanlı Devleti onunla meşgul olmuştur. Bu aralıkta fırsattan istifade eden ayrılıkçı Yunanlar, Filiki Eterya organizasyonuyla Mora İsyanı'nı başlatmışlardır. Osmanlı'nın Tepedelenli Ali Paşa'yla uğraşırken ilk etapta Mora İsyanı'yla yeteri kadar ilgilenemediği söylenir, neden sonra Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dan yardım istenmiştir. Kavalalı'nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır kuvvetleri, Mora'ya kadar gelmiş ve etkili bir biçimde isyanı bastırmıştır. Bunun üzerine; Fransa, İngiltere ve Rusya 1827'de Navarin limanında demirli bulunan Osmanlı ve Mısır donanmasını yakmışlardır. Bu durum, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı'na yol açmıştır. Ruslar batıdan başlayarak Edirne'yi, sonra da doğuda Erzurum'u ele geçirmişler, sonrasında 1829'da Edirne Antlaşması'nı imzalamak üzere masaya oturmuşlardır.

Edirne Antlaşması, Osmanlı Devleti'ne ağır yaptırımlar dayatmıştır. Bu antlaşmayla Yunan bağımsızlığı Osmanlı tarafından tanınmış ve Mora yarımadası kaybedilmiştir. Osmanlı'nın hem sınırları daralmış, hem de ilk kez bir azınlık bağımsızlığını elde ettiği için bu Osmanlı himayesindeki tüm azınlıklara örnek olmuştur.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa
Mora İsyanı'nı bastırmada Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya Mora ve Girit valilikleri vaat edilmiş, bu bağlamda Girit valiliği kendisine verilmiş ancak Mora valiliği verilememiştir. Buna karşılık Kavalalı Suriye valiliğini istemiş, ancak II. Mahmut bu isteği geri çevirmiştir. Bunun sonunda Kavalalı da isyan etmiş ve oğlu İbrahim Paşa güçlü bir orduyla Suriye bölgesini ele geçirip ilerlemiş ve Kütahya'ya kadar gelmiştir. II. Mahmut bu kez de taktiksel bir manevrayla düşmanı Rusya'dan, Kavalalı'ya karşı yardım istemiş, Rusya bunun için Büyükdere önlerine bir filo göndermiştir. Avrupa'nın güçlü devletleri bu bahaneyle Rusya'nın boğazlar üzerinde tek başına söz sahibi olmasını istemediklerinden Kavalalı'yı barış yapması için zorlamışlar bunu sonucunda da 1833 yılında Osmanlı Devleti'nin, Mısır valiliğiyle barıştığı Kütahya Antlaşması imzalanmıştır.

Kütahya Antlaşması, her şeyden önce artık Osmanlı'nın kendi valisiyle dahi baş edemediğini tüm dünyanın gözü önünde tescilleyen bir antlaşma olmasıyla Osmanlı açısından son derece talihsiz bir belgedir. Kütahya Antlaşması uyarınca, artık Kavalalı'ya Mısır ve Girit valiliklerinin yanında Suriye valiliği, oğlu İbrahim Paşa'ya ise Adana valiliği verilmiştir.

Yunanların bağımsızlık talebiyle başlayan olaylar, işte bu şekilde çok farklı sonuçları doğurmuş, o sonuçlar da gelecekteki güç dağılımını ve genel şekillenmeyi etkisi altında bırakmıştır. 

Örneğin; Osmanlı ve Rusya arasında 8 yıllığına geçerli olacak şekilde Hünkar İskelesi Antlaşması imzalanmış, karşılıklı birtakım güvencenin sağlandığı bu antlaşma Rusları Karadeniz'de ve boğazlarda söz sahibi yapmıştır. Sonrasında Kavalalı'ya karşı İngiltere'nin desteğini almak için 1839'da Balta Limanı Antlaşması imzalanarak kapitülasyonlar sürekli hale gelmiştir.

1841 yılına gelindiğinde Hünkar İskelesi'nin geçerlilik süresi dolmuş, hem boğazların durumunu hem de Mısır problemini nihayete erdirmek için Londra Konferansı toplanmış, burada Londra Boğazlar Sözleşmesi (1841) imzalanmıştır. 

İlerleyen yıllarda da bu gelişmelerden meydana gelen siyasî atmosferde, 1853-1856 yılları arasında Kırım Harbi yaşanmış, bu savaşta Avrupa devletleri Osmanlı'yla birlikte Rusya'yla mücadele etmişler ve Rusya mağlup olmuştur. Rusya mağlubiyetiyle sonuçlanan Kırım Savaşı sonrasında yapılan Paris Antlaşması'yla özellikle boğazlar meselesinde pek çok hükümle 1841 Londra Antlaşması'na dönülmüştür. Bu şartlarla ilerleyen yıllarda tam olarak dengeye gelemeyen güçler yine bir savaşı, yani 93 Harbi de dediğimiz meşhur 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nı meydana getirmiştir.

Ekserî olarak bölge siyaseti bu şekilde gelişmişken, Yunanların bağımsızlık sonrası iç siyaseti de mühimdir. 1829'da Edirne Antlaşması'yla bağımsız olan Yunanistan'da rejimin belirlenmesi ve yöneticinin netleşmesi birkaç yılı bulmuştur. 1832 yılında bir krallık yönetiminin ilan edildiği Yunanistan, arkasındaki dönemin büyük devletleriyle biraz da lafta kalan bir bağımsızlıkla, Osmanlı Devleti'ne karşı bir ön cephe olarak iş görmüştür. İlk Yunanistan kralı olarak 17 yaşındaki Bavyeralı Otto belirlenmiştir.11 Genç Otto reşit olana dek, takribî 1835'e kadar Yunanistan yönetimini bir tür konsey olarak naipler üstlenmiştir. 1843 yılına gelindiğinde Otto bir ayaklanmayla karşı karşıya kalmış ve anayasa çıkarmaya zorlanmıştır.12 Bu yöndeki ısrarları kabul eden Otto, tahttan ayrılacağı 1862 tarihine kadar Yunanistan bir anayasal monarşi olarak yönetilmiştir.13 Bu bir yönüyle Yunanistan'ın I. Meşrutiyet Dönemi olarak da yorumlanabilir. 1862'de bir halk ayaklanması sonucu ülkeyi süresiz olarak terk etmek durumunda kalan Otto'nun yerine, Danimarka hanedanına mensup George, "Yorgo" adıyla kral olmuştur.14 Kral Yorgo göreve geldiğinde İngiltere kendisine İyon Adaları'nı hediye etmiş, 1867'de de Yorgo, Rus Çarı'nın yeğeniyle evlenerek son derece stratejik bir hamle yapmıştır.15 Kral Yorgo 1913 yılında Selanik'te bir suikast sonucu öldürülene dek yaklaşık 50 yıl kadar tahtta kalmıştır. George, yani Yunanların deyimiyle Kral Yorgo, I. Georgios olarak da anılmaktadır.

Yunan Kralı Yorgo
Yunan iç siyasetine değindikten sonra tekrar genel dış siyasete dönecek olursak, 93 Harbi süresince Yunanistan'ın başında doğal olarak Kral Yorgo'nun olduğunu söyleyebiliriz. 93 Harbi Boyunca yer yer el altından eşkıya faaliyetlerini destekleyen, yer yer de Rusya'dan vaat ve savaşa davet bekleyen Yunanistan, Ayastefanos Antlaşmasıyla adeta dumura uğramıştır. Buna göre Rusya'nın hamiliğindeki Bulgaristan'ın inanılmaz güçlenmesi ve Yunanistan'ın hayalini kurduğu birtakım kritik yerleri alması pek hoş karşılanmamıştır.16 Avrupa'nın büyük devletleri de Rusya'nın bu denli güçlenmesine göz yummayacağından ve Rusya da tekrar savaşa girmeyi göze alamayacağından, Ayastefanos Antlaşması rafa kaldırılmış ve Berlin Kongresi toplanarak Berlin Antlaşması imzalanmıştır.

Berlin Antlaşması'yla Bulgaristan neredeyse tüm kazanımlarını kaybederek parçalanırken, Osmanlı Doğu Beyazıt'ı geri almıştır. Buna mukabil olarak epeydir tartışmalı olan Teselya'yla ilgili de hüküm verilmiş, Teselya'nın Yunanistan'a bağlandığı kabul edilmiştir.17


  DİPNOTLAR

1https://www.batitrakya.org/yazar/baris-hasan/yunanistanin-osmanli-imparatorlugundan-bagimsizlik-sureci.html
/1.1 Erken Dönem Yunan Kimliği Tartışmaları

2 https://www.batitrakya.org/yazar/baris-hasan/yunanistanin-osmanli-imparatorlugundan-bagimsizlik-sureci.html
/1.1.1 Plethon Gemistos

3 http://www.absoluteastronomy.com/topics/Dionysius_the_Philosopher

4 http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=300284 

5 https://antlasmalar.com/kucuk-kaynarca-antlasmasi/

6 https://wikivisually.com/lang-tr/wiki/Yunan_%C4%B0syan%C4%B1#cite_note-13 
/Çağdaş Yunan Ayaklanması ve milliyetçi akımı

7 https://www.turkcebilgi.com/megali_idea_(tarih)

8 https://www.britannica.com/biography/Adamantios-Korais

9 http://www.osmanli700.gen.tr/olaylar/olaye3.html

10 https://www.batitrakya.org/yazar/baris-hasan/yunanistanin-osmanli-imparatorlugundan-bagimsizlik-sureci.html
/1821-1824 Arası Dönem

11 Temel Britannica Ansiklopedisi

12 Temel Britannica Ansiklopedisi

13 Temel Britannica Ansiklopedisi

14 http://acikerisim.ege.edu.tr:8081/jspui/bitstream/11454/524/1/bulentakyay2001.pdf sf. 91

15 http://acikerisim.ege.edu.tr:8081/jspui/bitstream/11454/524/1/bulentakyay2001.pdf sf. 92

16 http://acikerisim.ege.edu.tr:8081/jspui/bitstream/11454/524/1/bulentakyay2001.pdf sf. 108

17 https://antlasmalar.com/berlin-antlasmasi/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder