Bazen samimi sohbetlerde değinilir. Böyle bazı noktalar vardır ki; hem herkesin bildiği bir şeydir. Çoğu kez nitelikli bir bilgi de değildir ama maddî olarak kimsenin aksini iddia edemeyeceği şekilde doğrudur. Hem de ulu orta konuşulmak istenmez pek...
Hayır, böyle argo ifadelerden, bel altı meselelerden bahsetmiyorum! Sosyal, kültürel, tarihî bazı bilgilerden bahsediyorum.
Hem neredeyse tüm yetişkinlerin bildiği, hem de; umuma açık yerlerde, topluluk önünde, örneğin bir canlı yayında, pek samimiyetin olmadığı ve belli bir sayının üstünde kişi bulunduran meclislerde bilmemezlikten gelinen veya hiç değinilmeyen, hattâ bile bile tam zıttının doğru olduğu iddia edilinen konular vardır. Otosansürler dizisi üzerinde topluca varılmış bir tür mutabakat da diyebiliriz. İşte bu durumu "gizlibilinirlik" olarak, bu türden bilgileri de "gizlibilinir bilgi" olarak adlandırıyorum. Bunu aynı zamanda bir sıfat olarak kullandığım için de iki kelimeyi birleşik yazmayı tercih ediyorum.
Bu yazı da umuma açık bir şekilde yayınlandığı için benim de bu konuda örnek vermem zor olacak ve bu durum bir paradoks oluşturacak belki, ama olsun, ucundan kıyısından meramımı anlatmaya devam edeyim...
İki arkadaş arasında geçen bir konuşma düşünelim, bu konuşmada birisi diğerinin yeni kıyafetlerini/giyimini nitelemek için "Avrupalı gibi olmuşsun" dese, bu ifadeye maruz kalan kişinin tepkisi muhtemelen ne olur?
Büyük ihtimalle böyle tebessüm ederek veya gözlerinin içi gülerek, üstünü başını çekiştirir, düzenliyormuş gibi yapar, yani hoşuna gider. Oysa bu ifadede bir övgü yoktur!
Tam da aynı senaryoda ilgili diyalogta küçük bir değişiklik yapalım, "Ortadoğulu gibi olmuşsun" dendiğini varsayalım. Bu ifadeye maruz kalındığında tepki ne olur?
Yine çok büyük ihtimalle kızar, alınır veya bunun bir şaka olup olmadığını sorar. Oysa bu ifadede de bir yergi/hakaret yoktur!
Yani demek ki; sadece genel bir coğrafî bağlılık belirten kelimelerde, iyi veya kötü başka bir sıfat olmamasına rağmen, olumlu ve olumsuz bir anlam vardır.
Hadi biraz daha samimi olalım. Avrupa dediğimiz yer, dünyanın geri kalanının gözünün üzerinde olduğu, pek çok konuda üzerinde yaşayan kişilere özgürlük tanıyan, refah ve konforda standartları olan bir yerdir.
Ortadoğu dediğimiz yer de gürültü patırtının, ayrışmanın, çatışmanın, kan ve nefretin, karışıklığın, geri kalmışlığın, cehaletin, şiddetin eksik olmadığı bir yerdir.
Avrupa'dan Ortadoğu'ya bazı turistik ziyaretler ve özel durumlar dışında pek seyahat etme temayülü, bunu sağlayacak bir motivasyon yokken, Ortadoğuluların çoğu kez Avrupa'ya adım atabilmek için birbirlerini ezdiklerini görürsünüz!
Tabi "kim kimi sömürdü ve geri bıraktı, bunca felakete sebep oldu" meselelerinin müstakil olarak başka bir yazının konusu olduğunu belirterek ve mevcut durumu ifade ederek devam ediyorum...
Yani bu durum bir realitedir. Sayısız parametreye göre Avrupa daha iyi, Ortadoğu daha kötüdür. Böylesine yaygın bir bilgiyi bu kadar aşamada, açarak anlatmaya çalışmamın sebebi de yine bu gizlibilinirliğin doğası gereğidir.
Canlı yayındaki bir siyasî tartışma programını düşünün, konuklardan birisinin "bu ülkede Suriyeli gerçeği/problemi olmadan hiçbir sosyal mesele düşünülemez" gibi son derece açık, net, siyasî eğilimden bağımsız, ortaya bir tespit koyan ifadesini; "efendim rica ediyorum ırkçılık yapmayın", "ne varmış Suriyeli olmakta", "siz Suriyelilere ne demek istiyorsunuz" gibi samimiyetsiz, politik doğrucu, gizlibilinirliği besleyen ifadelerin karşılaması çok olasıdır.
İlk olarak ve mecburen konunun özelinde kısa bir tespit yapacak olursak; Türkiye'deki Suriyeli kitle probleminin dünyanın hiçbir düzgün ülkesinde emsali olmayan bir durum olduğunu ve ülke nüfusunun onda birine yaklaşan sığınmacı nüfusun varlığının ileride ülkemiz adına ciddi problemlere yol açacağını söylememiz gerekir. Bu son derece açık ve yorumdan bağımsız bir şeydir, görüş değil görünüştür.
Konumuza dönecek olursak, "Suriyeli" tanımının olumlu mu yoksa olumsuz mu bir tanımlama olduğunu düşünmemiz gerekir. Herhalde samimi olup da, politik doğruculuğa oynamayıp da bunun olumlu bir tanımlama olduğunu söyleyecek mantalitede birisi yoktur. Bu benim veya bir başkasının belirleyeceği bir şey olmadığı gibi Suriyelilerin de suçu değildir. İçinde bulundukları durum, onların dünyaya gelişlerinden itibaren, yetiştirilme tarzlarından başlayarak başlarına gelen her türlü felaketin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Yine bir iş yerinde sabah iki iş arkadaşının karşılaştıkları ve selamlaştıkları ilk saniyeleri düşünelim. Senaryomuzda bir çalışanın diğerine o günkü bir değişiklikten dolayı söyleyeceği; "sende bugün bir Fransız ambiyansı var" ifadesiyle "sende bugün bir Suriyeli ambiyansı var" ifadesinin aynı karşılığı alması mümkün müdür? İşte bu nâmümkünlük yukarıdaki tüm o samimiyetsiz ifadelerin cevabı mahiyetindedir.
Yukarıda da bahsettiğim paradoksal durumdan dolayı sadece "Avrupalı-Ortadoğulu"ve "Fransız-Suriyeli" gibi aynı tipteki iki örneğini verebildiğim gizlibilinirlik, biraz düşününce aklınıza onlarca örneği geleceği üzere, korkutucu bir düşünce kısırlığına ve riyakârlığa yol açıyor. Hayatı boyunca ezkaza birkaç on kitap karıştırmış her insanın bileceği, "Dünya Tarihine Giriş 101" ayarındaki bilgilerin söylenemediği tartışma programlarını düşününce demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız.
Gizlinibilinirlik aslında daha önce bahsettiğim "rasyonel temellendirme" ile beraberce bir bütünü oluşturuyor. Rasyonel temellendirmenin meydana gelmesindeki en büyük engellerden birisi olarak da tanımlayabileceğimiz gizlibilinirlik, her türden düşünsel kısıtlamanın genel bir sebebi olarak daha uzun yıllar varlığını koruyacak gibi görünüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder