Klişe bir laf gibi olsun istemem. Ama bu kış gerçekten zor geçecek. İçimizi umutla dolduracak herhangi bir şey yokken içimizi karartacak birden fazla ana madde öylece önümüzde duruyor. Zaten ülke ekonomisi giderek daha fazla çıkmaza girerken 'korona' meselesi üstüne tuz biber oldu. Belki bu şekilde ifade etmek de yeterli değil. Ana yemekten daha baskın bir sos oldu. Bugüne kadar "gerçek sayılar saklanıyor" falan tartışmalarıyla yetinirken artık bilim kurulu üyeleri veya diğer yetkin kişiler de "gerçek sayılar"dan bahsediyorlar. Yani bunu anlamak için post-yapısalcı analiz falan yapmaya gerek yok. "Gerçek" açıkça vurgulanıyorsa, ortada bir "gerçek olmayan"ın yani "yalan/yanlış"ın olduğu Türkçeyi bilen herkes tarafından net olarak anlaşılıyor.
Yeni yasakların geleceği açık. Ancak bunların da bir maliyeti var. Artık kör topal ilerlediğini söylemenin bile iyimserlik sayılabileceği ekonomiye ek olarak bir darbe demek. Bir yandan bu yasaklar gelmezse de salgın kısa ve orta vadede zaten her şeyi ezip geçecek. Tam anlamıyla sıkışmış durumdayız. Tabii şu da var; evet her şey kötü gidiyor olabilir, evet daha da kötüleşecek olabilir, ama hâlâ yaşıyorsak ümitvar olmak zorundayız. Zira başka seçeneğimiz yok. Yaşıyorsak, kalbimiz hâlâ atıyorsa ve yaşam da başından itibaren bir mücadele demekse eğer, bu mücadeleyi sürdürmekle mükellefiz.
Bu mücadele kapsamında, benim naçizane önerim: kendi ilgi alanlarımız yönünde ve genel, kültürel meselelerle ilintili sığınaklar inşa etmek. Böyle ele gelen, tutma hazzı veren, ağır kerestelerle İskandinav tipi ev yapmayı tavsiye etmediğimi herhalde anlamışsınızdır. Daha soyut ama etkili, kuşatıcı sığınaklardan bahsediyorum. Edebiyat, tarih, felsefe, sinema veya herhangi bir alanda oluşturulacak soyut bir sığınağı kastediyorum. Türkiye özelinden ziyade, dünya genelinde de konuşacak olursak: hızlı, verimsiz, farkındalıksız ve açıkçası saçma bir hayat yaşıyorduk. Hayatın zaten ne tür bir anlamı olabilir, bu ayrıca bir dipsiz kuyu. Ancak biz bunun da ötesinde bir saçmalıkla kuşatılmıştık. Herkes, her sabah erkenden kalkıyor, toplu taşıma araçlarına veya servis aracına yetişiyor, birbirinden sağlıksız şeyler tıkınıyor, mesaiyi doldurup evine dönüyordu. Verimli bir işleyişte 5-6 saatte rahatlıkla bitirilebilecek işleri 10-11 saat ayırarak halledip, o ay adına 'maaş' denen bir miktar parayı hak edebilmek ve neyi neden yaptığını asla bilmeden öylece nefes alıp verebilmek için hem de... Şimdi kötü vesilelerle de olsa bunun dışına çıkabilmek mümkün oldu, olacak.
Nasıl mümkün oluyor bilmiyorum ama, bu düzende insanlar sonbaharda yerlerde öylesine gezinip duran kuru yapraklar gibi oradan oraya savruluyor ve hiçbir şeyi bilmiyor, sorgulamıyorlar. Daha ilginci dil bilen belli aralıklarla yurt dışına çıkan Avrupa'yı falan gezen insanlar da buna dahil. Geçenlerde tam bu tarife uyan birisini tanıdım. Laf lafı açınca Marx'ı tanımadığını fark ettim, pek bozuntuya vermedim. Mesele Marx'ı bilmekle sınırlı değil elbette. Ama onu tanımamak, taraftarı veya karşıtı olmamak, düşünce tarihine, düşünceye yüz yıllık bir mesafede olmak demek oluyor. Böyle bir cehaleti ortaya koyuyor. İşte içerisinde bulunduğumuz düzenin niteliğinin en açık emarelerinden birisi de bu. Her türlü teknik, teknolojik ve bilimsel imkândan yararlanarak -en azından tarihsel bir gözle bakarsak- konforlu bir hayat yaşayan, bir yandan da hiçbir şey bilmeyen insanlardan müteşekkil kalabalıklar...
Düzen aktif olarak işlerken bunun dışına çıkabilmek mümkün değildi. Şimdi önerdiğim sığınaklar bunu da mümkün kılıyor. "Evet ya, o konuda eksiğim aslında", "şunu da hep okumak istemişimdir ama vaktim olmuyor" falan denilen her şeyi yapmanın tam zamanı. Bu hem içerisinde bulunduğumuz zifiri karanlıkta, daha keyifli vakit geçirmeyi mümkün kılarken hem de kalıcı bir aydınlanma için ilk mumu yakmak demek olabilir.
Biraz alaycı gibi olabilir kabul ediyorum ama asla dalga geçmediğimi peşinen belirterek söylemek isterim ki; mesela edebiyatta özellikle Rus klasikleri okunabilir. O eserlerde sık sık işlenen kasvetli, soğuk, meteliğe kurşun atılan ve insanî standartların kim bilir neymiş gibi hayal edildiği, yakalanmaya çalışıldığı ortam, bizde de yaşanıyor/yaşanacak çünkü. Ne yazık ki durumumuz buraya doğru gidiyor. Yani bir yandan Rus klasiklerini okurken bir yandan da benzer şartlarda yaşamak ekstra bir özümseme meydana getirebilir. Bu tarihî fırsat kaçırılmamalı. Özellikle kült yazarların pek bilinmeyen eserlerini okumayı da öneririm. Bu metinlerdeki o cılız ve bayağı mesajlar, çok da bir numarası olmayan o genel kurgu, insana aşırı yücelttiği kişilerin de 'insan' olduğunu, her yazdığının mükemmel olmadığını gösteriyor ve farklı bir motivasyon sağlıyor.
Eylül ayındaki bir yazımda da değinmiştim. Zaten bir anlamı olmayan bu hayatta, kendi anlamımızı yaratmada, iyi ve kötü arasındaki geçiş, inanılmaz bir fırsat sunuyor. Dolayısıyla her yıl, öylesine sağda solda açmış çiçekleri koklayarak ve klişe birkaç sözle, şiirle geçiştirdiğimiz bahar mevsimi, böyle bir kıştan çıkarken sığınaklarımızdan yeni bir insan olarak çıkmak daha anlamlı olabilir. Bakmayın ben olayı getirip okumaya yazmaya bağladım yine. Siz buradan şu bir türlü gitmeyen alt karnınızdaki yağlardan, göbeğinizden kurtulmak anlamını da çıkarın veya neye hevesiniz varsa... Bir sığınak oluşturun, içine girin, orada kendinize yeni bir ruh üfleyin. Naçizane tavsiyemdir.