Aslında her ne sebeple olsun, direkt kişiler üzerinden yazı yazmayı doğru bulmuyorum. Bugüne kadar bu blogu da böyle doğru bulmadığım şeyleri yapmayarak sürdürdüm. Ancak bu sefer çok başka. Yazmamak, sanki verilmesi gereken bir cevabı vermemek gibi, içine atmak gibi, haklıyken susmak gibi, daha da çok dolmak gibi geliyor. O yüzden şimdilik bu yaklaşımımı/prensibimi bir kenara bırakıyorum.
Birkaç gündür bazı televizyon dizilerindeki gizli FETÖ mesajları üzerinden bir tartışma dönüyor. Tartışmanın bir tarafında Nihat Genç, diğer tarafında da birtakım akıllılar var. Aslında tartışma da dememek lazım. Nihat Genç'in birisi halen yayında, diğeri seneler önce yayınlanmış ve epey ilgi görmüş iki diziyle ilgili bazı saptamaları oldu. Bunun üzerine de Nihat Genç'e tepki gösteren veya kendince onu alaya alan akılları gördük.
En başında belirtmek gerekir ki; Fethullahçılar bir davranış biçimi olarak daima gizliliği, sinikliği, sinsiliği benimsemişlerdir. Bunun da ötesinde bundan haz duydukları açıktır. Bu kendilerine zeki veya üstün hissettiriyor olmalı ki; gazetelerinin reklamlarında, kendi yapımlarındaki subliminal mesajlarda, "F serisi 1 dolar" hiyerarşisinde, "FG" plakalı arabalarda, ByLock kullanımında ve sayısız diğer örnekte bu davranışa rastlanıyor. Bu sebeplerden dolayıdır ki, çıkardığı dergiye dahi "Sızıntı" adını veren bu yapıya karşı, bunca olgu da ayan beyan ortadayken şüpheci yaklaşmak son derece doğaldır. Delilik alameti falan değildir. Ama tabi hangi bağlamda konuştuğumuz da çok önemli. "Sizin anlattığınız karşınızdakinin anladığı kadardır" denir malum. Delilikten ve delirmekten neyi kastediyoruz? Ne anlıyoruz? Yalçın Küçük, her fırsatta kendisine deli denmesinden hoşlandığını söyler mesela. Yada Desiderius Erasmus'un meşhur Deliliğe Övgü'sü ciddi bir klasiktir. Tabi Nihat Genç'e delilik ithamında bulunanların ne bu derinlikle olduklarını, ne de iyi niyetli olduklarını söylemek mümkün değil. O yüzden bu faslı kapatıyorum.
Tartışma kapsamında bir şey çok dikkatimi çekti. Nihat Genç'e deli yakıştırması yapanlar ve hatta alay edenler; Her türlü millî değerimize küfreden, Kapital'i Marx'a kötü cinlerin yazdırdığını, Stalin'in savaşta askerlerine ayet el-kürsi okumalarını emrettiğini, Putin ve Prens Charles'ın Müslüman olduklarını, Shakespeare'in aslında "Şeyh Pir" olduğunu iddia eden, "keşke Yunan galip gelseydi" diyen ve akıl hastanesi geçmişi olan Kadir Mısıroğlu'na tek laf etmiş değiller! Üstüne üstlük, aynı kişilerin geçmişte Fethullah Gülen'e saygıda kusur etmediklerini de görüyoruz. Her dönemin akıllısı olmak bunu gerektiriyor herhalde.
Bu her dönemin akıllılarını tahlil etmeyi, bunu bir karakter yapısı olarak analiz etmeyi önemsiyorum. Bunlar sermayeyle var olan, haklının değil güçlünün yanında olan, birikimi doğrultusunda çalıştığı güç odağının yanlışlarını rasyonalize etmeye çalışan, herhangi bir bağımsızlığı olmayan, dekorla ve prodüksiyonla var olan, ahlaktan yoksun propagandistlerdir. En büyük ortak özellikleri de kendileri gibi "akıllı" olmayanları "deli" gibi görmektir. Onlara göre rantı, makamı, parayı, çıkarı reddetmek büyük deliliktir!
Böyle iş işten geçtikten sonra yazması-okuması kolay oluyor. Tıpkı bir filmde tüm karakterlerin maskesi düştükten, artık filmin sonuna gelindikten sonra yorumlamak gibi. Mesele film devam ederken doğruyu teşhis edebilmekte. Her türlü ters görünüme rağmen, sunî bulgulara rağmen, yanlış bilince rağmen doğruyu görebilmekte ve daha da önemlisi söyleyebilmektedir! Hayatta her ölçekte bu durumun varlığından söz edilebilir. Kişisel hayatlarımızda çok minimal örnekleri olabileceği gibi, ülke çapında ama direkt yönetimle ilgili ve hayatî kademede önemi olmayan örnekleri de olabilir. En yakın ve bilindik örnek olarak herhalde Çiftlik Bank vakası gösterilebilir. Şu an Çiftlik Bank dolandırıcılığından, vurgunundan, hırsızlığından -artık aklınıza ne gelirse- bahsetmek çok kolaydır. Ancak bilmem kaç baş hayvanlık tesisin açılışının yapıldığı esnada, çeşitli yerel yöneticiler, belediye başkanları, birtakım ünlüler ve organizasyonu yönlendiren coşkulu çığırtkanlar oradayken, ciddi ciddi kurdele falan kesiliyorken, siz kalkıp da "bu güvenilir bir iş değil bulaşmayın" derseniz, antipatik, oyunbozan hatta "deli" olursunuz. Herkes de oradan yaka paça uzaklaştırılmanızı ister. Dekoru bozuyor, işin büyüsünü kaçırıyorsunuzdur çünkü. Ama mesele de tam o zaman konuşabilmektir işte.
Gelin şöyle biraz geçmişe gidelim. Türkçe Olimpiyatları'nda dünyanın dört bir tarafından getirilen çocuklar göstermelik bir şeyler mırıldanır ve ülkenin en tanındık isimleri orada sırıtarak poz verirken, Zaman gazetesi satış rekorları kırıp 1 milyonun üzerinde tiraj yaparken, Fem dershaneleri ülkeyi ağ gibi sarmışken, devletin her kademesinde Fethullahçı kadrolaşma varken, şöyle bir Pensilvanya turu yapıp gelenin önü açılıyorken, aynı zamanda TSK ve Kemalist aydınlar kurmaca davalarla hapsedilirken kimin sesi çıkıyordu? Daha da önemlisi o sesi çıkanlara ne deniyordu? Ne dediğinizi duyar gibiyim. Evet "deli" deniyordu.
"Bunlar da böyle kelaynak sürüsü kadar kaldılar" deniyordu.
"Böye 3-5 tane ulusalcı, faşist, deli vesayeti savunuyor" deniyordu.
"Sizin devriniz bitti" deniyordu.
"Türkiye normalleşiyor, bağırsaklarını temizliyor" deniyordu.
Bunlar gibi yığınla şey söyleniyordu. Peki ne oldu sonuç olarak? Bunları söyleyenlerin en büyüklerinden birisi kendisinin "ahmak" olduğunu kabul etti. Hem FETÖ, hem PKK, öyle "Kemalist hassasiyetlerin" pek geçerli olmadığı dönemlerde dahi devletin güvenlik sınırlarına tosladılar. Sağlıklı bir Türkiye'de kendilerine yer olmadığını, yine kendileri ispatladılar. Türkçe Olimpiyatları'nın adı anılmaz oldu. Zaman gazetesinin arşivi dahi silindi. Dershaneler kapandı, tozu bile kalmadı. Kadrolar temizlendi, FETÖ'den arındırıldı/arındırılıyor.
Bunlar olduktan sonra, özellikle 15 Temmuz 2016'dan itibaren böyle FETÖ karşıtlığı falan gelişenleri gördük. Öyle ki "kim daha çok bağıracak" yarışına girdiler. İş işten geçtikten sonra. Yıllarca yanaşmalık, "akıllılık" yaptıktan sonra. Ne kadar samimiler, değiller ben bilecek değilim ilgili yerler takibatını yapar. Benim değinmek istediklerim zamanında konuşabilenler yani "deliler"! "Hocaefendi" ön adını kullanmadan hitap etmenin saygısızlık sayıldığı, New York'ta 5 Minare'yi izleyip ağlamayanın savaş suçlusu nazi subayı gibi görüldüğü günlerde konuşabilen deliler!
Şimdi yine çeşitli tartışmalarda aynı kişilerden, aynı kişilere deli ithamında bulunulduğunu görüyoruz. Zaman geçiyor, bazı şeyler hiç değişmiyor. Artık bu da bizim sınavımız mıdır, ülkemizin hafıza zayıflığı mıdır varın siz karar verin.
Bu arada unuttum sanmayın. Başlık olarak da belirlediğim sorunun cevabını hala vermedim farkındayım.
Yani Nihat Genç gerçekten delirdi mi?
Tabi bu soruyu cevaplamak için, bu ithamda bulunanların yani iddia sahiplerinin perspektifinden bakmak gerekiyor. Gelin biz de öyle yapalım.
Akıllılık;
Bir yerlerden talimat alarak yazmaksa,
Gerçekten inandıklarını değil, karşılığında kişisel menfaat elde edilen şeyleri savunmaksa,
Köşe yazarak ve bu köşeyi millî hassasiyetlere küfür cephesine çevirerek servet elde etmekse,
Her devrin adamı olmaksa,
NATO'suz yola çıkamamaksa,
Dekoru yıkamamaksa,
Yanlış bilincin karşısına dikilememekse,
Hiçbir bireysel bağımsızlığın bulunmamasıysa,
"Gelen ağam giden paşam" demekse,
"Bal tutan parmağını yalar" demekse,
"Benim memurum işini bilir"i düstur edinmekse eğer,
Nihat Genç hiçbir zaman akıllanmadı ki şimdi delirsin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder