3 Mart 2019 Pazar

BOZULMA

"Değişmeyen tek şey değişimdir" denir. Hayatta sürekli olarak bir değişimi yaşar bunu belli durak noktalarında fark ederiz. Herkes, her nesil kendi zamanını sever. Yaşlılardan pek sık duyduğumuz laflardandır; "nerde o eski bayramlar", "nerde o eski Ramazanlar" ifadeleri... Oysa onların bu veryansında bulunduğu zamanlarda, mesela 90'ların sonu veya 2000'lerin başı civarlarındaki bayram günleri, bugün yeni neslin özlediği günlerdir. Yani herkes kendi "eski" zamanını özler aslında. Değişimden önceki zamanı. Tabi bu nostaljik arayışlar, lokal olarak veya global olarak sürekli bir daha kötüye gidişi ifade etmemize engel değildir.

Sokrates'e ait olduğu iddia edilen bir ifade -ki Sokrates'e ait olması için M.Ö. 400'lerde söylenmiş olması gerekir- "artık zamane gençliği lüksü seviyor, işten kaçınıyor, gevezelik ve tembellik ediyor" minvalindedir. Gerçek olması pek muhtemel olan bu ifade, bize kuşak çatışmasının evrensel niteliği olduğunu gösterir.

Bunlara ek olarak söylemek gerekir ki; sanayi devrimiyle ve sonrasındaki önemli gelişmelerle insanlık adına pek çok şey radikal değişimler göstermiştir. Doğan bebeklerin hayatta kalma olasılığı artmış, açlıktan ölenlerin, basit hastalıklardan ölenlerin sayısı azalmış, ortalama yaşam süresi uzamış, toplam dünya nüfusu artmış ve pek çok alanda asgari de olsa bir standart yakalanmıştır. Bu standartlar ilginç bir biçimde geniş kitlelerde çeşitli salt cehalet kaynaklı eğilimler olarak tezahür etmektedir. Yani dünyada bugüne kadar hiç sağlanamamış standartlar, hiç yakalanamamış imkânlar, hiç görülmemiş cürette cehaletlere de sebep olmaktadır. "Dünya düzdür" veya "çocuğuma aşı yaptırmıyorum" gibi hareketler bu eğilimlere iyi birer örnektir.

Hele ki günümüzde dijital mecraların genişlemesiyle, her yaş aralığından, farklı coğrafyalardan insanların dahil olduğu inanılmaz bir bilgi paylaşımı ve iletişim hacmine ulaşılmıştır. Ancak bu iletişim hacminin niteliği nedir? İnsanların genel anlamıyla nitelikleri, geçerlilikleri ne durumdadır? Birkaç nesil sonra Dostoyevski, Hugo gibi klasik edebiyatın babalarının adlarının neredeyse tamamen unutulacağını okumuştum. Bu gidişle pek şaşırılacak bir durum olacağını da zannetmiyorum. İşte bu gidişat sebebiyle çok genel anlamda bir bozulmayı tanımlamak gerekir!

Bugün dünyada hemen hemen hiçbir yerde sınıflı toplumu tanımlamak mümkün değildir. En az eskisi kadar bariz bir biçimde ezen ve ezilen ayrımının olduğu günümüzde; mesleksizleşme, kalıcı bir işte çalışmama, belirsizlik, istikrarsızlık artmış durumdadır. Proletarya sınıfı yavaş yavaş erimiş, ancak bu gelir dağılımının adaletli bir hale gelmesiyle değil, az önce kısa bir tarifini yaptığım özelliklerdeki prekarya sınıfının oluşmasıyla meydana gelmiştir. Süper güç olma vasfını hâlâ koruyan ABD dahil, neredeyse her ülke halkının geneline yayılmış bir; cehalet, sefalet ve uyuşukluk söz konusudur. Bu dünyanın farklı yerlerinde, kitlelerin manipüle edilen veya kendiliğinden gelişen tercihleriyle ve demokrasi marifetiyle birbirinden olaylı liderlerin iş başına gelmesiyle de tescillenmektedir.

Yazılarımı düzenli olarak takip edenler, -yerine göre de haklı olarak- aktif siyasete değinmek yerine sürekli etrafından dolaştığıma dair eleştiride bulunabilirler. Bunun sebebi siyasete ilgisiz olmam veya sevmemem değil. Aksine çok küçük yaşlardan beri siyasete ilgi duymama ve takip etmeme rağmen; Türkiye'de siyasetin bir batağa saplanmasından ve laf edilemeyen bir taraf varken diğer taraflara laf etmenin haksızlık olacağını düşündüğüm için, çalıyı dolaşıyorum! Ancak "bozulmayı" anlatırken, genel bir değerlendirmeyle bu sefer çalıyla biraz içli dışlı olmak gerekecek...

Türkiye özelinde konuşulacaksa, dünyadaki genel bozulmanın çok özel bir versiyonundan bahsetmek gerekir. Sosyal hayatta, bürokraside, iş hayatında aklınıza gelecek her alanda şiddetli bir ahlâkî çöküş söz konusudur. Şehir hafızasından, sağlıklı nüfus dağılımından, yerleşmiş bir hayattan da mahrum olduğumuz için ilerleyen zaman karşısında medenî ülkelere göre birkaç kademe daha kötü olduğumuz rahatlıkla söylenebilir.

Sadece akşam haberlerini -eğer objektif bir haber bülteni bulabilirseniz- izlemek dahi bozulmayı kavramak için yeterlidir. Genel mutsuzluk, kötü ekonomi, sudan sebeplerden işlenen cinayetler, atama bekleyenler, görev yeri sebebiyle parçalanmış aileler, yatılı yurtlarda yanarak ölen çocuklar ve diğer korkunç durumlar, deprem olmadan çöken bina ve yollar, geçerli bir sebep yokken yaşanan demiryolu kazaları, trafikteki magandalar ve daha niceleri genel bir bozulma raporu mahiyetindedir!

Özellikle seçim sathı mahalline girdikten sonra siyasette dışa vuran bozulma belirtileri ise "sözün bittiği yer" denen noktadan bile daha ileri bir seviyeyi işaret etmektedir! Seçim arifesindeki parti değişiklikleri, sırf oy bölmek için karşı koalisyonla gizli işbirlikleri, maddi kaygıların açıkça öne çıkarılması birkaç örnek olarak sayılabilir.

Tüm bu çöküş ve bozulma içerisinde bulunduğu konum sebebiyle alternatif olabilecek çevrelerin sebep olduğu umutsuzluk çok daha katmerlidir, çünkü bu alternatifsizliğin bir ifadesidir.

Aslında her şeyin karmakarışık olduğu bir ortamda her şeyi tepeden inme bir biçimde siyaset kurumunun düzeltebileceğine inanmak belki de en büyük yanlıştır. Zaten halihazırda bozulmaya büyük ölçüde sebep olan siyaset, iyileşmeyi nasıl sağlayabilir?

"Kötü bir iş yapılmasın", "haksız kazanç elde edilmesin", "adam kayırma olmasın" gibi temel ahlâk ve etik ilkelerine dayalı ifadeler yerine; "yapan, kazanan, kayrılan benden olsun" ifadesinin temsil ettiği bir anlayış gerçek bir alternatifi temsil edebilir mi?

Tanımı, denetimi neredeyse hiç olmayan, kişinin (olmayan) vicdanına kalmış meslekler ve bunun temelinde yatan ahlâkî eksiklik nasıl giderilebilir? Basit bir tamirat işleminde, alternatif, kontrol ve teftiş olmadığından fahiş ücret karşılığı yapılan işler nasıl önlenebilir? Pek çok alanda bir tamirat süresince ilgili cihazdan veya araçtan orijinal parçanın çalınmasını hangi ülkeden ithal edilecek meslekî ahlâk önleyebilir?

Hipokrat yemini etmiş bir doktorun, özel hastanede hasta sağlığı yerine maddî kaygıların egemen olduğu bir tedavi süreci izlemesi, gereksiz olduğu halde ameliyat kararı vermesi nasıl düzeltilebilir?

Bozuk eğitim ve sınav sistemleri marifetiyle, tıp fakültesi, veteriner fakültesi veya biyoloji temelli herhangi bir bölümden mezun olan bir insanın "evrime inanmaması" hangi meslekî katkı programıyla giderilebilir?

Kep ve cübbe gibi tiyatral ögeleri olan, üniversite dediğimiz kurumun mezuniyet töreni, her mahalleye bir üniversite açılması sebebiyle "mezuniyet kınası" gibi ucube kutlamalara dönüştürülmüşken, bu vizyonsuzluk, hangi şırıngadaki vizyonun kafalara zerk edilmesiyle çözülebilir?

Aslında sorulması gereken binlerce sorudan belli başlı birkaç tanesi bunlardır. Gerisi lafı güzaf!

Bozulma, romantik bir eskiye özlem krizinden de ziyade bir olgu olarak vardır. Giderilmesinin yolları; maddî, siyasî çıkar kaygısı olmayan vicdanlı millî aydınlarca düşünülmelidir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder