17 Mayıs 2019 Cuma

Türkiye Nereye?


Gelin küçük bir aradan sonra, gündemi değerlendirelim. Bugünü geçmişle mukayese edelim, kendimizce bir tahlil yapmaya çalışalım...

"Tarih tekerrürden ibarettir" lafını pek severiz. Büyük tarihçilerimize sorarsanız bu laftan pek hazzetmezler. Haklılar da kendilerine göre... Zira bu mantığa indirgenmiş bir tarih; son derece düz ve vasat bir disiplin olurdu. Oysa ki tarih, inanılmaz nüanslarla dolu, farklı açılardan incelemeye yatkın ve hattâ çoğu kez bunu gerektiren sınırları çok geniş bir alandır.

Ama yine de, mevzuubahis söze tüm haklılığı yüklemesek de bu sözün ağırlığını hissedeceğimiz yerler pek çoktur. Yani tarihten ders almayınca, akıllanıp bazı şeyleri düzeltmeyince, açıkları kapatmayınca gerçekten tarih tekerrür eder, etmiştir.

Bu minvalde cümleler, sağda solda böyle içeriği olmayan konuşmalarda pek geçer. Dinlemek ve onaylamak da pek hoşumuza gider. "Tarihimizi bilelim ki yarınımızı belirleyelim, önümüzü görelim" falan... Bunları konuşur, dinler, onaylarız. Şöyle bir efendilikle başımızı eğer, vücut dilimizle katıldığımızı belli eder, çayımızın kalanını içer, kalkar gider, yine bildiğimizi okumaya devam ederiz. 

Yani tarihi okumak, konuşmak, irdelemek şöyle dursun; bazen belki dedikodusunu yaparız. O bile bunaltır zaman zaman... Ama tüm bunlara rağmen; aylara, yıllara, hattâ asırlara direnen çelik bir iradeyle, saniye saniye örülen örgüler, tarihi meydana getirmeye devam eder. Biz ister görelim, ister görmeyelim. İster umurumuzda olsun, isterse olmasın, bu süreklilik kesintisizdir.

Yine böyle bir zamanda, yani tam da geleceğimizin belirsizleştiği bir anda, ülke tarihinde görülmemiş olaylar yaşanırken, ve sosyal, ekonomik yaşam her geçen gün daha beter bir dar boğaza girerken, bu sürekliliğin bazı periyotlarından yararlanmaktan, önümüzü görmeye çalışmaktan daha akıllıca bir şey yoktur herhalde?

Günlük hayatta, büyük çoğunluğun ciddi meselelerle ilgilenmediğini fark ediyorsunuzdur. Bu çoğu yerde "apolitiklik" olarak nitelenip övülür. Bu övgülerin bir uykuyu bozmama, uyuyanı uyandırmama yönü olduğunu söylememe gerek yok diye düşünüyorum.

Diğer kesime veya memlekette ne olup bittiğini merak edenlerin saplanıp kaldığı yere ne demeli? Hukuğun en kuytu köşelerinde dönen kovalamacalar, her biri farklı bir siyasî odağın sözcüsü olan, bağımsız görünümlü renk renk hukukçunun içtihat girişimleri, birbirinden gereksiz detaylara saplanan tartışmalar...

Falanca karar alınabilir mi, önceki karar için iptal söz konusu mu, şu kişi için bu hukukî yaklaşım geçerli midir, bundan sonrası için ne söylenebilir, ondan da sonra hangi belirsizlik ve huzursuzluk bizi beklemektedir şeklindeki dipsiz kuyular...

Bunlar bitse yine farklı ve sonuç vermeyecek polemikler, bunlara bağlı göndermeler, imalar ve sosyal medya paylaşımları, sloganik söylemler...

Günümüz ve bu günleri takip edecek zamanlar için, hepsinin ötesinde, daha yukarıdan bakacak olursak, daha işe yarar şeyler düşünebilir, söyleyebiliriz elbette. Üstelik bunu en baştan, tüm o karmaşanın içinden çıkaracağımız sayısız veriyle yapmak zorunda da değiliz. Ana hatları yıllar önce belirlenmiş bir şablon üzerine bazı varsayımlarda bulunabiliriz.

Bu şablon kime ait diye merak ettiğinizi tahmin edebiliyorum, bazıları çoktan anlamış da olabilir. Bu şablon, Türkiye'deki entellektüel alanın renkli isimlerinden, asla çıkarmadığı kırmızı fuları, ve çeşitli kalpaklarıyla Yalçın Küçük'e aittir!

Yalçın Küçük'ün, "devalüasyon yasası" adını verdiği ve Tekeliyet kitabının birinci cildinde net olarak ortaya koyduğu bu yaklaşım, pek yanlışlanabilir gözükmüyor. Bunun da ötesinde daha detaylı okumalarda çoğu kez doğrulanıyor! Ancak her şeyi sonuna kadar aydınlattığını söylemek de mümkün değil.

"Yasa"ya göre, ekonomik gidişat, siyasî gidişatı tayin ediyor. Ekonomideki ciddi bir sarsıntı birkaç yıl içinde siyasi bir sarsıntıya sebep oluyor. Ekonomideki bir kırılma, siyasi kırılmaya sebep oluyor.

Bu bağlamda bir ekonomi kavramı olan devalüasyonun ne olduğunu kısaca hatırlayacak olursak, devalüasyon; kötüye giden ekonomilerde, yönetimin aldığı kararla, millî paranın bilerek değerinin düşürülmesiyle, cari açığın azaltılması ve ihracatın önünün açılmasına yönelik yapılan bir hamledir. Halka yansıması, enflasyon ve hayat pahalılığı şeklinde olan bu yöntem, eskilerin tabiriyle gerçek bir acı reçetedir!

Tekeliyet-1 sf. 363
Tabloda görüldüğü üzere, Türkiye'nin yakın tarihinde böyle bir yasanın varlığını inkâr etmek pek akla yatkın görünmüyor.

Bilindiğe üzere; 

1946 devalüasyonunu 1950'de Demokrat Parti'nin iktidara gelişi, 

1958 devalüasyonunu 27 Mayıs 1960'taki askerî ihtilal, 

1970 devalüasyonunu 12 Mart 1971'deki askerî muhtıra, 

1980 devalüasyonunu 12 Eylül'deki askerî darbe, 

1994 devalüasyonunu 28 Şubat olayı,

2001 devalüasyonunu da yine iktidar değişikliği izlemiştir.

Yasa kapsamında neleri söyleyip, neleri söyleyemeyeceğimiz konusu sonuna kadar aydınlatılmış değildir. Örneğin bu yasa doğal bir mekanizma mıdır -ki Hoca bu fikre daha yakın görünüyor- yoksa güdümlü bir sistem midir?

Bu sorunun cevabı iyice düşünüldüğünde, yasanın geçerliliği karşısında önemsizleşiyor. Sonuç olarak, ekonomik etki siyasî etkiyi tetiklediğine göre, bunun (ekonomik etkinin) yapay veya doğal olarak tetiklenmesi en önemli nokta olarak karşımıza çıkıyor. Ancak yine de "her şeyi dış güçler yapıyor" mantalitesini sağlıklı bulmadığım gibi, hiçbir manipülasyon olmadığı iddiasını da pek ciddiye alamadığımı belirtmek isterim.

Şimdi, bu kadar değinmeceye ek olarak, günümüzdeki devalüasyonu aratmayan döviz hareketlerini incelemeden önce, yine devalüasyonların şiddetini anlayabilmek için, dolar kuru üzerinden liranın değersizleştirilme oranlarını hatırlamayı yararlı buluyorum;

1946 devalüasyonunun oranı %110'un üzerindedir,

1958 devalüasyonunun oranı %320'nin üzerindedir,

1970 devalüasyonunun oranı %60'ın üzerindedir,

1980 devalüasyonunun oranı %100'e yakındır,

1994 devalüasyonunun oranı %38'in üzerindedir,

2001 devalüasyonunun oranı %40 dolaylarındadır.

(Oranları yaklaşık olarak verdiğimden bazı küçük hatalar ihtimal dahilindedir)

Geçtiğimiz yıl, yani 2018'de son yıllarda kademeli olarak artan dolar fiyatı, bir yıl içinde çok ciddi bir artış göstermişti. Yıla 3,7 lirayla başlayan dolar kuru, yıl sonunda 6,2 lira olmuştu. Özellikle Ağustos ayında 7,2'lerin dahi aşıldığını da göz ardı ederek sadece başlangıç ve kapanış değerleri üzerinden 2018 yılını değerlendirecek olursak, %67 gibi bir artıştan söz etmemiz gerekir. Bu dolar kurunun artışı, liranın değersizleşmesi oranıdır!

Buraya kadar ele aldıklarımızla ve bu manzarayla öyle zannediyorum şimdi daha net bir gelecek tahayyülü yapabiliriz. Hattâ bu tahayyülde şu anki gündemimizin büyük bir kısmını meşgul eden "yeni parti" iddialarının mahiyetini kavrayabiliriz.

Hele hele kırılma noktaları sonralarında, iktidara gelenlerin veya koalisyon girişimleri/dönemleri sonrasındaki ilk tek parti iktidarlarının "yeni parti"lerden meydana geldiğini hatırlayacak olursak, daha bir iyi kavrayabiliriz!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder