Bu özgün ve muazzam çalışma Nilüfer Göle'nin doktora tezi olarak oluşturduğu, sonra da Mühendisler ve İdeoloji Öncü Devrimcilerden Yenilikçi Seçkinlere adıyla kitap olarak basılan bir eseridir.
Birinci bölümde "Sanayi Medeniyeti ve Mühendisler" başlığıyla, dünyanın modern zaman dönüşümünde mühendislerin rolü inceleniyor.
İkinci bölümde "Türkiye'de Rasyonalist Görüşler Tarihi" başlığıyla, Osmanlı'dan başlayarak, ilk reformlardan itibaren teknik gelişimin seyri veriliyor.
Üçüncü bölümde "Türk Mühendislerinin Çokanlamlı Kimliği" başlığıyla, daha derinlikli olarak Türkiye'deki mühendislerin tarihsel, sosyal ve diğer konumları ele alınıp çeşitli değerlendirmeler yapılarak bir sonuca varılmaya çalışılıyor.
İlk bölümde sanayi ilişkileri ve mühendisler "modernleşme ve rasyonelleşmenin taşıyıcıları" kimliğiyle, sanayi, ekonomi ve sosyal konuları inceleyen önemli isimlerin yaklaşımlarıyla sıralanıyor.
Bir özetini aşağıda paylaşıyorum...
Sanayi Medeniyeti ve Yükselen Yeni Sınıfların Eylemi
(Saint-Simon)
Simon'a göre: "Bütün toplumun temeli sanayidir. Sanayi varlığın tek teminatı, bütün zenginlik ve refahın tek kaynağıdır." Toplum gelinen aşamada endüstriyalizme/pozitivizme ulaşmıştır ve toplumun tüm yapısı buna göre yeniden kurgulandığında her şey yerli yerine oturmuş olacaktır.
Simon Fransız Devrimi'yle alt sınıfların yoksulluk ve cahilliğinin giderilmediğini, bu sebeple de toplumun yeni yaşayışını belirleyen endüstri çerçevesince her şeyin belirlenmesini bu sayede gerçek mutluluğun elde edileceğini söyler.
Buna göre toplumun merkezinde olan ve kitlelerin hayatını idame ettirmesini sağlayan sanayi, siyasal hayatın da merkezinde olmalıdır. Buna göre üretimi yönetenler aynı zamanda toplumu da yönetmelidir. Bunlar fabrikanın yani tekniğin, bankanın yani ekonominin uzmanlarıdır. Günümüzde bilinen anlamıyla sermayedardan ziyade teknik kişiler kastedilir.
Din de yenilenecek ve bilim adamlarıyla sanat uzmanları öncülüğünde yeniden yapılandırılan kardeşliğe ve paylaşıma dayalı pozitivist bir anlayış, aynı zamanda söz konusu yöneticilerin denetçisi ve de eğitimin belirleyicisi olacaktır.
Tıpkı fizik ve kimya yasası gibi ilerlemeyi belirleyen ve insan etkisinden bağımsız olarak var olan sosyolojik yasa Simon'un önerilerini getiriyordur. Artık toplumsal ilerlemeler, sanayi medeniyetinin doğasından kaynaklanan bir şekilde; şiddetle, işgalle, sınıf çelişkileriyle değil, endüstriyel üretimle olacaktır.
İş'in Örgütlenmesi ve Mühendislik İdeolojisi
(Frederic Winslow Taylor)
Taylor, Simon'un takipçisi olsa da ondan farklı olarak gelişmekte olan sanayi toplumuyla değil, direkt sanayi toplumunun kendisiyle ilgilenir. Zira yaşadığı zaman da bunu gerektiriyordur. Yine Simon'da "savurganlık" ve "aylaklık" eleştirilirken ve bu Amerikancılığın da temel bir eleştirisi sayılabilecekken, Taylorizm ve Fordizm gibi yaklaşımlar aksine Amerikancılığın farklı yönlerini temsil ederler.
Simon genel anlamda "sınai" ögelere çağrıda bulunurken, Taylor direkt mühendislere hitap eder. İş akışının en rasyonel şekilde planlanması için, üretimin arttırılması için yol gösterici olacak olanlar ona göre mühendislerdir.
Taylor işçilerin davranış ve çalışma zamanlarının bilimsel analizinden yola çıkarak one best way'e (tek doğru yol) işaret eder. Bu sürecin tamamen mühendis ve teknisyen perspektifinden ele alınmasıdır. Ayrıca ona göre "tek doğru yol" hem işçinin hem işverenin yararına olan bir metottur. Üretimin genişlemesi ve rasyonel hâle gelmesi her iki tarafın da yararınadır. Üretimin ve verimliliğin artışı kendi içerisinde bir hedeftir. Rasyonelleşme mühendis-işletmecilerin hem amacı hem aracı hâline gelir.
Mühendisler İktidarda
(Thorstein Veblen)
Veblen kapitalizmin ideolojisi olarak klasik ekonomik düşünceyi eleştirir. Nasıl Simon'da "sanayi" ve "toplum" eş anlamlı, "üretici" ve "aylak" karşıt anlamlıysa; Veblen'de de "sınai sistem" ve "mühendisler" eş anlamlı, "çalışan insan" ile "hedonist (hazcı) insan" karşıt anlamlıdır. Veblen'e göre egemen sınıf elindekileri emekle değil şiddet ve hileyle elde etmiştir. Veblen'de egemen sınıftan, sermayedarlardan, zenginlerden tiksinme görülür. Ona göre bu "eğlence sınıfı" leş yiyicidir.
Veblen kapitalizmin tarihsel açıdan meşruiyetini sorgular. Kapitalizmin akıldışı ve hazcı yönlerini vurgular. Ona göre "para" mantığına sahip zengin sınıfın, "makine" mantığına sahip teknik sınıfa galip gelmesi tarihî bir yanlıştır. Zira makine bilimin en devrimci meyvesidir.
Veblen mühendisin işletmede başlattığı rasyonelleşmeyi topluma yayma potansiyeli olduğunu düşünür. Bu da aynı zamanda "olması gereken" bir meritokratik-teknokrasinin ifadesidir.
Ayrıca üretimin yönlendirilmesinin kapitalist sınıf yerine teknik sınıfça yapılmasının gerekliğinin en önemli sebebi Veblen'e göre kapitalistlerin üretimi sabote etme eğilimidir. Kapitalistler üretimin artışı, toplumun ihtiyacı, genel refahın yükselişi yerine sadece kendi kazançlarını düşündüklerinden, gerektiğinde bilinçli olarak üretimi sabote etmekte zerrece tereddüt etmeyeceklerdir. Zira onları yönlendiren tek şey maddî kaygılardır.
İşaret ettiği yol(lar) takip edildiğinde Veblen'e göre toplumsal yozlaşma ve çürümüşlük ortadan kalkacak, bilimin ideolojisi olan teknokrasiyle toplum objektif ve rasyonel bir çizgiye gelecektir.
Yeni İlerici Sınıf
(Alvin Ward Gouldner)
Gouldner öncelikle toplumda yükselmekte olan "evrensel" sınıfa işaret eder. Bu sınıfın yükselişi (o zaman için) hem kapitalist ülkelerde, hem Sovyetler Birliği ülkelerinde, hem de ikisinin de dışında kalan üçüncü dünya ülkelerinde görülebilecektir. Yeni sınıf "teknik entelijensiya" (mühendisler ve teknisyenler) ve "entellektüeller"den oluşmaktadır. Bu yeni sınıf direkt olarak üniversiteler yoluyla (laik ve Kilise'den bağımsız) kamunun eğitim sistemi içindeki öğretim elemanlarınca kitleler halinde yaratılacaktır.
Yeni sınıf iş dünyasından ve bilindik politik çıkarlardan bağımsızlığını, farkını ve özerkliğini kamu eğitim sistemlerine olan bağlılığı sayesinde vurgular. Böylelikle başlarda eski kapitalist sınıfa bağımlı olan yeni sınıf zamanla ondan ayrılır yeni bir dilsel kod oluşturur. Bu yeni kod, yeni sınıfa "evrensel" boyutlar kazandırır. Üyelerinin dayanışmasını teşvik eder.
Yeni sınıf, eski kapitalist sınıftan "kültürel sermaye"siyle de ayrılır. Eski kapitalist sınıf pazarda mali sermayeleriyle boy gösterirken, yeni sınıf kültürel burjuvazi olarak bilgisini paraya çevirir.
Yeni sınıfın doğumuna gelininceye kadar bu başlangıç "eski sınıf" tarafından sürekli baskılanmıştır. Bu yeni sınıfın "düşmesinden" çok, Jakobenler misali "yükselişinin engellendiği" anlamına gelir.
Gouldner radikalleşmiş yeni sınıfın iktidara gelişini Leninist pratikten ilham alarak gerçekleştirebileceğini savunur. Aynı zamanda bununla pek paralel olmayan bir görüşü de Marksist ve Leninist öncülüğün yeni sınıfı gizlediğidir. Bu tamamen "kültürel burjuvazinin yanlış bilinci"dir. Zira parasal burjuvazinin önünde ezilenlerin bütünleştirilmesi ve tek bir hâle getirilmesi, yeni sınıfı gizlemiştir.
Gouldner yeni sınıfla bazen toplumsal bir sınıfı bazen de iktidardaki seçkinleri özdeşleştirir. Bu yükselen sınıf mevcut durumun hedeflerinden çok, gelecekteki bir durumun yani "ileri"nin amaçlarına hizmet eder. Bu sebeple de kesinlikle modernleşmecidir.
"Kapitalist Emek Sürecinde" Mühendislerin Doğuşu
(Karl Marx)
Emek gücü giderek toplumsal, yani kolektif bir hâle gelir. Bu gidişatta kafa emeği ve kol emeği arasındaki fark da giderek artar. Böylelikle son derece küçük parçalara ayrılan işleri yapan işçiler hem yabancılaşmaya hem de değiştirilmeye açık önemsiz çalışanlar hâline gelirler. Bunun yanı sıra bilim kadrosu da kafa emeğini tekelleştirir.
Marx mühendisin de sermaye tarafından kullanılmasının kaçınılmaz olduğunu öne sürer. Bu söz konusu "kullanma" ilerleyen üretim teknolojileri sürecinde hem bilgi ve deneyim yönüyle, hem de işçilerin elinden alınan teknik ve zihinsel emeğin kontrolü şeklinde birden fazla boyuta sahiptir. Mühendis, kapitalist sınıf adına, teknik ve bilimsel bilginin koruyuculuğunu yapar. Aynı zamanda kendi kullanımının da sürekliliğini sağlar.
Teknokratik-Meşrulaştırıcı Bir İdeolojinin Taşıyıcıları
(Frankfurt Okulu)
Marcuse, Habermas ve Mandel farklı olarak da olsa, teknokratik faaliyet ve teknokratik ideoloji arasında bir ayrım yapmadan bilimsel-teknikçi ideolojiyi çağdaş toplum sistemini meşrulaştırıcı yeni bir ideoloji olarak ele alırlar. Bu ideolojiye göre sosyoloji, rasyonalitenin yasalarına göre işler. Bilimsellik toplumun tüm kademelerinde böylelikle işlemeye başlar. Böylelikle bilimin olumlu sıfatlarını içeren; objektif, nötr, tarafsız, ideolojisiz bir dünya gelişebilecektir.
Mandel teknolojik rasyonalite ideolojisini şöyle özetler:
"Bilim ve teknoloji özerk güçler haline gelmiştir, rasyonalitenin yükselişi değer üzerine kurulu ideolojilerin geçerliliğini kaybetmesine neden olmuştur; sistem teknik açıdan rasyoneldir, öyleyse bütün sorunlar uzmanlık sayesinde çözülebilir; ihtiyaçlar giderek tatmin edilmektedir, dolayısıyla sistemin onaylanması güçlenmektedir; sınıf egemenliği yoktur, bilim ve teknolojinin egemenliği vardır."
Marcuse politikanın bilimselleşmesi fikrine sadık kalır ve bu ideolojinin egemenlik özelliğini vurgular:
"Bütün tahakküm devam ediyor, teknoloji aracılığıyla yayılıyor, ancak teknolojinin kendisi bir tahakküm biçimidir; teknoloji, siyasal iktidarın yayılırken bütün kültür alanlarını yutması olgusunu meşrulaştırır. Teknolojik rasyonalite tahakkümün meşruluğunu tartışmaz, daha çok onu savunur ve aklın araççı ufku rasyonel totaliter bir topluma açılır."
İşbölümünün Devam Ettirilmesinin Taşıyıcıları
(André Gorz)
Gorz teknolojinin sistematik işlevini anlamak için "üretici güçlerin ve kapitalist gelişimin bir eleştirisini yapmak gerektiğini" savunur. Üretici güçlerin kapitalizm tarafından geliştirildiği için özgürleştirici potansiyeli yok etme eğiliminde olduğunu iddia eder. Kapitalizm teknolojiyi kendi çıkarları doğrultusunda araçsallaştırıyordur.
Gorz'a göre görevlerin parçalanması ve uzmanlaşma, el ve kafa emeğinin bölünmesi ve bilimin tekelleşmesi sayesinde sermayenin egemenliği devam ettirilir; sermaye egemenliğinin sağlanması hedefi içinde teknik-bilimsel işçilerin önemli rolleri vardır. Gorz'un mühendislere dair en önemli çıkarımı budur. Onların kalifikasyonu tekelleştirmeleriyle, el emeği üreten işçiler bu statüye mahkûm kalırlar. Söz gelimi mühendisler, el emeği üzerindeki dekalifikasyonun ve baskının taşıyıcılarıdırlar. Bu yabancılaşmanın sürekli hâle getirilmesi görevi olarak da okunabilir.
Mühendisler ve Yeni İşçi Sınıfı
(Serge Mallet)
Mallet daha çok endüstri içerisinde meydana gelen evrime dikkat çekerek, işçi sınıfı içerisinde gerçekleşen değişimlerin, işçi hareketinde ortaya çıkardığı sorunlarla ilgilenir.
Mallet'in belirgin iddialarından birisi "yeni" bir işçi sınıfının oluştuğudur. Öyle ki bazı mühendisler dahi bu sınıfta yer alır. Söz konusu yeni sınıf eskisinin yerini alır ve öncü-devrimci bir grup oluşturur. Yabancılaşma artık söz konusu teknisyen gruba da sirayet etmiştir. Bu durum yine de genel işçi kitlesi için olumludur.
Yeni sınıf aynı zamanda normal şartlarda tatmin edilmesi mümkün olmayan insanî ihtiyaçların karşılanmasına yönelik çözüm iddiasında olduğundan, kapitalizme olduğu kadar herhangi bir teknokratik yönteme de karşı olma eğilimindedir.
Mallet'teki önemli bir ayrım artık mühendisin emek üzerindeki tahakkümün aracı değil yabancılaşmanın altında kalan bir unsur olduğudur. Bu çok önemli bir farktır. Ancak bu mühendislerin yeni sınıfın muhalefetine güç katamayacağı anlamına da gelmez.
Veblen'in tam zıttı olarak Mallet, mühendisi yeni teknokratik seçkin bir sınıf potansiyeli taşıyan dahası bu iddiada olması gereken bir topluluk değil, işçi sınıfı içerisinde bulunan ve kapitalist üretim sistemini temelden sorgulayan bir muhalefet gücü olarak görür.
Yaklaşımlar Üzerine Genel Bir Değerlendirme
Tam olarak kronolojik bir sıralamaya sahip olmadığını gördüğümüz bu önemli yaklaşımlar, birbirlerini etkileme ve/veya birbiriyle ilişkilendirilebilecek sırada olma gibi kriterlerle verilmiş.
Günümüze yönelik bir analiz için Simon'dan referans alan bir değerlendirmenin ne kadar yetersiz olacağını söylemeye gerek yok diye düşünüyorum. Taylor'la birlikte biraz daha günümüzle ilişkilendirilebilecek noktalara rastlamaya başlıyoruz. Mühendislerin özellikle vurgulanması, ne yapmaları gerektiği, ne yapabilecek potansiyelde oldukları buna örnek verilebilir.
Ancak muhtemelen bu değerlendirme boyunca vurgulayacağım üzere tam olarak günümüzde Taylor'un önerdiği "tek doğru yol"un geçerli olması pek mümkün değildir. "Günümüz"den kasıtla şu anki zamanda yaşayan hangi mühendislerin kastedildiği düşünülmelidir? Kitapta genellikle karşılaştığımız Batı-dışı vurgusu göz önüne alınırsa, Çin'in başı çektiği Asyalı dev üreticilerdeki, diğer bakışla da Batılı şirketlerin bünyesindeki mühendislerin durumu net olarak bilinmelidir.
Veblen'in teknik kadroları, özellikle mühendisleri önceleyen bakışı, yine zamanında yani kapitalizmin ciddi bir krize girdiği dönemde son derece akla yatkın bir yaklaşımdır. Ancak diğer değerlendirmelerde de rastlayacağımız üzere sadece günümüzde de değil, günümüze gelinene kadarki süreç boyunca mühendisler ne ölçüde "teknik tekel" olarak kalabilmiş veya böyle olabilmiştir? Aksine daha çok sermayenin önemli bir ölçüde yabancılaşmış beyaz yakalı işçileri hâline gelmişlerdir.
Gouldner'in yine ufuk açıcı bir öngörüsü kamu eğitim sisteminin, devletin akademisyenlerinin yetiştireceği laik yapıdaki, mühendis ve teknisyenlerden oluşan "yeni sınıf"tır. Devlet üniversitelerinin bir fabrika gibi işleyerek üreteceği bu sınıf, kendi içinde de dayanışacak ve enternasyonal bir karakter gösterecektir. Hattâ bu sınıfın radikalleşmesi durumunda Gouldner Leninist pratikten bile yararlanılabileceğini söyler. Tüm bunlara rağmen, Marksizm'e yakın bir izlenim veren Gouldner bu sınıf adına Marksizm'e tamamen karşıdır. Tıpkı Marx'ın "ideoloji" kavramına yaptığı gölgeleme eleştirisi gibi Gouldner, Marksizm için söz konusu bu sınıfın kendisini fark etmesine büyük bir engel teşkil ettiği eleştirisini yapar. Ona göre "ezilen sınıf" tekleştirmesi bu söz konusu yeni sınıfın kendisini keşfetmesini engelliyordur. Yaklaşık "Neo-Hegelci" bir yapıda olması Gouldner'in yorumlarının niye bu ilginçlikte olduğunun önemli bir izahıdır.
Marx'ın yaklaşımı, yani "mühendisin işçilerin yabancılaştırılmasında bir araç olarak kullanılması" iddiası son derece ufuk açıcı ve yerinde bir tespittir. Ancak günümüzde geldiğimiz noktada sadece bu tespitten hareket etmek pek mümkün gözükmemektedir.
Frankfurt Okulu üyelerinin perspektifinden genel bir yaklaşımın güçlenecek teknokrasiyi desteklemek üzerine olduğu söylenebilir. İşin, üretimin rasyonelliği topluma da sirayet ettiğinde bu sağlıklı bir siyaseti inşa edecektir. Fazla bilim düşkünlüğünün, yani teknokrasinin demokrasiyi bir ölçüde boğması kaygısı da yadsınamaz.
Gorz en başta üretimi kutsama yanılgısını reddeder. Bunu kapitalist bir ruh geliştirdiği için özgürleştiriciliği sürekli törpüleme eğiliminde olduğunu iyi biliyordur. Gorz, Marx'a yakın bir bakışla, işçilerin ellerinden teknik-bilimsel bilginin alınmasını, onların dekalifiye ve kolaylıkla gözden çıkarılabilir bir çizgide tutulmasını, mühendisler eliyle kapitalistlerce yapılan bir iş olarak görür.
Günümüzden bir bakışla Gorz'dan daha çok işe yarar bir iddia ortaya atan Mallet, mühendislerin de yabancılaşma etkisine maruz kaldığını söyler. Yine "yeni sınıf" vurgusu vardır. Bu yeni sınıf kapitalizme olduğu kadar bazı teknokratik önerilere de karşıdır. Çünkü bu öneriler onların talep ettiği bazı -daha ileri- insanî ihtiyaçların karşılanmasını mümkün kılmıyordur. Gorz bazı mühendislerin de söz konusu "yeni sınıf"a dahil olmasını işçiler açısından faydalı bulur. Zira cepheleri önemli bir güç kazanmıştır.
Artık direkt günümüzden bahsedecek olursak, mühendislerin geldiği en üst konum olarak CEO'luk (Chief Executive Officer) pozisyonu kaçınılmaz olarak ele alınmak durumundadır. CEO'lar -hiç tereddütsüz söylenebilir ki- baştan aşağı kapitalist bir savaşın birer lider gladyatörü olarak, markanın vücut bulmuş hâli olarak, şirketin tam bir öncüsü olarak, söz konusu değerlendirmelerdeki tüm anti-kapitalist yaklaşımlara çok uzaktırlar. Kapitalizmin de ötesinde CEO'ların markaları direkt kendi ideolojileri hâline gelmiştir.
Buna ek olarak siyasetteki genel kalitenin düşmesinin sebebi olarak da gösterilen diğer bir husus; liyakatli, teknik-bilimsel kadroların, siyaset yerine potansiyellerini gerçekleştirebilecekleri "piyasayı" tercih etmeleridir. Bu durum -bir ölçüde- mühendislerin ve siyasetin ayrışması olarak da okunabileceğinden, yukarıdaki yaklaşımların azımsanmayacak bir kısmını peşinen hükümsüz hâle getirir. Özellikle Batılı çevreler ve onları imrenerek izleyen diğerleri için kesinlikle bu söylenebilir.
Asyalı devler söz konusu olduğunda CEO'ların veya yüksek mevkilerdeki mühendislerin "özerk" güçlerinden bahsetmek muhtemelen daha az söz konusu olacaktır. Buna ek olarak özellikle Çin'li dev şirketlerin finansman açısından rakiplerine göre elini güçlendiren devlet faktörü, daha farklı bir mekanizmayı ifade eder. Şirketler kendi "boylarının ermeyeceği" işlerde devletlerinin ciddi bir desteğini alırlar. Bu destek doğal olarak daha merkezî ve her şirketin kendi özgürlük alanını kısıtlayan bir yapıyı ifade eder. Kendi küçük plânlarının değil, genel bir plânın "küçük parçaları" olarak çalışan şirketler doğal olarak yine daha az etkili bir mühendis topluluğu profilini mevcut kılar.
Türkiye'de Mühendislerin Siyasetteki Yeri
Osmanlı'nın geri kaldığını fark etmesi, askerî ve teknik konuların reorganize edilmek istenmesi, yurt dışına öğrenci gönderilmesi gibi hususlarla oluşmaya başladığını düşünebileceğimiz Türk mühendisi profili, cumhuriyetle birlikte yeni devletin teknik adamları, birer öncüleri olarak da görülmüşlerdir. Devletçi ekonomi politikalarıyla iyiden iyiye yerleşen mühendis sınıfı belirgin hâle gelmiştir. Çok partili hayata geçişten sonra, 1954'te ilk genel kongresini yapan TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) tarihi boyunca sol-muhalif bir karakterde olmuştur.
ANAP'la birlikte yeni bir eğilim baş göstermiştir. Özal'ın başı çektiği "siyasetçi mühendis" tüm parti kadrolarında gözle görülür bir noktaya gelmiştir. Bunun temel motivasyonu ve iddiası, mühendisin -tıpkı yukarıdaki değerlendirmelerdeki teknokrasi övgüsü gibi- "sayılarla konuşan adam", "yüksek tahsilli adam", "okumuş adam" kimliğiyle diğer okumuşları bilindik ve çürümüş politikalarını silip atan bir görünümde olmasıdır.
Siyaset üstü akıl ve "politikacı yalanları" yerine "bilimsel-teknik adamın ifadeleri" büyük bir merakla kabul görmüştür. ANAP'tan da öte Demirel'in başı çektiği, Özal ve Erbakan'ın takipçisi olduğu, (kitapta adı geçmese de Binali Yıldırım'ı da son halkası olarak görebileceğimiz) bir silsile de solcu TMMOB profilinden sonra önemli bir "sağcı mühendis lider" profilini oluşturur.
Sağ cenahtaki mühendis siyasetçi profilinin oluşmasında, mühendislik öğrencilerinin siyaset merakı kadar (zira hepsi İTÜ'lüdür) seçmenin tercihi de önemli rol oynar.
Sol kesimdeki entellektüel okumaların da, tahsilin de uzun dönemler sağ kesimin fersah fersah ilerisinde olduğu bir sır değildir. Bunun yanı sıra sağ kesimin sıkı sıkıya bağlı olduğu değerleri, ilgili entellektüel çizginin çoğu kez pek de tanımadığı bir noktada olmuştur. Bu sağda okumuş kesime karşı bir kompleks oluşturduğu gibi, tahsilli kişilerin "anarşik-gominik" olduğu zannını yerleştirmiştir.
Bunların doğal bir sonucu olarak da bu profilde olmayan bir "okumuş" hasreti meydana getirmiştir. Bu hasret tam olarak "anarşiyle işi olmayan 'temiz', değerlerine bağlı" bir okumuş evlat profilinedir. İşte bu silsile bu hasreti tamamen gidermenin de ötesinde zamanla bir ekol ortaya çıkarmıştır. Bu tam olarak "sağcı mühendis lider"dir.
Bu ekolün; bilgi sahibi/bilirkişi, iş bitirici, güçlü bir pratisyen, proje adamı sıfatları yanına eklenen "dava adamı" sıfatı karakterini meydana getiren hayatî öneme sahip bir özelliğidir.
Sonuç olarak son derece özgün bir çalışmanın ürünü olan bu kitap, sosyolojiye ilgili mühendis ve mühendis adaylarınca veya mühendislik alanıyla ilgisi olmayan ama siyaset bilimine, "sınıf" okumalarına ilgili kişilerce kesinlikle okunmalıdır. Okuyucusuna önemli bir entellektüel katkı sağlayacağından zerrece şüphemin olmadığı bu kitabı şiddetle ve hararetle tavsiye ediyorum...