1 Mart 2019 Cuma

Küreselleşme Üzerine

Adını çok sık duyduğumuz bir kavram olan küreselleşme, her şeyden önce bir olgudur. İnsanlık başından beri -bunu amaç edinmese de- yeryüzünde yayılmasını sürdürmüş ve küreselleşmeye hizmet etmiştir.

Eski zamanlarda, büyük imparatorlukların ve İpek Yolu-Baharat Yolu gibi önemli ticaret hatlarının ilk ciddi küreselleşme atılımlarını beslediğini söylemek yanlış olmaz. Ancak dünya genelinde günümüzde kullandığımız anlamıyla küreselleşmenin başlangıcı 1400'lü yılların sonu olarak kabul edilir. Zira bu tarihlerde Amerika kıtası keşfedilmiş, dünya haritası tamamlanmış, ardından çeşitli ürün ve maden aktarımlarıyla, kolonicilik faaliyetleriyle, büyük enflasyon tecrübesiyle kürenin bütünselliği gelişmiştir.

Küreselleşmenin ikinci devresi olarak ele alınabilecek Sanayi Devrimi sonrası dönemde, yani 1800'ler itibariyle demiryollarının yaygınlaşması ve yakıt olarak da kömürün kullanımına bağlı olarak madenciliğin gelişmesiyle müthiş bir ivmelenme yaşanmıştır. Zira kömür üretimi, demirin işlenmesinde kullanımına bağlı olarak makineleşmeyi, kömür ve demirin taşınımını kolaylaştırmış, bu da daha fazla kömür üretiminin önünü açmıştır. Bu geri besleme, mevzuubahis ivmelenmenin ana motorudur. İkinci devrede bahsettiğimiz ivmelenme artık devletlerin hammadde ve pazar arayışlarının birbirilerinin sınırlarına dayanmasıyla birlikte diğer siyasî etkenlerle beraber I. Dünya Savaşı'yla noktalanmıştır. Tabi burada sıkça yapılan bir hata veya unutulan nokta küreselleşmenin boyutsallığı kısmındadır. Burada sadece sanayi üzerinden yaptığımız anlatımla ikinci devreyi kapatırken, yine teknolojinin başka bir kolu olarak telekomünikasyonu es geçmek bir kolaycılıktır. Her birisine değinmek mümkün olmasa da bu boyutların varlığını en azından başlık olarak hatırda tutmak gerekir.

Örneğin; 1800'lerin ortalarında Avrupa'da haberleşme amacıyla çekilen kablo hatlarının tamamlanmasıyla Avrupa önemli bir birlik sağlarken, 1866 itibariyle önemli bir kablo hattı, insanlığın o zamana kadarki en büyük projesi olarak Atlantik Okyanusu'nun tabanına döşenerek, AB-ABD irtibatını sağlamış ve başlı başına bir telekomünikasyon devrimi yaşanmıştır. Teknolojik gelişimin getirdiği vefasızlıkla 1900 civarında kullanımı tam olarak oturan radyo teknolojisiyle pek anlamı kalmayan bu hat, bahsettiğim pek çok boyuttaki önemli noktalardan sadece birisidir.

Çoğu yaklaşım iki dünya savaşını ve aradaki ekonomik bunalımla birlikte silahlanma sürecini bir bütün olarak ele alır. Bir anlamda aradaki bu sıkıntılı dönem, tek dünya savaşının devre arası olarak görülür. Dünya savaşının bitimiyle, Soğuk Savaş ve günümüze kadar uzanan küreselleşmenin üçüncü devresi başlar.

II. Dünya Savaşı sonlandığında, ortak düşman Nazi Almanyası tarihe karışmış, dünya yeni bir döneme girmiştir. Çok geçmeden yeni dengeler kurulur ve iki kutuplu dünya siyaseti başlar. Bu safhanın en başında yani Nazizmin ezilmesiyle ilk kez dünya üzerinde tümden bir hakimiyet iddiası ABD öncülüğünde ortaya çıkar. BM, NATO, IMF gibi uluslararası kuruluşlar tam da bu noktada kurulur, ki bu kuruluşları; "tek dünyanın meclisi", "tek dünyanın ordusu", "tek dünyanın bankası" şeklinde okumak da haklı bir yaklaşımdır.

Bu atılımlara rağmen Berlin Duvarı'nın yıkılışı ve Sovyetlerin çözülüşüne kadar küreselleşmeden ziyade her alanda ikili bir mücadele ve iki normluluk söz konusudur. Bu kapitalist ve sosyalist anlayışların her alandaki tezahürüdür. Bu, iki tür piyade tüfeğinden tutun da; iki tür füzeye, iki tür tanka, iki tür askerî araç tekerleğine, iki tür uzay teknolojisine, iki tür bilim anlayışına, neredeyse iki tür farklı insana kadar uzanan bir ayrımdır. Bu ayrım 1991 SSCB'nin dağılışıyla ortadan kalkmış ve küreselleşme ideologlarının haklılıklarını ilan borazanları çaldıkları döneme girilmiştir.

1997'de Brezinski Büyük Satranç Tahtası kitabıyla ABD'nin tartışmasız küresel güç olduğu bir dünyanın devamına yönelik birtakım öngörülerde bulunurken; 2000'de Fukuyama, Tarihin Sonu mu? kitabıyla -sonradan çark edeceği üzere- artık ideolojilerin ve çalkantılı insan hikayesinin sonunun geldiğini ilan etmiştir. Fukuyama'ya göre küresel düzen oturmuş ve artık ilelebet sürecektir.

Fukuyama'nın kitabından bir yıl sonra İkiz Kuleler vurulmuş ve Ortadoğu'da yeni cehennemî günler başlamış, bundan da 7 yıl sonra ise ABD merkezli 2008 Finans Krizi yaşanmıştır. Yani küresel barış ve refahtan ziyade çalkantılar daha üst bir boyuta taşınmıştır.

Burada küreselleşme olgusunun ve küreselleşme ideolojisinin ayrımını iyi yapmak gerekir. Küreselleşme olgusu; insanlığın bir medeniyet meydana getirmesinden hâttâ daha öncelerinden temeli atılmış kaçınılmaz bir durumdur. Küreselleşme ideolojisi ise bu durum kisvesi altında tamamen yapay ve güdümlendirilmiş bir siyasî çerçevedir. Küreselleşme ideolojisinin ana söylemi, "artık ideolojiler çağının kapandığı ve küresel barışla, ticaretle tüm dünyanın bütünleşeceği" şeklindedir.

Oysa günümüze kadarki deneyimin de teyit ettiği üzere küresel barış tesis edilememiş, aksine bu umursanmamış ve küresel ticaretin kazancı son derece adaletsiz bir dağılım göstermiştir. Bunu doğrulayacak sayısız istatistiksel veri mevcuttur.

Yine propagandası yapıldığı şekliyle küreselleşme ideolojisi de basbayağı bir ideoloji olup, neoliberalizmin makyajlanmış halidir. Bir kavram olarak "ideoloji"yi hurdaya çıkararak rakipsiz kalma yöntemi ne kadar bayağı olsa da başarılı olmuştur. İnsanın olduğu yerde daima farklı siyasî düşünceler ve dolayısıyla farklı ideolojiler olacaktır.

Ayrıca küreselleşme ideolojisinin merkezi olan ABD'de dahi bunun her yönüyle benimsenmediği son derece açıktır. Bugün ABD Başkanı Trump bir mottosu da "sınırlar kalksın" olan küreselleşmeyle son derece tezat içinde olarak Meksika sınırına dev bir duvar inşa etme niyetindedir. Bunu pek çoklarının yaptığı şekilde "Trump'ın bir deli olduğu ve yaptıklarının/söylediklerinin bir kıymetiharbiyesinin olmadığı" iddiasının arkasına sığınma kolaycılığından kaçınarak değerlendirmeyi şiddetle öneriyorum. Zira Donald Trump her ne kadar tasvip edilebilir birisi olmasa da ezkaza oraya gelmiş olmayıp, ciddi bir biçimde cumhuriyetçi kitlelerin, ABD halkının çok önemli bir kısmının desteğini almış durumdadır. Pek çok çıkışı da belki destekçileri bir miktar erimekle beraber önemli ölçüde yankı bulmaktadır. Dolayısıyla küreselleşme fikrinin ABD'de dahi halk nezdinde benimsendiğini söylemek mümkün değildir. Alman-Japon otomotiv devlerine, Çin'e, Nutella aracılığıyla İtalyan Ferrero'ya getirilen pek çok yaptırım da duvar örme örneğini destekler nitelikte müdahalelerdir.

Buna ek olarak yine ABD'de genel siyasete yön verecek olmasa da ilginç bir çıkış, Alexandria Ocasio-Cortez adında genç bir kadının öncülüğünde ve "demokratik sosyalizm" etiketiyle yayılmaktadır. Bu hareketin temel motivasyonu da büyük şirketlerin vermesi gerekenin çok altında vergi vermesi ve bunun geniş kitlelere yayılarak toplanmasına bir tepki olarak görülüyor. Aynı şekilde pek çok istatistik, yeni neslin büyük ölçüde sosyalizme sempati duyduğunu gösteriyor. Bu sempatinin herhangi bir ideolojik donanımla desteklenmediği, popülist bir yaklaşım olduğu ve tamamen bir alternatif arayışından meydana geldiği açık olsa da dikkate alınması gerekir.

Yine Avrupa dahil pek çok yerde vergilendirmedeki adaletsizlik ciddi homurdanmalara sebep olmuş hâttâ Fransa'da "sarı yelekliler" örneğinde olduğu gibi artık bir reaksiyon halini almıştır. Sözün özü küreselleşme ideolojisi kesin olarak söylenebilir ki, düşüş trendindedir.

Küreselleşme olgusundan devam edecek olursak, taze bir kavram olarak teknoliberalizmden bahsetmemiz gerekir. Google, Amazon, Facebook, Apple gibi dev şirketler teknoliberalizmin başlıca unsurlarıdır. (Youtube, Whatsapp, İnstagram gibi pek çok yan kuruluş da var) Aslında bu unsurların küreselleşme olgusunun mu, yoksa ideolojisinin mi sınırları dahilinde bulunduğu zannımca pek net değildir. Zira artık insanlığın yaşamının mecburî birer parçası haline gelen bu yapılar, aynı zamanda ödemeleri gereken vergiyi hiçbir ülkede ödemeyen dev ABD şirketleridir ve geniş kitleleri manipüle etmeleri son derece olasıdır!

Teknoliberalizmin unsurları gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bir yiyecek siparişi vermekten tutun da, bir taksi çağırmaya kadar pek çok gündelik işlem akıllı telefonlardaki uygulamalar vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir. Öyle ki tüm dünyanın taksicilerinin kavgalı olduğu yepyeni bir ulaşım tercihi bir uygulama yani Uber olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine sinema ve televizyonculuk faaliyetleri -koskoca Hollywood dahil-, sadece Netflix adlı oluşumla kavga halindedir. Yine yukarıda da Google'ın yan kuruluşu olarak adını paylaştığımız Youtube, bildiğimiz anlamıyla televizyonculuğun bitişinde büyük pay sahibidir. Whatsapp'ın her yaştan, her çevreden insanın hayatında, artık iletişim kavramının neredeyse tamamına karşılık gelmesinden bahsetmiyorum bile!

Bu durumun her an ve her alandaki geçerliliği, ister istemez uçsuz bucaksız bir veri tabanının ve bununla bütünleşen bir reklam ağının varlığını akla getirir. İşte bu alandaki küreselleşme artık kendi kendisini besleyen ve geri döndürülemez bir safhaya girmiş durumdadır. Bu yüzden de hoşumuza gitmese de bir olgudur. Küreselleşme olgusu...

Ancak küreselleşme olgusu yer yer ABD'nin de hoşuna gitmiyor olacak ki yine bazı bariz müdahaleler söz konusudur. Buna en büyük örnek Çin'e karşı başlatılan ticaret savaşları ve Huawei'ye uygulanmak istenen ambargodur. Huwei de; Baidu, Tencent, ZTE, Xiaomi, Ali Baba gibi Çin devlerinden birisidir. Telekomünikasyon alanında faaliyet gösteren Huawei, diğer Çin'li şirketler gibi Apple'ın marka değerine dayalı aşırı fiyat politikasına karşı tercih edilmiş ve müthiş bir büyüme göstermiştir. Apple'ın yaşadığı değer kaybına paralel olarak Huawei güçlenmiştir. Bunu da tahmin edeceğiniz üzere Huawei CEO'sunun tutuklanmasına varan ambargo girişimleri izlemiştir. ABD'nin tutuklamaya sebep gösterdiği suç ise daha da trajikomik olarak İran'a karşı koyduğu ambargonun delinmesidir!

Yine ABD tarafından bahsettiğimiz diğer bir Çin devi olan ZTE'ye 1.2 milyar dolar gibi devasa bir ceza, Kuzey Kore'ye teknoloji satması sebebiyle kesilmiştir. Bu ve diğer müdahalelerden açıkça anlaşılacağı gibi küreselleşme olgusu da, küresel ticaret de ABD'ye kazandırdığı müddetçe makbuldür!

Yani denilebilir ki, dünyanın doğal siyasî dinamiklerine çarparak dağılan küreselleşme ideolojisinin yanı sıra, küreselleşme olgusu da dört başı mamur bir biçimde ABD'nin tekelinde değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder