3 Aralık 2020 Perşembe

Delirmek Üzerine

Guguk Kuşu filminden bir kare

Delirmenin en kısa tanımı, herhalde gerçek ve gerçek olmayanın ayrımını yapabilme yetisini kaybetmektir. Bir de anladığım kadarıyla delirmek ve ölmenin benzer tarafları var. Yani delirmek veya 'akıllı' olarak kalmak bir seçenek değil. Tıpkı ölüm gibi birden başınıza geliyor ve daha çok çevrenizdekilerin fark ettiği, üzüldüğü bir süreç başlıyor. Deliren kişiye göre de muhtemelen etrafındaki herkes 'delirmiş' oluyor. Gerçeklikle bağını koparan kişi, elde ettiği yeni 'gerçeklikle' ve edindiği perspektifle, aslında diğer insanların gerçek dışı referanslara göre hareket ettiğini düşünüyor. Yanlış bilinen bir nokta da delilerin çok zeki olmadıkları düşüncesinde yatıyor. Zindan Adası (Shutter Island) filminde Dr. Cawley, delilere karşı katı bir tutum içerisinde olan Teddy Daniels'a, akıllı olmanın bir tercih olmadığını ve delilerin de zeki olabileceklerini gayet kendinden emin bir şekilde söyler. Gerçekten de "deli" dediğimiz kişiler sadece aynı şeyleri sürekli tekrar eden ve garip davranışlar sergileyen aciz insanlar olmaktan öte, yarattıkları kurgu içerisinde planlar yapan ve dahası bunları hayata geçirip tehlike arz eden 'zeki' insanlar olabilirler.

Delilikle ilgili dikkatimi çeken bir husus da bilindik, her yerde bulunabilen değersiz (ama birim) materyallere ilgi duymak ve onların değerli olduğunu düşünmekle ilgili. Roma'nın meşhur deli imparatoru Caligula'nın deliliği sayısız olay veya rivayetle tescillenmiş olsa da özellikle birisi değineceğim konuyla ilgili. Rivayete göre Caligula, MS 49 yılı dolaylarında Britanya'yı tamamen işgal etmek üzere ordularını buraya yönlendirir. Sonra bazı kaynaklara göre başarısız olup bazı kaynaklara göreyse vazgeçip Fransa'nın kuzeyinde, İngiliz kanalında askerlerine deniz kabuğu toplamalarını emreder. Emre göre her asker başlığını dolduracak miktarda deniz kabuğu toplayacaktır. Askerlerin maaşlarını deniz kabuğuyla ödemek gibi saçma bir düşünceye ek olarak Caligula, deniz kabuklarının aslında çok değerli olduğunu düşünür. Tabii çok geçmeden artık tamamen delirdiği anlaşılır.

Türkiye'de buna benzer bir olayı 2012 yılının sonlarından hatırlıyoruz. Oyuncu Arda Kural, ileri derecede psikolojik çöküntü sonucu, sahilde topladığı çakıl taşlarının aslında altın (veya çok değerli başka bir maden) olduğunu iddia ediyor ve sürekli çevresine bunlardan bahsediyordu. Bunun sonucunda da kendisi için bir tedavi süreci başlatılmıştı. Nedense, insanlar büyük ruhsal yıkıntılar yaşadıkları zaman, bir bölgede birim hâlde, yani birbirine benzer belli ölçülerde bulunan bazı değersiz şeylere bir değer atfedip onları toplamak istiyorlar. Mesele sadece bu iki örnekten (Caligula ve Arda Kural'dan) ibaret de değil. Yakınlarımda büyük psikolojik sıkıntılar içerisinde olan kişilerde de bu şekilde birtakım eğilimler geliştiğini fark ettim.

Bir tanıdığım üst üste ve birden fazla ana meseledeki başarısızlık ve hayallerinin yıkılması üzerine son derece takıntılı bir biçimde sigara kutularını biriktirmeye başlamıştı. Sonrasında bazı depresyon ilaçları ve ona ek birtakım tedavilerle bunu aştı. Yine kendisinden dinlediğime göre o dönem ilginç bir şekilde sigara kutularının değersiz ve sıradan materyaller olduğunu bilmekle beraber, onlarda aslında kimsenin anlayamadığı bir değeri fark ettiğini, onları biriktirmeyi ve onlara sahip olmayı son derece rahatlatıcı bulduğunu söylemişti.

Yine başka birisinden benzer bir senaryonun "bira şişesi" versiyonunu dinledim. O arkadaşım da diğeriyle (sigara kutusu biriktiren arkadaşımla) hiç tanışmamasına rağmen neredeyse aynı cümlelerle, hislerle tarif etmişti bu durumunu. İlgili dönemde bira şişelerinin aslında ne kadar muazzam ve değerli şeyler olduğunu, onları bugüne kadar çöpe atmakla veya önemsememekle ne kadar büyük bir yanlış yaptığını sürekli olarak düşündüğünü söylemişti. Üstelik bunun, tüm buhranlarının kesişerek daha büyük bir çöküntüyü meydana getirdiği bir günde, bir tür aydınlanma hissi gibi geldiğini ifade etmişti.

Delirmenin gerçek ve gerçek olmayanı ayırt edememeyle başladığına değinmiştim. Yani yaşanmış bir şeyin gerçek mi, hayal mi, yoksa eski bir rüya mı olduğu; aynı şekilde duyulan bir sesin, bazen bir görüntünün gerçekten olup olmadığı ayrımını yapamama hâli, muhtemelen delirmenin ilk emarelerinden birisi. Ancak yine eklediğim gibi sıradan bazı cisimlere değer yükleme ve onlara karşı bir takıntı geliştirme de burada önemli bir gösterge olmalı. Belki de büyük yıkımlar ve başarısızlıklar sonrası, değerli şeylere sahip olmanın verdiği güven hissine duyulan aşırı istek, böyle korkutucu yanılsamalara sebep oluyordur. Artık sağlıklı çalışamamanın eşiğine gelen bir zihin de bu hissi yaratacak şekilde düşünce ve zanlar geliştiriyordur. Kim bilir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder