14 Ağustos 2018 Salı

Türk-Yunan İlişkilerinin Tarihine Genel Bir Bakış-II

Yunanistan, farklı dönemlerde yöneticileri değişse de Megali İdea'yı bilinçaltından atamamış, Berlin Antlaşması'yla Teselya'yı aldıktan sonra da daima problem çıkarmayı sürdürmüştür. Berlin Antlaşması'nın imzalandığı 13 Temmuz 1878 tarihinden itibaren, 3 yıl kadar süren diplomatik bir süreçle Yunanistan, 24 Mayıs 1881'de yapılan İstanbul Milletlerarası Sözleşmesi'yle, Larisa ve Narda'yı da topraklarına katmıştır. Böylelikle 93 Harbi'nden itibaren gelinen noktada, büyük devletlerin de etkisiyle; Teselya, Larisa, Narda Yunanistan'a, Epir Osmanlı'ya bırakılmıştır.1
Girit Haritası
Yunanistan'ın Epir üzerindeki hak iddiaları ve Girit'i topraklarına katma hevesi kalıcı barışın sağlanmasına engel teşkil ederek, gerilimi devam ettirmiştir. Bir önceki yazıda da anlatılmaya çalışıldığı üzere, Osmanlı tebaası olduğu zamanlardan itibaren problemli bir grup olan Yunanlar, kronolojik bir isyancılığa sahip olup, kendilerince haklılık iddia ettikleri zamanların dışında, Osmanlı zor durumdayken de şanslarını dener vaziyette birtakım isyan girişimlerinde bulunmuşlardır.

Örneğin; 19. yüzyılın kayda değer ilk Yunan isyanı olan 1821'deki Mora Ayaklanması'nı, 1822 Sakız Adası Ayaklanması izlemiş, 1854'e gelindiğinde Kırım Harbi'ni fırsat bilen Yunanlar, yine Epir-Teselya çevresinde yeni bir ayaklanmanın fitilini ateşlemişlerdir. 1866'ya gelindiğindeyse de meşhur Girit İsyanı başlamıştır. Bu isyan Girit'teki ilk ayrılıkçı faaliyet de değildir. Hatta Girit'te en az 25 yıl kadar geriye giden ve dozu değişen bir gerilimler silsilesinden bahsedilebilir. Bu konuda sadece Girit kendi isyan kronolojisini oluşturabilecek yeterliliktedir.2


Girit İsyanı başladığında yani 1866 yılının Ağustos ayında, adadaki Ortodokslar şok bir saldırıyla Müslümanları hedef almışlar ve bir süre sonra da Girit'in Yunanistan'a katıldığını ilan etmişlerdir. Bu girişim sonrasında güç kullanan Osmanlı Devleti isyanı bastırmıştır. Osmanlı'nın baskın gelmesine karşın Fransız donanması isyancılara arka çıkarak durumu dengelemiştir. Bunun sonucunda da Osmanlı Girit'e muhtariyet (özerklik) vermeyi kabul etmiştir. 1867 itibariyle kabul edilen muhtariyetle Osmanlı-Yunan diplomatik ilişkileri bir aralık tamamen kesilmiştir. 1869'a gelindiğinde Paris Konferansı, Girit meselesi için toplanmış, böylelikle Osmanlı-Yunan teması tekrar sağlanmıştır. Bu konferansta alınan karara göre Girit'in özerkliği güçlendirilerek kurulacak bir Girit Meclisi'nin burayı yöneteceği, bu meclisin 80 üyesi olacağı ve bunların Rumlar ve Osmanlılar arasında 49'a 31 şeklinde taksim edileceği belirlenmiştir. Buna ek olarak Rumca'nın da resmî dil olması kabul edilmiştir. Yine 1869 yılında özerkliği de aşmak ve direkt Yunanistan'a bağlanmak amacıyla hareket eden Rum-Ortodoks isyancılar, bu kez Osmanlı tarafından kararlılıkla bastırılmış, sonrasında Osmanlı Girit'teki meclisi feshetmiştir. Paris'te tekrar görüşen büyük devletler Osmanlı'ya hak vermekten başka alternatif bir tavır sergileyememişlerdir.3

Girit'te yine suların durulmamasıyla, 1878'de Halepa şehrinde yapılan bir anlaşmayla, 1867-68 ıslahatları genişletilerek; Girit'e 5 yılda bir vali atanacağını, vali Müslümansa mecburî olarak Ortodoks Hristiyan bir yardımcı, vali Ortodoks Hristiyansa yine mecburen Müslüman bir yardımcı bulunduracağı, Girit'in Osmanlı aleyhinde faaliyette bulunmak ve karar almaktan imtina edeceği kararlaştırılmış, sulh sağlanmaya çalışılmıştır.

Yani sonuç olarak; isyanlarla, başlattıkları hareketlerle bağımsızlıklarını kazanan Yunanlar, Girit'te ayrıca yazıldığında bir külliyatı dolduracak ölçüde olayı örgütlemişlerdir. Berlin Antlaşması'nın 23. maddesinden aldıkları destekle, Halepa Antlaşması'nın imzalanmasını sağlayıp, Girit'i Yunanistan'a ilhak etmenin ön adımı olarak özerkleştirmişlerdir. Buradan itibaren Girit'te 1890 ve 1896 yıllarında yine ayaklanmalar yaşanmıştır.

Sürekli olarak Girit ve diğer sorunlu yerlerdeki isyancıları örtülü olarak destekleyen Yunanistan, 1890'lar itibariyle bunu açıkça yapma yoluna gitmiştir. Artık Girit'e aşikare olarak subaylarını göndermiş ve silah desteği sağlamaya başlamıştır. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'na giden yolda bu olaylar önemli öncüller olarak göze çarpmaktadır.

Girit'te her zamanki gibi bir gerilim varken, diğer bazı sorunlu bölgeleri de sebep gösteren Yunanistan 9 Nisan'dan itibaren Teselya ve Makedonya'da Osmanlı'ya karşı saldırıya geçmiş, bunun üzerine 17 Nisan'da Osmanlı Yunanistan'a savaş ilan etmiştir.

Dömeke Muharebesi'ni Resmeden Zonaro Tablosu
(Bu savaşta Osmanlı'nın mevcut hükümdarı Sultan II. Abdülhamit vardır ve Osmanlı birliklerine Müşir Ethem Paşa kumanda etmiştir. Yunanistan'da ise Kral Yorgo dönemi devam etmektedir ve Yunan birliklerine Veliaht Prens Konstantin kumanda etmiştir.)

Savaş ağırlıklı olarak Teselya ve Epir cephelerinde gerçekleşmiştir. Bazı dalgalanmalar olmakla beraber muharebeleri ekseriyetle Osmanlı birlikleri kazanmış, son olarak Dömeke Muharebesi'nin kazanılmasıyla Osmanlı birliklerine Atina yolu açılmıştır. Burada yine batılı devletlerin uyarılarıyla Atina'ya ilerlenmemiş ve 4 Aralık 1897'de İstanbul Antlaşması imzalanarak barış yapılmıştır.4


İstanbul Antlaşması, batılı devletlerin Yunanistan'a arka çıkmasıyla Osmanlı Devleti'nin alanda kazandıklarından büyük ölçüde feragat ettiği bir antlaşma olmuştur. Antlaşmaya göre; Osmanlı ele geçirdiği Teselya'yı bazı küçük yerler dışında tamamen boşaltacak, Yunanistan Osmanlı'ya savaş tazminatı ödeyecek, halka verdiği zararı telafi edecektir. Ayriyeten bu antlaşmayla Girit'in özerkliği önceki karışıklıklardan, isyancılıktan arınarak daha kurumsal bir hâle gelmiştir.

Takip eden süreçte; 19 Nisan 1899 tarihinde hararetli bir Megalo İdea savunucusu olan genç hukukçu Eleftherios Venizelos'un hazırladığı anayasa, Girit Meclisi'nde kabul edilmiş, bu anayasayla Girit Yunanistan'a bağlanma yolunda önemli bir mesafe katetmiştir. 5 Ekim 1908 tarihine gelindiğinde II. Meşrutiyet'in yarattığı boşluğu fırsat bilen Girit yönetimi Yunanistan'a bağlandığını ilan etmiştir.5

Eleftherios Venizelos
Zaman ilerlerken Yunanistan iç siyasetinde de sular durulmamış, Venizelos'un önlenemez yükselişi gözlenmiştir. Venizelos, 1906'da 1898'den beri Girit'i yöneten Prens George'u bir isyan sonucunda istifa etmek zorunda bırakmıştır. 1909'da ihtilalci subayların kendisini danışmanlıkla görevlendirmeleri yine Venizelos'un önünü açmıştır. 1911'de yine askerî isyan sonucu kral tarafından dağıtılan meclisi yenilemek için yapılan seçimlerde Venizelos Yunanistan başbakanı olmuştur.

Bu atmosfer içerisinde, büyük devletlerin çıkarları çatışırken ve I. Dünya Savaşı hızla yaklaşırken birtakım pazarlıklar yapılmış ve karşılıklı güvenceler verilmiştir. Mesela; 1908 yılında yapılan Reval Görüşmeleri'yle İngiliz Kralı VII. Edward ve Rus çarı II. Nikolay'ın Osmanlı'yı bölüşme üzerine anlaşmaları ve yine Rusya'yla İtalya'nın 1909 yılında yaptıkları Racconigi Antlaşması Osmanlı'ya karşı farklı bölgelerdeki saldırılarını karşılıklı olarak destekleyecekleri konusunda anlaşmaları bu güvencelere örnektir.

Diğer büyük devletlere nazaran geç bir tarihte -Almanya'yla yakın olarak- siyasi birliğini tamamlayan İtalya, Racconigi Antlaşması'ndan da aldığı güvenceyle 1911'de Osmanlı Devleti'nin Kuzey Afrika'daki son toprağı olan Trablusgarp'a asker çıkarmıştır. Burada zayıf birtakım düzenli kuvvetlerin haricinde, gönüllü olarak oraya gitmiş olan; Albay Neşet Bey, Binbaşı Enver Bey, Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey, Fuat (Bulca) Bey, Nuri (Conker) Bey, Fethi (Okyar) Bey gibi Osmanlı subaylarının bölge insanını örgütlemeleri ve gerilla savaşı vermeleriyle önemli başarılar sağlanmıştır.6

Racconigi Antlaşması'yla İlgili Bir Görsel
Trablusgarp'ta 1911-1912 yılları arasında önemli başarılar elde edilmişken birden bire I. Balkan Harbi'nin patlak vermesi Osmanlı Devleti'ni zora sokmuş ve rüzgarı tersine çevirmiştir. Bunun sonucunda da 1912 yılında yapılan Uşi Antlaşması'yla Libya kaybedilmiş, onun da yanı sıra Balkanlarda yaşanan savaştan sonra Osmanlı'ya geri verileceği sözüyle Ege Denizi'ndeki Oniki Adalar da elden çıkmıştır.7

Daha önce de pek çok yerde görüldüğü üzere I. Balkan Harbi'nin Osmanlı İtalya ile savaştayken başlaması tesadüf olmayıp, Osmanlı Devleti zor durumdayken bundan yararlanarak saldırma politikasının bir ürünüdür. 1912'de başlayan I. Balkan Harbi'nde Osmanlı Devleti kendisine karşı birleşen; Bulgaristan, Yunanistan, Karadağ ve Sırbistan'la aynı anda savaşmıştır. Balkan devletleri birliğinin zaferiyle sonuçlanan I. Balkan Harbi sonrasında Osmanlı'nın Bulgar sınırı Midye-Enez hattına kadar gerilemiş ve Trakya dahi elden çıkmıştır. 30 Mayıs 1913'te Londra Antlaşması'nın imzalanmasıyla harp sona ermiştir. Bu antlaşmaya göre Yunanistan; Güney Makedonya, Selanik ve Girit'i topraklarına katmıştır.8


Bulgaristan'ın hakettiğinden fazla toprak aldığına inanan diğer balkan devletlerinin Bulgaristan'a karşı ittifak kurması ve Bulgaristan'ın bu devletlerden Sırbistan'a saldırmasıyla II. Balkan Harbi başlamıştır. Bu harp sonucunda Bulgaristan balkan devletleri karşısında yenilirken Osmanlı'ya karşı da Edirne ve çevresini kaybetmiş Meriç Nehri Osmanlı-Bulgar sınırı haline gelmiştir. Savaştan sonra imzalanan 10 Ağustos 1913 tarihinde Bükreş Antlaşması'yla da sınırlar güncellenmiş ve balkan devletleri kendi arasında barış sağlamışlardır. Osmanlı Devleti'yle diğer devletler arasında ise sırasıyla; İstanbul (29 Eylül 1913), Atina (19 Kasım 1913), İstanbul (13 Mart 1914) antlaşmaları yapılmıştır.9

Yakın zamanlarda Yunanistan'da yaşanan diğer bir çok önemli olay ise; Kral I. Georgios'un Selanik'te, 18 Mart 1913 tarihinde bir suikast sonucu öldürülmesi olmuştur. I. Georgios sonrası tahta, oğlu I. Konstantin geçmiştir.

Pek çok şey yerli yerine oturmuşken, zamanın oku artık iyiden iyiye I. Dünya Savaşı'nı işaret etmeye başlamıştır. Bu atmosfer içerisinde Osmanlı'da yönetimi neredeyse tamamen devralmış olan İttihatçılar, özellikle Balkan Savaşları sonrasında ordu modernizasyonu konusunda yakınlık duydukları Almanya'nın safında savaşa girecek olsalar da bunun öncesinde farklı kanallar aracılığıyla Fransa ve İngiltere devletlerine ittifak teklifi götürmüşlerdir. Ancak bu teklifler olumlu yönde karşılık bulamamıştır. Daha önce de bahsedilen Reval Görüşmeleri, Racconigi Antlaşması gibi temaslar ve diğer ilişkiler, ihtiyaç ve hedefler aslında doğal olarak blokları belirlemiştir. Fransa ve İngiltere ilgili görüşmelerde Osmanlı temsilcilerine tarafsız kalmayı tavsiye etmelerine rağmen, önemli bir amaçları da Osmanlı'nın tüm zenginliklerini bölüşmek olmuştur.

(2 Ağustos 1914 tarihinde gizli Türk-Alman İttifak Antlaşması imzalanmıştır. Osmanlı'nın pek de lehine olmayan bu antlaşmaya göre, eğer Rusya ve Almanya savaşa girerse, Osmanlı direkt olarak Almanya'nın yanında yer alacaktır. Oysa ki 1 Ağustos 1914'te zaten Almanya Rusya'ya savaş ilan etmiştir. Diğer maddelerde de Osmanlı için pek de hayırlı olmayan durumlar söz konusudur.)

29 Ekim 1914'te  meşhur Rus limanlarının bombalanması olayıyla Osmanlı Devleti fiilî olarak savaşa girmiş olsa da, iç siyasette İtilaf Devletleri'ne karşı topyekun bir karşıtlığın ve kararlılığın olduğunu söylemek pek mümkün değildir. 

Yine I. Dünya Savaşı stratejisiyle ilgili iç kararlılığın bulunmadığı diğer bir ülke de Yunanistan olmuştur. Yunanistan'da; Kral I. Konstantin, Alman Kayzeri II. Wilhelm'le akraba olması sebebiyle İttifak Devletleri'ne karşı doğal bir müttefiklik psikolojisi içerisinde olmuştur. Ne var ki İtilaf Devletleri'nin Akdeniz'de baskın olması sebebiyle de I. Dünya Savaşı süresince tarafsız kalmak istemiştir. Başbakan Venizelos'un düşünceleri çok daha farklıdır. Venizelos Yunanistan'ın yerini İtilaf Devletleri'nin yanında görmüş ve bu bloğun öncü kuvveti gibi davranarak Megali İdea'ya ulaşmanın hayallerini kurmuştur.10


1915 yılında Çanakkale'ye, İtilaf Devletleri'yle anlaşarak kralın izni olmaksızın kuvvet gönderme niyetinde olan Venizelos, bu hareketinden dolayı kral tarafından istifaya zorlanmıştır. İstifa etmiş ve yapılan seçimlerde yine iktidara gelmiştir. Savaşçı tarafı bastırılamayan Venizelos Sırbistan'la birlikte savaşa girme isteği üzerine tekrar istifa ettirilmiş ve Selanik'e giderek taraftarlarından ve de İtilaf Devletleri'nden aldığı destekle 1916 yılında yeni bir hükumet kurmuştur.11 1917'ye gelindiğinde Venizelos'un arkasındaki iki unsur da çok baskın olacak ki; Kral I. Konstantin yönetimden çekilerek tahtı oğlu Aleksandr'a bırakmış ve yine Venizelos'un önü açılmıştır.

Yunan Kralı I. Konstantin
Yunanistan yönetiminde çok etkili hâle gelen Venizelos ilk iş olarak 1917 yılı itibariyle İtilaf Devletleri'nin yanında savaşa girmiş ve zaten son safhasında dahil olduğu savaştan 1918 yılı sonlarında galip devletler arasında yerini almıştır. 18 Ocak 1919'da toplanan Paris Konferansı'nda Venizelos, Türkiye üzerinde Yunanistan'a ait olması gereken yerleri haritalandırarak, büyük bir hiddetle anlatmaya çalışmış ve bu toprakları talep etmiştir.12 İlerleyen günlerde, 15 Mayıs 1919 tarihinde ise Yunan askeri İzmir'e ayak basması işte bu konferansta alınan kararların bir sonucudur.



DİPNOTLAR

1 http://estudamdergi.ogu.edu.tr/index.php/yakintarih/issue/download/46/279 /sf. 49

2 https://arsiv.wordpress.com/2007/04/19/girit%E2%80%99i-nasil-kaybettik/

http://estudamdergi.ogu.edu.tr/index.php/yakintarih/issue/download/46/279 /sf. 50

4 http://bilimdili.com/arkeotarih/tarih-tarih/osmanlinin-xix-yuzyildaki-son-zaferi-1897-osmanli-yunan-savasi/

5 http://dergipark.gov.tr/download/article-file/105964 /sf.6

6 http://www.ataturk.net/imp/tra.html

7 https://antlasmalar.com/usi-antlasmasi/

8 http://www.ataturk.net/imp/balkan.html

9 http://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar-detay.php?id=1428

10 http://ataturkilkeleri.deu.edu.tr/wp-content/uploads/2016/08/Yunanistan-ve-Birinci-D%C3%BCnya-Sava%C5%9F%C4%B1_%C3%87anakkale%E2%80%99den-Milli-B%C3%B6l%C3%BCnmeye.pdf /sf. 31

11 http://www.biyografi.info/kisi/venizelos

12 http://www.yardimcikaynaklar.com/paris-baris-konferansi-18-ocak-1919/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder