7 Mart 2019 Perşembe

Darwinist Bakışı Kavramak

Daha önce evrim, daha doğrusu biyolojik evrimle ilgili temel kavramları konu alan, Evrime İnanmak başlıklı bir yazı yazmıştım. Aradan geçen zamanda denk geldiğim tartışmalar ve yaklaşımlar beni sadece Darwinist mantığı veya Darwin'in öncülük ettiği bakışı ele alan yeni bir yazı yazmaya yöneltti. O sebeple de siz, şu anda bu satırları okuyorsunuz.

Evrim ve din tartışmasının dünyanın her yerinde sıklıkla meydana geldiğini görüyoruz. Burada en temelde birkaç problem var. En başta dinin ve bilimin çatıştırılması veya bağdaştırılması yönünde çalışmak pek doğru bir yol gibi görünmüyor. Zira birisi dünya hayatında, asla kesin olarak kanıtlanamayacak ve bu sebeple inanç olarak yaşanacak vicdanî ve manevî bir alanken, diğeri gözlem ve ölçüm yapılabilen, en önemlisi yanlışlanabilir olan maddî bir alandır. Yine de bu gözardı edilerek tartışma sürdürülecekse, ilgili dinin evrimle ilgili içeriği ve sınırları net olarak bilinmelidir. Bu donanımdan yoksun taraftarlarının kendi zanlarını baskın getirmeye çalıştıkları manzaralar sık sık görülmektedir.

Daha sonra samimiyet ve ahlâkı önemsiyorum. Tartışmada taraflar gerçekten doğrunun peşindeler mi, yoksa peşinde olduklarını mı "doğru" olarak tescilletmeye çalışıyorlar? Gerçek ne kadar umurlarında? Bu kısım da çok mühim. Kendisini "yaratılışçı" olarak adlandıran kesim -ki Türkiye'deki ayağı pek çok yasa dışı faaliyeti sebebiyle nihayet çökertilmiş durumdadır- sürekli olarak bir "kusursuz evren" iddiasındadır. Yani kararlarını peşinen vermiş ve önlerine çıkan her şeyi bununla özdeşleştirme gayretindedirler. Evren de dünya da kusursuzdur onlara göre. Bu hiç kuşkusuz samimiyetsiz ve ahlâksız bir yaklaşımdır.

Zira kararlarını peşinen verdikten sonra, yorumları; evrende yıldızlar hiç çarpışmasa "her şeyin kendi yolunda ilerlediği düzenli, kusursuz bir evrenin tezahürü" şeklinde, çarpışsa "çok uzaklardan gelen iki yıldızın çarpışmasıyla inkişaf eden muhteşem, kusursuz evren" şeklinde olacaktır.

Doğada hayvanlar bitkilerini ve birbirlerini yiyerek hayatta kalıyorlar. Yaratılışçılar için bu mükemmel bir ahenk, tam tersi söz konusu olsa ne olacaktı? Cevabınızı duyar gibiyim. Milyarlarca canlının dünyaya geldiği ve hiçbirinin birbirini yok etmeden kendi ömrünü tamamladığı kusursuz doğa!

Kusursuz(!) insan vücudu gözle dahi görülemeyen mikroskobik davetsiz misafirlerin ziyaretiyle hastalanıp, ateşler içinde yanıp, yükselen vücut sıcaklığıyla bitap düşebiliyor, hatta bu durum ölümle bile sonuçlanabiliyor. Bu yaratılışçılar için kusursuzluğu ifade ediyor, çünkü doğada gözle görülemeyecek canlılar, son derece gelişmiş bir organizma olan insanı öldürebiliyor. Öyle büyük bir hikmet söz konusu yani!

Yine tam tersini düşünelim. İnsanlar dünyada dengeli bir nüfusu oluştursalar ve başlarına çok ekstrem kazalar gelmediği müddetçe herhangi bir hastalıkla veya yaşlılık sebebiyle ölmeyecek yapıda olsalardı. Aynı arkadaşlar bunu nasıl yorumlayacaklardı? Doğru tahmin ettiniz! Mükemmel ve kusursuz yaratılmış insan vücudu ölümsüzdür! Zannediyorum "kusursuz" kelimesinden size de gına geldi artık. Yani sayısız örnek verilebilecek yaratılışçı yaklaşımları işte bu şekildedir.

Ne yazık ki toplumda inançlı insanların da biyolojik evrime karşı argümanı haline gelen bu yaratılışçı yaklaşımların, gerçekten dinî yönü ağır basan kişilerin fikirlerini temsil etmeleri de problemlidir. Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye'de de yaratılışçılık, ABD'li Protestan kuruluşlarca fonlanarak geliştirilmiş ve o doğrultuda bir propaganda faaliyeti izlemiştir. Yani bir insanın yaratılışa inanması durumunda bu çevrelerin savunduğu fikirleri ve görüşleri savunması gibi bir zorunluluk yoktur.

Ben başta da belirttiğim üzere dinî ve bilimsel alanın özellikle kitleleri tribünleştirerek ulu orta çarpıştırılmasını doğru ve yararlı bulmuyorum. Aynı şekilde zorlama bir biçimde bağdaştırılmaya çalışılmalarını da. Ancak böyle bir ilişki ille de kurulmak istenirse, bu herhalde "evrimin de yaratıldığı" gibi bir orta yolla mümkün olur.

Aslında bu sonu gelmez ve sıkıcı tartışmalardan sıyrılmanın en sağlıklı yolu Darwin'in öncülük ettiği bakışı tam anlamıyla kavramaktır. Canlılar çoğalırken pek çok sebeple çeşitlilikler meydana gelir ve bu çeşitli canlılar pek çok faktörle sınanarak bir kısmı elenir, bir kısmı da yeni nesilleri meydana getirmek üzere hayatta kalır. Bu durum sürekli tekrar eder. İşte Darwin'in öncülük ettiği ve "doğal seçilim" gibi devrimsel bir fikirle açıkladığı yaklaşımın bugün kısaca açıklanması tam olarak  budur!

Üstelik bu çeşitlilik ve seçilim o kadar etkilidir ki, gündelik tartışmalarda artık "bu da mı tesadüf?" sorusunu "evet" ile cevaplamaya çekineceğiniz noktalara kadar varır. Ama aslında durum tamamen nereden baktığınızla ilgilidir. Siz milyonlarca hatta milyarlarca yıllık sürecin en ufak bir nüansından haberdar olmadan, gelinen son noktaya bakarak "kusursuz" kutsaması yapabilirsiniz. Ancak bu doğru ve geçerli olmak zorunda değildir! Zira bu yaklaşım tamamen sığ, taraflı ve eksiktir. Bu kutsama çoğu kez; yarasadan ilham alınan radar, örümcekten ilham alınan vinç, kırlangıçtan ilham alınan savaş uçağı gövdesi gibi örneklerle zirveye çıkarılır!

İnsanoğlu başından beri iyi bir gözlemci olmuştur. Bunu teknoloji üretirken, doğanın ortaya çıkardığı çeşitli özellikleri taklit etmede de kullanabilir. Ama bu sadece bu kadardır. İlgili örneklerin bambaşka türden savunmalara siper edilmesi bilimsel değildir.

Basit gözlemle günümüze ulaşamamış yani uzun yıllar önce yok olmuş türleri göremez ve dolayısıyla "bu doğa da ne ilginç işliyor güzelim tür yok olmuş" diyemezsiniz! Bunun için ciddi bilimsel araştırmalar ve uzunca bir süre gerekir. Bu sürenin sonunda tüm parçalar birleştirilir ve hangi türlerin, ne zaman, hangi şartlara bağlı olarak ortadan kalktığı anlaşılabilir. Diğer türlü ise sadece günümüze ulaşabilen türlerin güzellemesi yapılır, üstelik bu son derece alâkasız argümanların geçerliliği için bir dolgu malzemesi olarak kullanılır.

Çoğumuz denk gelmişizdir. "ya düşünebiliyor musun, şu canlının şurası şöyle olmasa hayatta kalması mümkün değil, ne ince bir ayar var!" gibi bir kusursuz kutsaması vardır. Yine değindiğim şekilde "orası öyle olmayan" ve günümüze ulaşamayan türlerin varlığından habersiz olmak, biraz da cesaretle bu türden bir yoruma sebep olur. Ortaya da son derece sağlıksız, hiçbir ciddiyeti olmayan bu değerlendirmeler çıkar. Günümüzde hayatta olan tür sayısından, çok daha fazlasının yok olduğunu bilmemek, ciddi yanılgıların ilk adımıdır!

Çeşitlenme ve seçilim ilişkisi başlangıç safhasında gayet net ve basit olsa da derinine inildikçe takibi üst düzey bilimsel donanım gerektiren bir çizgiye gelir. Örneğin klasik olarak, boyun uzunluğu sayesinde yüksek ağaç dallarındaki yapraklara uzanabilen ve onları yiyerek hayatta kalan zürafaları düşünelim. Yada yüksek hızları sayesinde son derece çevik avlar olan antilopları yakalayabilen çitaları... Zürafalar yüksek dallardaki yapraklara erişemeyebilirlerdi! Doğa için bu problem değil elbette. Günümüzde zürafalar yaşıyor olmazlardı, hepsi bu. Veya çitalar bu kadar hızlı olamayabilirlerdi. Yine sorun yok! Günümüze ulaşamazlardı sadece. Bunlar daha anlaşılabilir basit örnekler. Bir de bahsettiğim ilerleyen safhalar var.

Az önceki örneklerden birindeki bir ihtimali düşünelim. Bir bölgede çitalar yapıları gereği antilopları yakalayabilecek hızlarda değildiler. Avlanamadılar, yavrularını besleyemediler. Alternatif bir besin kaynağı da keşfedemediler ve yok oldular. Bunun sonunda ne olur? Doğal olarak antilop popülasyonu hızla artar. Ama bu o alanı veya bölgeyi antilopların ebediyen ele geçirecekleri anlamına da gelmez. Sürüler hep bir arada yaşar ve izole olurlarsa, akrabalık seviyeleri pekişir. Bu düşük bir ihtimal de olsa yoğun akrabalık pek çok kötü genin telafisini imkânsız hale getirir. Çeşitli kalıtsal hastalıklar tüm popülasyonun yok olmasına sebep olabilir. Aynı şekilde bir hastalığa karşı savunmasızlık da aynı hastalığın hızlıca yayılmasıyla aynı sonu getirebilir. Yada geçtiğimiz günlerde Norveç'te yaklaşık 300 ren geyiğinin tek bir yıldırımla yok olması gibi bir doğa olayıyla yok olabilirler. İşte bu sebeple şans faktörü bu alanda her şeyin temelinde görülür. Bu karmakarışık ortamda pek çok ihtimal vardır ve bunlardan bazıları gerçekleşir. Şans da takdir edersiniz ki, düzenlilik ve kusursuzluk gibi kavramlarla pek bağdaşmaz.

Şans; hem çeşitliliğin oluşmasında, hem de mevcut çeşitlerin bir kısmının elenmesinde son derece etkilidir. Bizi hayrete düşüren pek çok durumu meydana getirir.

Örneğin yaban hayatında pek çok kuş çiftinin yalnızca bir yavruya bakabildiğini, kendilerini korumak ve doyurmak dışında yavrunun da aynı ihtiyaçlarının belli bir süre giderilmesinin sadece bir yavru olduğu durumlarda mümkün olduğunu görmüşsünüzdür. Burada birden fazla yumurta varken, yumurtadan ilk çıkan yavrunun ilk iş olarak kardeşlerinin bulunduğu yumurtaları yuvadan attığını görürsünüz. Böylelikle anne babası sadece kendisiyle ilgilenir ve o da hayatta kalabilir. Bu belgesellerde iç güdü olarak geçiştirilir çoğu kez. Sizce o küçücük pembemsi canlıya bu rekabet bilincini veren nedir? Cevap basit, elbette ki evrim! Ama belki tam olarak sandığınız anlamda değil. Yani o yumurtadan yeni çıkmış kuş yavrusunun kardeşlerini eleyerek hayatta kalmayı bilmesi mümkün değil. Peki bu nasıl oluyor, bu "iç güdü" nasıl oluşuyor? Yoksa yine kusursuz doğa mı!?

Şimdi bir bölgede üç farklı kuş yuvası ve her birinde aynı türe mensup birer çift kuş düşünelim. Bunlar kuluçka safhasında olsun ve her çiftin birkaç yumurtası olsun. Yine bu çiftler sadece birer yavruyu yaşatabilecek kabiliyette olsunlar.

İlk çiftin yavrularının, yumurtadan çıktıkları gibi ilk iş çeşitli hareketlerle kendilerini yuvadan attıklarını düşünelim.

İkinci çiftin yavrularının, yumurtadan çıktıkları gibi hareketsiz bir biçimde anne babalarından ilgi beklediklerini düşünelim.

Üçüncü çiftin yavrularının, yumurtadan çıktıkları gibi diğer yumurtaları yuvadan attığını düşünelim.

İlk durumda yavrular yuvadan atlarlar ve peşinen elenmiş olurlar. İstisnai bir durum dışında hayatta kalmaları mümkün değildir.

İkinci durumda yavrular ilk etapta hayatta kalırlar. Ancak anne ve babalarının hepsine bakması mümkün olmadığından birisinin yaşama ihtimali daha fazla olmakla birlikte, büyük ihtimalle ölürler yani elenirler.

Üçüncü durumda ise yumurtadan ilk çıkan yavru kardeşlerinin bulunduğu yumurtaları yuvadan aşağı atar ve anne babasının tüm ilgisini kendisine yoğunlaştırmasıyla yüksek ihtimalle hayatta kalır. Mevzuubahis aynı bölgedeki aynı türdeki üç çift kuşun nesli bu yavrudan devam eder.

Peki yumurtadan çıktıktan itibaren sergilenen davranışın genetik olarak aktarıldığını varsayarsak ve yukarıda verdiğim örneğin her nesilde yaşandığını düşünürsek, uzunca bir süre sonra ilgili türdeki yavruların, yumurtadan çıktıkları andan itibaren ne yapmalarını bekleriz? Evet bu sefer cevabınızı çok daha net duydum. Diğer yumurtaları yuvadan atmalarını!

İşte "ya o küçücük yavruya bunu kim nasıl öğretti?" türünden şaşkınlıkların, o yavru kuşu bencillik ve çok daha fena sıfatlarla itham eden yaklaşımların tamamının cevabı da, Darwin'in öncülük ettiği bakış açısının ilginç bir izahı da bu süreçtir. Gördüğünüz üzere de şans temelli bir durum söz konusudur.

Ayrıca farklı bir örnekle, aynı eleme, aynı yuvada farklı özellik taşıyan kardeşler arasında da yaşanabilir.

Kuş çiftinin yalnızca bir yavruya bakabilecek kapasitede olması bir şanstır. Kuluçkadaki yumurta sayısı bir şanstır. Kuluçkadan sağlıklı olarak çıkabilecek yavru sayısı bir şanstır. İlk çıkan yavrunun hangi davranışı sergileyeceği, bununla ilgili hangi eğilimi taşıdığı bir şanstır. Tüm bu şanslar, yani ihtimaller de yeni nesli belirler.

Neyin ne olduğunu anlamadan bir tarafın şiddetli savunuculuğuna soyunmayı bir ahlâksızlık olarak gördüğüm gibi, bunun aynı zamanda kişinin de kendisine yapabileceği en büyük kötülük olduğu kanaatindeyim.

Bu konuda olduğu gibi, kusursuzluğu kutsama ve ona benzer muhtelif kolaycı yan yollara düşmüş birer holigana dönüşmeden, tüm bunları da kel alâka konuları savunmada kullanmaya başlamadan önce biraz düşünmeyi önemsiyor ve öneriyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder