24 Ağustos 2018 Cuma

Türk-Yunan İlişkilerinin Tarihine Genel Bir Bakış-III

Osmanlı için I. Dünya Savaşı'nın sonu anlamına gelen Mondros Ateşkes Antlaşması 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanmıştır. Osmanlı'yı temsilen Bahriye Nazırı H. Rauf Bey'in imzaladığı bu antlaşmadaki 7. maddeyi kendilerine dayanak edinen İngiliz ve Fransızlar, sıcak çatışmaların sonlandığı yerlerden daha ileri giderek bir dizi işgale girişmişlerdir.

(Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 7. maddesi;

-Müttefikler kendi emniyetlerini tehdit edecek vaziyet zuhurunda herhangi sevkulceyşi noktasını işgal hakkını haiz olacaklardır.

Görüldüğü gibi 7. maddeyle İtilaf Devletleri, kendilerine herhangi bir tehdit hissettikleri yerlerde, stratejik noktaları işgal etme hakkına son derece ucu açık ve tehlikeli olarak sahip oluyorlar.1)
Hüseyin Rauf Bey
Bu bağlamda İngilizler; 13 Kasım 1918'de İstanbul'u (fiilen), 15 Kasım 1918'de Musul'u, 6 Aralık 1918'de İskenderun ve Kilis'i, 17 Aralık 1918'de Antep'i, 22 Şubat 1919'da Maraş'ı, 24 Mart 1919'da Urfa'yı işgal etmişlerdir. Fransızlar ise 21 Ocak 1919'da Mersin, Osmaniye ve Adana'yı işgale girişmişlerdir. Yine Antalya ve Muğla'yı içine alan bölgede İtalyan işgali görülmüştür. Ne var ki İtalyanlar, İngilizler'in Yunanlılar'a imtiyazlı davrandığını düşünerek işgali sürdürmekte pek gönüllü olmamışlardır. Yani Anadolu'nun güneyinde; İngiliz, Fransız ve İtalyan askerleri işgal amaçlı bulunmuş, bu yerler Kurtuluş Savaşı'nda Güney Cephesi'ni oluşturmuştur.2

Doğuda çeşitli yerlerde İtilaf Devleri ayrılıkçı Ermenileri kışkırtarak, onları yerel bir unsur olarak kullanmayı denemişlerdir. Ayrıca Mondros Ateşkes Antlaşması'nın da 24. maddesiyle belirlenen altı ilimiz (Sivas, Elazığ, Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır), Ermeni bölgesi olarak ilan edilmiştir. Buralarda da aksi yönde bir karışıklık çıkması durumunda, İtilaf Devletleri müdahale hakkı iddia etmişlerdir.

Bu atmosferde Yunan askeri; I. Dünya Savaşı'nın ilk aylarından itibaren kendisine vadedilen bir yer olan ve de Megali İdea'nın önemli bir adımı olarak Batı Anadolu'yu ele geçirmek için, İtilaf Devletleri korumasında 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkmıştır. Yunan askerinin İzmir'de yerli Rumlarca büyük coşkuyla karşılandığı ve ilk günden itibaren Türklere insanlık dışı muamelede bulundukları tarihî bir olgudur. Burada genç ve idealist gazeteci Hasan Tahsin 15 Mayıs sabahı Yunan'a ilk kurşunu sıkmış, ardından da şehit düşerek bütün bir Anadolu direnişine feyiz veren bir sembol isim haline gelmiştir.3

Hasan Tahsin
İşgalde yaklaşık 12.000 Yunan askerinin İzmir'e çıktığı bilinmektedir. 15 Mayıs sonrasında İzmir'in içlerine doğru ilerleyen ve işgali yaymaya çalışan Yunanlar; 27 Mayıs'ta Aydın'ı, 31 Mayıs'ta Manisa'yı, 4 Haziran'da Nazilli'yi ele geçirip bölgedeki hatlarını genişletmek üzerine yoğunlaşmışlardır. Kuvayı Milliye birliklerinin direnişiyle karşılaşmak Yunanları inanılmaz ölçüde sinirlendirmiştir. 1919 Haziran'ında Kuvayı Milliye önemli hamlelerle Aydın'ı geri almış ve bunun karşılığında Yunanlar; sivil halka kötü muameleyi, cinayetleri, mezalimi, kundaklamayı, yağmalamayı arttırmışlardır. Bir aralık Kuvvacıların Aydın'da kontrolü sağlaması sonrası Yunan askeri Aydın'ı 4 Temmuz'da tekrar ele geçirmiştir. Yunanlar askeri olarak saldırının yanı sıra İzmir merkezli yalan haberleriyle de zulümlerini aklama çabasına girişmişlerdir.

Yunan askeri Batı Anadolu'da Türkleri farklı yerlere göçe zorlamış, Venizelos'un Paris'te sunduğu gerçek dışı nüfus istatistiklerini zorla gerçekleştirebilmek üzere Türkler yıldırılmaya ve göçe mecbur bırakılmaya çalışılmıştır. Yunan işgalinin yaşandığı bölgelerden göç edip, ailelerini güvenli bir yere yerleştiren eli silah tutar vaziyetteki kişilerin ekseriyeti geri dönüp Kuvayı Milliye saflarına katılarak mücadeleye katkıda bulunmuştur.3

Bilindiği üzere İzmir'e Yunanların çıktığı gün, yani 15 Mayıs'ta son kez Padişah Vahdettin'le görüşen Mustafa Kemal Paşa, 16 Mayıs'ta beraberindekilerle Bandırma Vapuru'na binerek Anadolu'ya geçmek üzere yola çıkmış, 19 Mayıs 1919 günü Samsun'a ayak basmıştır. Vahdettin ve İstanbul Hükumeti'ne başlarda niyetini belli etmeyen Mustafa Kemal Paşa, yayımladığı Havza ve Amasya genelgeleriyle millî bir mücadele verileceğini ilan etmiş ve bu sebeple İstanbul'a geri çağrılmıştır. Mustafa Kemal Paşa kararlılığından taviz vermemiş ve 7 Temmuz'da 9. Ordu Müfettişliği görevinden, 8 Temmuz'da ordudan istifa ettiğini bildirmiştir. Erzurum ve Sivas kongreleriyle Millî Mücadele büyük ölçüde merkezi bir yönetime kavuşmuştur. Tüm millî cemiyetler Sivas Kongresi sonrasında "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştirilmiştir. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, bir hükumet görevi gören Heyet-i Temsiliye ile yönetilmiş ve bu durum 23 Nisan 1920'de TBMM açılana dek sürmüştür.

19-26 Nisan günleri arasında İtalya'nın San Remo kentinde toplanan ve bu adla anılan konferansta I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı topraklarının bölüşümü üzerine konuşulmuş ve anlaşılmıştır. San Remo Konferansı'na; İngiltere adına Başbakan Lloyd George, Fransa adına Başbakan Millerand ve Mareşal Ferdinand Forch, İtalya adına Başbakan Francesco Nitti, Yunanistan adına Başbakan Eleftherios Venizelos katılmıştır. Konferansta Osmanlı Devleti'nin bölüşülmesini akdeden belge, yani meşhur Sevr Antlaşması belirlenmiştir. 433 maddeden meydana gelen Sevr Antlaşması, I. Dünya Savaşı'nın mağlup devletlerine dayatılan antlaşmalar içerisinde en ağır olanıdır.

Temaslar sürerken, Osmanlı'yı ve yetkili delegasyonunu antlaşmayı imzalamaya ikna etme amacıyla hareket eden İngiltere ve Yunanistan, Haziran-Temmuz aylarında yeni işgallerde bulunmuşlardır. Yunanistan; Edirne, Balıkesir ve Bursa'yı işgal ederken, İngiltere; Mudanya ve Bandırma'ya asker çıkarmıştır. Bunun sonucunda; Reşat Halis Bey, Rıza Tevfik Bey ve Hadi Paşa'dan oluşan Osmanlı delegasyonu, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nı imzalamışlardır. Sevr'den sonra yaşanan önemli gelişmelerden birisi de, Yunan askerinin Anadolu'daki varlığının, yani Küçük Asya Ordusu'nun başına Leonidas Paraskevopulos'un getirilmesi olmuştur. Paraskevopulos bu ordunun ilk başkomutanıdır.

Leonidas Paraskevopoulos
(Kurtuluş Savaşı; Güney, Doğu ve Batı olmak üzere üç ana cephede ele alınabilir. Erzurum ve Sivas kongreleriyle yönetim merkezi hale getirilmiştir. 12 Ocak 1920'de Mebusan Meclisi'nde gizli oturumda Misak-ı Millî kabul edilmiş, I. Dünya Savaşı sonundaki sınırların asgari sınırlar olduğu belirtilmiştir. 17 Şubat'ta bu bildirinin halkla paylaşılması, 20 Mart'ta fiilen zaten işgal altında bulunan İstanbul'un resmen işgaline sebep olmuştur. 11 Nisan'da İstanbul'daki meclisin kapatılmasıyla da Anadolu'daki hareketin önü açılmıştır. Nihayetinde Ankara'da 23 Nisan'da TBMM'nin açılmasıyla da merkezi yönetim kurumsallaşmıştır.
Kazım Karabekir
Kazım Karabekir komutasındaki 15. Kolordu'yla, Doğu Cephesi'nde Ermenilere karşı kesin zafer kazanılmış, 1920 sonlarında Gümrü ve Kars Antlaşması imzalanarak Mondros'la hapsedildiğimiz sınırlar reddedilmiş, ilk kez Sevr Antlaşması delinmiştir. 18 Mart 1921'de imzalanan Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması, İtilaf Devletleri'ne birlik mesajı ve hatta bir tepki vermek maksadıyla 16 Mart tarihli olarak kabul edilmiş, tam bir yıl önceki İstanbul işgali protesto edilmiştir.

Güney Cephesi'nde Fransız askerlerine karşı beliren halk hareketi, önce Heyet-i Temsiliye sonra da TBMM tarafından desteklenmiş ve örgütlü hale getirilmiştir. Pek çok yerinde başarılı olunan Güney Cephesi'nde, Batı Cephesi'nden gelen iyi haberler ve 21 Ekim 1921'de Ankara Antlaşması'nın imzalanmasıyla Fransız askerinin geri çekilmek zorunda kalmasıyla işgal sonlanmıştır.

Savaş buradan itibaren Batı Cephesi'nde Türk-Yunan savaşı olarak devam etse de, başta İstanbul olmak üzere, Çanakkale ve bilumum yerdeki İngiliz varlığı olgusal bir durumdur.)

Sevr'in imzalanması Ankara'da büyük bir öfkeyle karşılanmıştır. 19 Ağustos 1920'de TBMM tarafından imzacılar vatan haini ilan edilmişlerdir. Sevr'in imzalanmasıyla özgüveni artan Venizelos, 14 Kasım 1920'de ülke seçimlerinde sürpriz bir sonuçla karşılaşmış ve iktidarı kaybetmiştir. 17 Kasım'da mecburen yönetimden çekilen Venizelos'un yerine Gounaris seçilse de, Gounaris işgalci düşünceye uzak olduğundan, Venizelist politikanın sürmesi için İngilizler Rhallys'i başbakan yapmıştır.5

Yunanistan'da yakın tarihlerde bir değişiklik de tahtta yaşanmıştır. Kral I. Konstan'in tahtı kendisine bırakarak sürgüne gittiği oğlu Aleksandr evcil maymun tarafından ısırılması ve enfeksiyon kapması sonucunda 25 Ekim 1920'de ölmüş, yine İngiliz direktiflerine boyun eğmek şartıyla I. Konstantin, halkının da isteğiyle tahta geri dönmüştür. Bu durumda Yunanistan'da, kendisi iktidardan düşen Venizelos'un fikirlerinin iktidarda olduğu ilginç bir manzara meydana gelmiştir.6

D. Lloyd George
5 Şubat 1921'de çekilen Rhallys sonrası başbakanlık koltuğunda Nicholas Kaloguyeropoulos 7 Nisan'a kadar oturmuş, neden sonra Lloyd George'a boyun eğen Gounaris başbakan olabilmiştir. Gounaris öteden beri, tıpkı komutan Metaksas gibi Anadolu işgalinin başarısız olacağını, Türklerin kısa sürede güçlü ordu toplayarak ciddi bir mukavemet göstereceklerini öngören birisi olmuştur. Ancak ne var ki; halkının kendisini seçtiği makama gelebilmek için, Lloyd George'un ve Venizelos'un çizgisini takip etmeye mecbur kalmıştır.

Batı Anadolu'da Yunan işgalinin başladığı günlerden itibaren kitlesel tepkiler artmış, 1919 Ağustos'unda yapılan Balıkesir ve Alaşehir kongreleriyle, Yunanlara karşı bir Batı Cephesi'nin kurulması/örgütlenmesi kararlaştırılmıştır. Sivas Kongresi sonrasında Batı Cephesi Komutanı olarak Ali Fuat Paşa yetkilendirilmiştir. Ali Fuat Paşa 24 Ekim 1920'de, TBMM ile tam mutabakat sağlamadan, emrindeki askerlerle ve Çerkes Ethem'in desteğiyle 24 Ekim 1920'de Gediz Taarruzu'nu başlatmış ve bu harekat sonucunda başarısız olmuştur. Bu olay sonrasında TBMM tarafından düzenli birliklere karşı, tamamıyla düzenli orduya geçilmesinin gerekliliği anlaşılmıştır. Ali Fuat Paşa diplomatik görevle Moskova'ya gönderilmiş, Batı Cephesi Kumandanlığı güney ve kuzey olarak ikiye ayrılmış, güneyde komuta Refet Bey'e, kuzeyde İsmet Bey'e verilmiştir. Düzenli orduya geçmek istemeyen serbest kuvvetlere komuta eden Çerkes Ethem ve Demirci Mehmet Efe gibi isimler de bu noktadan itibaren TBMM ile ters düşmüşler ve yollarını ayırmışlardır. Yine yakın tarihlerde önemli bir gelişme olarak; Kasım 1920'de, Küçük Asya Ordusu başkomutanlığına Leonidas Paraskevopulos'un yerine, Kral I. Konstantin'e yakınlığı olan Anastasios Papulas getirilmiştir.7

Anastasios Papulas
(Millî Mücadele ile ilgili tartışmaların önemli bir kısmını tek başına Çerkes Ethem oluşturmaktadır. Benim bu yazıda irdelediğim alanın dışında kaldığı için pek değinemesem de, Ethem düzenli birliklere geçilinceye kadar epey yarar sağlamıştır. Damat Ferit'in kurdurduğu çakma hilafet ordusuyla ve Ferit'in yaptığı tüm Millî Mücadele karşıtı hainliklerle, Anzavur Ahmet'in serserileriyle önemli mücadeleleri söz konusudur.

Babası Ali Bey, Ethem'in tüm ısrarına rağmen Ethem'i ağabeyleri gibi subay okuluna yollamamıştır. Kardeşlerinin en küçüğü olan Ethem'e ayrı bir ilgisi olan babası Ethem'i pek yanından ayırmak istemiştir. Yaşı geçtikten sonra daha alt kademedeki bir askerî okulu bitiren Ethem mektepli değil alaylı bir asker olmuştur. Ethem'in iki ağabeyi Nuri ve İlyas Rumlarla yapılan mücadelelerde şehit olmuşlar, diğer iki ağabeyi Tevfik ve Reşit ise subay veya mebus olarak Ethem'le aynı dönemde yaşamışlardır.

Çerkes Ethem
Subay olmalarına rağmen Ethem'deki doğal liderlik ve gözü pekliğe sahip olmayan ağabeylerinin sürekli olarak Ethem'e akıl vererek onu daha iyi mevkiler için kışkırttıkları ve Ethem'in de bu çizgide hareket ederek düzenli birliklere geçmeyi reddettiği söylenebilir. Özellikle Yozgat valisiyle ilgili meselede Mustafa Kemal Paşa'ya karşı olan ölçüsüz ve saygısız söylemlerinde bu ihtirası görmek mümkündür.)

Yunan askerleri 6 Ocak 1921'de; Bursa'dan Eskişehir'e, Uşak'tan Afyon yönüne iki koldan ilerlemeye başlamışlardır. 9 Ocak'ta İnönü dolaylarına ulaşan Yunan askeri, ilk kez düzenli TBMM güçleriyle karşılaşmıştır. 10 Ocak'ta taarruza kalkan Yunanlar, 11 Ocak'ta geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu zafer Mustafa Kemal Paşa'nın da deyimiyle; askeri olarak küçük olsa da, moral açıdan çok büyüktür ve topluma umut aşılamıştır.

I. İnönü Zaferi sonrasında; Teşkilat-ı Esasiye (bir çerçeve anayasası olarak) kabul edilmiş, İstiklal Marşı kabul edilmiş, Afganistan'la dostluk antlaşması imzalanmış, ve -yukarıda da tarih olarak belirtildiği üzere- Moskova Antlaşması (kabul tarihi olarak 16 Mart 1921'de) imzalanmıştır.

Bunlara ek olarak yeni bir müzakere alanı olarak toplanan Londra Konferansı'na TBMM adına da temsilci davet edilmiş, böylelikle ilk kez Batı TBMM'yi tanımak durumunda kalmıştır. TBMM'nin bu davete sonuç alınamayacağını bile bile iştirak etmesinin sebebi "uzlaşmaz barbar Türkler barış istemiyor" propagandasına fırsat vermemektir. Beklendiği gibi de olmuştur. Sevr Antlaşması'nda birkaç değişiklik yapmak suretiyle yeni "barış" antlaşması dayatılmıştır.

12 Mart 1921'de konferans sonlanmış, 23 Mart'ta Yunan taarruzu başlamıştır. 27 Mart'a kadar süren ve 28 Mart'ta Metristepe ve Kanlısırt'ın Yunanların elin geçmesiyle neticelenen saldırılar, 30 Mart'ta İsmet Paşa'nın harekete geçmesiyle 1 Nisan'da bastırılmış, öngörüyle yapılan hazırlıklar sonuç vermiştir. İşte Mustafa Kemal Paşa, o meşhur "Siz burada yalnız düşmanı değil, milletin makus talihini de yendiniz!" sözlerini İsmet Paşa'ya çektiği bir telgrafta ifade etmiştir. Kaynaklarda pek geçmese de II. İnönü Zaferi sonrasında yine birtakım muharebeler olmuş ve bunlar da Türkler lehine sonuçlanmıştır.

Anastasios Papulas, üst üste gelen yenilgiler sonrası her türlü takviyeyi arttırarak kuvvetlerini güçlendirmiştir. Yunanların bu kuvvetleri karşısında, henüz II. İnönü Savaşı'nın yorgunluğunu üzerinden atmaya çalışan TBMM kuvvetleri, Eskişehir-Kütahya Savaşları'nda mağlup olmuşlardır. 10 Temmuz'da başlayan Yunan taarruzu 24 Temmuz'a kadar sürmüştür. İşgal edilen Eskişehir aylarca çeşitli zulümlere ve ihanete maruz kalacaktır. Öyle ki, Yunan Kralı I. Konstantin dahi buraya gelecek ve çeşitli teftişlerde bulunacaktır. Bu sırada tablo o kadar iç karartıcıdır ki, İsmet Paşa'nın dahi karamsarlığa kapıldığı söylenir. Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa'ya askerleri Sakarya Nehri'nin doğusuna kadar çekmesini tavsiye etmiştir. Bu mesafe yaklaşık 100 kilometre kadardır. Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa'ya "düşmanı vatanın harim-i ismetinde boğacağız" demiştir. İsmet Paşa tavsiyeye uyarak askeri Sakarya Nehri'nin doğusuna kadar çekmiştir.

Bu esnada mecliste homurdanmalar duyulur, kimi muhalifler "elbet bu durumun da bir sorumlusu vardır, hesabını verir" minvalinde konuşmaya başlamıştır. Kimileri de güvenlik açısından meclisi Ankara'dan Kayseri'ye taşımayı düşünmektedir. Tam da bu esnada Mustafa Kemal Paşa kendisinden bekleneceği üzere sorumluluk almış ve 5 Ağustos 1921 tarihi itibariyle 3 aylığına başkomutan olarak seçilmiştir. Bu sayede meclisin tüm yetkisini üzerine almış ve ordu adına son derece yetkili ve hızlı karar alabilen bir duruma gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa ilk iş olarak 7-8 Ağustos'da meşhur Tekalif-i Milliye emirlerini yayınlamış ve ordunun eksiklerini giderme yoluna gitmiştir.

Türk ordusu hazır ve nazır bir biçimde Sakarya Nehri gerisinde beklerken Yunan askerleri 22 Ağustos'ta nehri aşarak saldırıya geçmişlerdir. 23 Ağustos'tan 13 Eylül'e 1921'e kadar 22 gün, 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi'nde Mustafa Kemal Paşa, önemli ölçüde asker kaçağı olmasına rağmen, Mehmetçiğin ve özellikle de rütbeli askerlerin üstün özverisiyle Yunanları mağlup etmiştir. Bu ağır mağlubiyet sonrasında Küçük Asya Ordusu Başkomutanı General Papulas görevinden istifa etmiştir.

Sakarya'daki zaferle 1683 Viyana bozgunundan  beri süren gerileyiş durmuş, Batı Cephesi'nde savunmadan saldırıya geçilmiştir. II. İnönü Zaferi'nden itibaren çekilmeyi sürdüren İtalyanlar, Anadolu'dan tamamen ayrılmış, Fransızlarla 20 Ekim'de Ankara Antlaşması imzalanarak barış yapılmıştır. Daha da önemlisi tüm bu girişimlerin başarıya varmasını imkanlı görmeyen İngilizler Yunanları desteklemeyi bırakmışlardır. TBMM ile görüşmek ve barış antlaşması imzalamak konuşmaları Batı'da tekrar gündem gelmiştir. 22 Mart 1922'de İtilaf Devletleri, Yunanistan ve Türkiye arasında karşılıklı ateşkes içeren bir antlaşma önermiştir. Bu antlaşmaya sıcak bakan Yunanların aksine TBMM tarafı barışın topraklarımızın terk edilmesiyle mümkün olacağını vurgulayarak teklifi reddetmiştir.

Georgios Hatzianestis
Mayıs 1922'de Küçük Asya Ordusu'nun başına Georgios Hatzianestis getirilmiş, Hatzianestis 4 Haziran'da İzmir'e gelmiştir. İzmir'de bulunduğu sırada, Hatzianestis'in gazetecilere küstah bir tavırla "cephede Mustafa Kemal diye birini görmedim" dediği bilinmektedir.

Bu ortamda Mustafa Kemal Paşa büyük ve ani bir saldırı için ordunun hazırlıklarına başlamıştır. 17-18 Ağustos'ta Konya'ya hareket eden Paşa, bu gidişini geçici göstermek amacıyla 21 Ağustos günü Çankaya'da bir çay partisi düzenlediğini duyurmuş, şüpheleri gidermiştir. Bir yandan da 26 Ağustos'da taarruza geçileceği bilgisini cephedeki komutanlara iletmiştir. Büyük Taarruz 26-30 Ağustos tarihlerinde yapılmış, 30 Ağustos gününde ise Başkomutanlık Meydan Muharebesi yapılmış ve zaferle neticelenmiştir. Henüz Büyük Taarruz'un ikinci gününde, yani 28 Ağustos'da Hatzianestis görevden alınmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Hatzianestis'in küstahlığının cevabını işte burada, ordularının hücumunu izlerken vermiş, "Hatzianestis mağrur kumandan! Gel de ordularını kurtar!" demiştir. Yunan kuvvetleri için artık yenilgi kesinleşmişken, işte tam da bu esnada Mustafa Kemal Paşa -1 Eylül tarihinde- "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri!" emrini vermiştir.

Yunanların Anadolu'daki kuvvetlerinin son başkomutanı olarak atanan General Nikolas Trikupis, bunu 2 Eylül tarihinde Türklerin elinde esirken öğrenmiştir. 

Nicholas Trikupis
Türk askeri böylelikle; 6 Eylül'de Balıkesir'e, 8 Eylül'de Manisa'ya, 9 Eylül'de İzmir'e girmiştir. 18 Eylül itibariyle Anadolu'da hiçbir Yunan kuvveti kalmamıştır. Ancak İstanbul işgal altında olduğu gibi, Çanakkale ve İzmit'te de İngiliz askerleri vardır ve bu birtakım gerilimlere sebep olmuştur.

Kurtuluş Savaşı, nasıl bizim kuruluşumuzu ve kurtuluşumuzu getiren hayatî-millî bir refleks ise, Yunanlar için de o denli büyük bir felaket olmuştur. Küçük Asya Felaketi olarak niteledikleri bu müthiş yenilgi, Yunanlar için son derece onur kırıcı ve kullanılmış hissetmelerine yol açan bir durumdur. Bu sebeple de hızla bu felaketin müsebbiplerini cezalandırmak ihtiyacı duymuşlardır. Ancak bu işgal girişiminde bulunan yönetim, girişim sürmekteyken tasfiye olduğu için, tüm bu olayların asıl kurgulayıcıları yerine başkaları cezalandırılacaktır.

26 Eylül 1922'de, Yunanistan; Gonatas, Plastiros, Fokas komutasındaki askeri darbe başarılı olmuştur. Sabah uçaklardan atılan bildiriler darbeyi duyurmuştur. İlk iş olarak bakanlar tutuklanmış ve Kral sürgüne gönderilmiştir. Yönetime sivil bir görünüm verilmek istendiği için başbakanlığa Zaimis getirildiyse de, asıl güç yine bu üçlü cuntada olmuştur. 27 Eylül'de askeri yönetimin tazyikiyle Kral I. Konstantin tahttan ikinci kez çekilerek tahtı oğlu II. Georgios'a bırakmıştır.8

3 Ekim 1922'de Mudanya'da ateşkesin şartlarını konuşmak için toplanan temsilciler 11 Ekim'de Mudanya Ateşkes Antlaşması'nı imzalamışlardır. Mudanya'daki görüşmelerde; Türkiye'yi İsmet Paşa, İngiltere'yi General Harington, Fransa'yı General Charpy, İtalya'yı General Mombelli, Yunanistan'ı ise General Mazarakis'in temsil etmesi söz konusudur. Ancak Yunan temsilci Mazarakis açıkta bir İngiliz gemisinde beklemiş, karaya çıkamamıştır.

Mudanya Mütarekesi'yle savaşın silahlı ve sıcak safhası sona ermiş, diplomatik safhası başlamıştır. I. Dünya Savaşı sonrası girişilen emperyalist işgal planının, Millî Mücadeleyle reddedilmesi ve Türklüğün idam fermanı olan Sevr'in bir paçavra gibi yırtılıp atılmasıyla yeni bir barış konferansının toplanması ihtiyacı doğmuştur.

28 Ekim 1922'de hem İstanbul Hükumeti, hem de Ankara hükumeti Lozan'da yapılacak barış konferansına davet edilmişlerdir. Mustafa Kemal Paşa, son derece akıllıca ve net bir tavırla 1 Kasım itibariyle saltanatı kaldırmış ve İstanbul Hükumeti'ni dayanaksız bırakmıştır. Açık olarak da İstanbul'un bir temsil yetkisinin bulunmadığı vurgulanmıştır. Türkiye'yi; Hariciye Vekili İsmet Paşa, Sıhhiye Vekili Rıza Nur Bey ve Maliye Vekili Hasan Bey'in temsil etmesi kararlaştırılmıştır. Rauf Bey'in görüşmelerde baş delege olma arzusu açıktır. Ne var ki; peşinden Sevr'i getirecek olan Mondros Ateşkesi'ni imzalamış birisi yerine, Millî Mücadele sonucunda Mudanya Ateşkesi'ni imzalamış İsmet Paşa'nın baş delege olması son derece isabetlidir. Ayrıca, İsmet Paşa'nın diplomasiye pek sıcak bakmadığı ve Mustafa Kemal Paşa'nın ısrarıyla bu görevi kabul ettiği tarihî bir olgudur.9

3 Kasım 1922'de Yunanistan'da başkanlığını General Athonatias'ın yaptığı askeri bir mahkeme, Küçük Asya Felaketi'nin suçlularını cezalandırmak amacıyla toplanmıştır. General Xenophon Stratizos ve Amiral Michael Goudas'a müebbet hapis cezası verilirken; Demetrios Gounaris, Nicholas Stratos, Petros Protopapadakis, George Baltadjis, Nicholas Theotokis ve General Hatzianestis idama mahkum edilmişler ve 27 Kasım'da kurşuna dizilerek infaz edilmişlerdir. Venizelos'un siyasetinin bedelini, çoğunlukla o çizgide olmayan kişiler canlarıyla ödemişlerdir. Bu infazların gerçekleştirilmesine başından beri karşı tavır takınıyor gibi görünen İngiltere, idam mahkumlarının Yunanistan'a bir daha ayak basmayacak şekilde sürgün edilmelerinin kendi garantisinde olmasına yanaşmamıştır. Yani idamları engellemeye çalışır görünen İngilizler aslında bu kişileri gerçekten savunmamışlar, basit bir anlaşmayla bu altı kişinin hayatlarını kurtarmamışlardır.

Aynı tarihlerde dünya genelinin gündemi Lozan Barış Konferansı'nın toplanmasıdır. Lozan Barış Konferansı'na; Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Japonya, Romanya ve Yugoslavya devletleri katılmışlardır. Sovyetler ve Bulgaristan boğazlarla ilgili oturumlara katılmışlardır. ABD ise bir gözlemci bulundurmuştur.10

20 Kasım 1922'de Lozan'da başlayan görüşmeler yer yer tansiyonun yükselmesi ve Türkiye'nin kırmızı çizgisi olan Anadolu'da Ermenistan ve kapitülasyonlar meselelerinin dayatılmasıyla 4 Şubat 1923'te kesilmiştir. Yeniden sıcak savaşın dahi gündeme geldiği bu aralıkta, Batı milletlerinin emperyalist talan savaşlarından sıkılmaları ve hükumetlerini de sıkıştırmaları sebebiyle barış konferansının devamı kaçınılmaz hale gelmiş, 23 Nisan 1923'te görüşmeler yeniden başlamıştır.

24 Temmuz 1923'te pek çok problem çözülerek ve bir uzlaşıyla antlaşma imzalanmıştır. Antlaşma içeriğiyle ilgili kısaca belirtmek gerekirse; Suriye sınırı Ankara Antlaşması'yla belirlenen sınır olarak netleştirilmiş, Irak sınırı ve Musul'un durumu sonraya bırakılmış, Yunanistan'ın Karaağaç'ı savaş tazminatı olarak vermesi kabul edilmiş, yabancı okullar çözülmüş, boğazlar meselesi idareten de olsa halledilmiş, Anadolu'da Ermenistan kurulması ve kapitülasyonlar meselesi kesinlikle reddedilmiştir.

Bir konu olarak Lozan Antlaşması'yla ilgili genel anlatım bu şekildeyken, görüşmeler boyunca ve de sonrasında İnönü-Venizelos diyalogları o zamanın derinliğini kavramada son derece önemlidir.

İsmet Paşa'nın hatıralarında belirttiğine göre Venizelos, Lozan görüşmelerinin başında pek sakin değildir ve açıkça İtilaf Devletleri'ne bu kadar hizmette bulunduktan sonra savaşın tüm bedelinin Yunanistan'ın üzerine yıkılmasının adaletli olmayacağını anlatmaya çalışmıştır. Kullanılmışlık ve pişmanlık hisleri Venizelos'a daha o tarihlerde hakim olmuştur.

İsmet Paşa'nın anlattıklarına göre Lozan'da İngiliz delegesi Lord Curzon'dan istediği desteği alamayan Venizelos, şu sözlerle isyan etmiştir; 

Bu söylediklerinizi konferansta anlatacağım. Sizin yüzünüzden fela­kete uğradık. Bu felaketi beraber tamir etmeliyiz. Hakkımızdır, bunu iste­yeceğim. Görüyorum ki, siz kabul etmeyeceksiniz, size bu haklı talebimizi aleni olarak reddettireceğim. Ta ki, İngilizlerle ittifak yapıp yola çıkmanın nasıl bir felaketle neticelendiğini bütün dünyaya göstermiş ve ispat etmiş olayım.11


İngiltere'den sonra Fransa'yla da aynı konuları konuşmak isteyen Venizelos, Fransa'ya giderek ulaştığı Mösyö Poincaré ile girdiği diyalogda, aynı konularda yardım istediğini ve benzer cevapları aldığını söylemiş, bu duruma sinirlenerek İnönü'ye laf arasında şunları anlatmıştır;

Bunlar İzmir’e çıkmamız için rica ettiler, yalvardılar, biz öyle çıktık. Şimdi gelmişler, hepsini inkâr ediyorlar. Bizi yalnız bırakıyor­lar. Kendilerinden bu şekilde şikâyet ettim.12

Venizelos'un sonunda geldiği noktayı, savaşı kucağında bulanlardan, hatta idam edilen altı kişiden birisi olan Hatzianestis, savaşın sonuna doğru 9 Ocak 1922'de yine yeğenine yazdığı bir mektubunda şöyle demiştir;


Benim görüşüme göre bugün, geçen Şubat ayına göre çok daha kötü durumdayız. Milyarlarca değilse de milyonlarca masraf ve binlerce sağlıklı, yetenekli can kaybetmek pahasına da olsa bu şarlatanların elinde oyuncak olmaktan kurtulamıyoruz.13


Yunanların Anadolu'daki işgal ordusunun son başkomutanı olan ve esir düşen Nicholas Trikupis, son derece askerce bir tavırla misafir edilmiş, bir müddet Yunanistan'a teslim edilmemiş, böylelikle idam edilmesinin önüne geçilmiştir. Yaklaşık olarak 1953 yılında gazeteci-yazar Hıfzı Topuz'un kendisiyle yaptığı meşhur röportajda, Küçük Asya Felaketi'ni Trikupis şöyle değerlendirmiştir;


Bizim Anadolu'da işimiz neydi? Bizim menfaatimiz Balkanlar'da, Makedonya'da, Adalarda olabilir amma Anadolu'dan bize ne? Ne diye bizi oralara gönderdiler? Aradan bunca yıl geçti. Şimdi insan maziyi çok daha iyi görebiliyor. Çok daha sağlam hükümlere varabiliyor. Şimdi artık itiraf etmekten çekinmiyorum. Bizim Anadolu savaşında hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı devletlere âlet olduk. Sizden de, bizden de bunca insan öldü. Bu kadar kayıp verdik Sonunda ne oldu? İşte bugün kardeşiz. Hata idi Anadolu harekâtı. Hem de muazzam bir hata...14


Yunanlar, başından beri emperyalist devletlerce Osmanlı'ya/Türklere karşı desteklenmiş ve kışkırtılmışlardır. Ötelerden beri; Ortodoks dayanışması, Helen kültürünün desteklenmesi, Yunan bağımsızlığının sağlanması gibi kılıflarla, Türkleri Anadolu'dan atmanın hesapları yapılmıştır. İngiltere Başbakanı William Ewart Gladstone'un, Yunanlar marifetiyle "Türkleri Küçük Asya'dan atmak" projesi Lloyd George tarafından uygulanmaya çalışılmıştır. Bu proje Mudanya Ateşkesi'yle kesin olarak iflas etmiştir. Lloyd George'un niyeti, aslında Yunan askeri Anadolu'dan sökülüp atıldığında dahi savaşı sürdürmek ve sömürgelerden yeni askerler toplayıp, Çanakkale'deki ve diğer bazı yerlerdeki mevcut İngiliz askerleriyle savaşı sürdürmektir. Ancak ne sömürgelerden asker gelmiş, ne de General Harington tüm bu saçmalıklara katlanarak onursuzca bu işgali sürdürmeyi kabul etmiştir. Bu atmosferde 19 Ekim 1922'de liberal Lloyd George iktidardan düşmüş, 23 Ekim'de muhafazakar Bonar Law hükumetini kurmuştur.15
Bonar Law
Böylelikle, Batı devletlerinden, daha kurumsal bir proje olarak Gladstone'dan beri süregelen Küçük Asya politikası iflas etmiş, Lloyd George'un da siyasî hayatı bitmiştir.

Tüm bu olanları ve kendi girişiminin bedelini ödeyen altı kişinin İngiltere tarafından nasıl önemsenmediğini gören Venizelos'un fikirleri buradan itibaren tamamen değişmiştir. Kendisinin gençliğinden beri inandığı Megalo İdea'nın, büyük devletlerin "idea"larına paravan olmaktan başka bir şey olmadığını, Yunanların da bu bağlamda basit bir taşeron olarak kullanıldığını anlamıştır. Lozan'da İsmet Paşa'yla başlayan yakınlaşması sürmüş, bölgenin güvenliği için birlikte çalışan ve Türk-Yunan dostluğunu güçlendirmeye çalışan bir çizgiye gelmiştir.

Öyle ki, son derece çalkantılı Yunanistan'da, kendisini bazen siyasetten uzaklaşmak zorunda kalmış olarak, bazen de siyasetin orta göbeğine gelmiş olarak bulan Venizelos, Türk dostu bir anlayışla çalışmıştır. 30 Ekim 1930 tarihine gelindiğinde Türk-Yunan Dostluk  ve Tarafsızlık Antlaşması imzalanmıştır. 1933'te; Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya gibi ülkeler arasında yakınlaşmalar görülmüş ve dostluk anlaşmaları imzalanmıştır. Yine 12 Ocak 1934'te Venizelos o meşhur jestini yaparak, Atatürk'ü Nobel Barış Ödülü'ne aday göstermiştir. 9 Şubat 1934'te ise Balkan Antantı imzalanmıştır.16
Türk-Yunan İlişkilerinin Tarihi kapsamında adım adım ilerlediğimiz yazı dizimizde, aslında tarih olarak bu yazının sonuna gelmiş bulunuyoruz. Ancak tarihin tam da bu kesitinde, birbirinden fantastik anti-Kemalist tezler bulunmaktadır. İşte buradan sonraki kısımda bizim de yapacağımız bu tezlerin, buraya kadar yazdıklarımız ışığında ne kadar; temelsiz, taraflı ve kolay çürütülebilir olduğunu göstermek olacaktır.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir; Kurtuluş Savaşı'yla ilgili sayısız yabancı belgede, Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde vatan müdafaası yapan kişilere "Kemalist" denmiştir. Sonradan kavramsal olarak içi daha da doldurulacak olan Kemalizm'in doğuşu bu şekildedir. Bugün de aynı mücadelenin sürdüğünü söylemek pek zorlama olmayacaktır. Farklılık olarak günümüzde bu mücadele topla tüfekle değil; düşünmeyle, araştırmayla, yazmayla yani kalemle verilmektedir. İşte bu sebeple Kemalistler yine Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi öncülüğünde vatan müdafaası yapmakta, anti-Kemalistler ise aynı ilkesiz ve işbirlikçi tabiatlarıyla bunu kırmaya çalışmaktadırlar. Bu yazının kapsadığı tarihlerin sınırlarında kalan mevzuubahis tezlerle ilgili olarak "anti-Kemalist tezler" dememin sebebi de budur.
1. Anti-Kemalist Tez: Kurtuluş Savaşı basit bir Türk-Yunan savaşından ibarettir. Hiçbir anti-emperyalist tarafı yoktur.

Kurtuluş Savaşı, Yunanlarla savaşmaktan ibaret değildir. Doğu, Güney ve Batı cepheleri olarak üç ana cephede mücadele verilmiştir. Doğu'da Ermenilerle, Güney'de Fransızlarla, Batı'da Yunanlarla mücadele edilmiştir. Üstelik hem sahada hem de arka plan olarak tüm bu mücadeleler tesadüf değil, emperyalist planların tezahürüdür.

Bu dizinin ilk iki yazısında da gayet net olarak görüldüğü üzere Yunanlar; millî, dinî veya mezhepsel kılıflarla Osmanlı'ya karşı sürekli olarak kışkırtılmışlardır. Yunanlılar; bağımsızlık ve nüfuz arttırma aşamalarında açıkça desteklenmişlerdir. Bu destek I. Dünya Savaşı sonrasında, Gladstone'da temelleri net olarak atılan Türkleri Anadolu'dan gönderme planının taşeronu olarak, Lloyd George teşviğiyle sürmüş, İngilizler Çanakkale Savaşı'ndan beri bölgede kullanmak istedikleri Yunanları 15 Mayıs 1919 itibariyle İzmir'e çıkarmışlardır.

Bu tezde diretenlerin diğer bir argümanı; Yunanlara İngiliz desteğini kabul etmekle beraber, bu desteğin bir yere kadar sürdüğü ve kesilmesiyle bizim galip geldiğimiz üzerine kuruludur. Her şeyden önce, işgal eden ve işgal olunan iki devletle ilgili olarak; işgali teşvik ve takviye edenlerin işgal eden ve işgal edilen arasındaki tarafsızlığını kabul etmek ve buna inanmak pek mümkün değildir.

13 Mayıs ve 10 Ağustos 1921 tarihlerinde görünürde tarafsızlık ilan edilse de, özellikle İngiltere'nin desteği, Yunan ordusuna Sakarya Meydan Muharebesi'nde beli kırılana kadar sürmüştür. Buradan itibaren destek verip vermemenin ne derece önemli olduğu zaten tartışılır durumdadır. Desteği kesilmiş bir Yunan ordusunun Sakarya'da mağlup olmadığı, Sakarya'da mağlup olan bir Yunan ordusunun desteğinin kesildiği (veya azaltıldığı) iyi kavranmalıdır. İngiltere'nin devlet politikası olarak savaşan devletlere devlet olarak silah satmama kararı, daima özel şirketler aracılığıyla aşılabilir durumda olmuştur. Tümünün ötesinde yukarıda da anlatıldığı üzere Lloyd George, İzmir'in kurtuluşu sonrasında dahi Anadolu'ya asker çıkarmayı düşünmüş, Harington'un inisiyatifiyle bunu gerçekleştirememiştir.

10 Ağustos 1921'de Paris'te, 13 Mayıs'ta alınmış olan "tarafsızlık" kararının uygulanması kararlaştırıldıktan sonra, 30 Ağustos 1921'de Lloyd George, parlamentoda şu konuşmayı yapmıştır;

Aracılık zamanı henüz gelmiş değildir. Zamanı geldiğinde Sevr Antlaşması'nın düzeltileceğinden hiç kuşku duymuyorum. Savaşın tehlike ve felaketlerinden kaçınarak, isteklerinin tam gerçekleşmesini izlememeye eğilimi olan bir devleti tatmin edecek koşullarla başarılı bir savaş yapan bir milletin memnun edileceğine inanmıyorum. İnsan olmak hasebiyle Yunanlıların asla düşmanı olmadığımı kesinlikle saklamadım. Bulgarların 1913'te yanaşılmaz iddialar ve abartılı durumlar ileri sürerek ve bunların üzerinde ısrar ederek yaptıkları yanlışı Yunanlıların kesinlikle yapmayacaklarını içtenlikle ekleyebilirim.17

Konuşmada Lloyd George; Sevr Antlaşması'nda değişiklik yaparak kabul ettirme önerisini ve Yunan dostu olduğunu ifade etmiştir. Yunanların Bulgarlar gibi bir noktadan sonra kontrolden çıkmayacağını belirtip, onları savunma yoluna gitmiştir.

Bunların yanı sıra, I. Dünya Savaşı sonrası dayatılan antlaşmaların en ağırı olan Sevr'in yırtılıp atılması, herkesçe hayranlık uyandıran ve anti-emperyalist yeni milliyetçiliğin bayraktarlığını yapmayı ifade eden önemli bir tavırdır.


Hepsine ek olarak da, bu tezin savunucuları; I. İnönü Zaferi sonrasında, alelacele toplanmak istenen barış konferansının Londra'da yapılması, Yunan Anadolu'dan atıldıktan sonra Mudanya'daki görüşmelerde İsmet Paşa'nın İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcilerle muhatap olması, "Türk-Yunan Savaşı" sonrası Lozan'da İtilaf Devletleri'yle muhatap olunması gibi durumları da açıklamakla yükümlüdürler!
2. Anti-Kemalist Tez: Yunan Kralı evcil maymunu tarafından ısırılması sonucu enfeksiyon kaparak ölmüş ve Yunan komutanları şahsî ikbal kaygısıyla Atina'ya dönmüşlerdir.

Kısaca ilgili aralığın Yunanistan kraliyet kronolojisini hatırlayacak olursak, önceki yazılarda da yazdığı üzere; 30 Mart 1863'ten beri tahtta bulunan Kral I. Georgios, 18 Mart 1913'te Selanik'te uğradığı bir suikast sonucu ölmüştür. Bu sebeple tahta geçen oğlu I. Konstantin yeni Kral olmuştur.18

I. Konstantin, Venizelos'un başbakan olduğunda aralarındaki fikir uyuşmazlığı ve Venizelos'un edindiği destek sebebiyle tahttan çekilmek durumunda kalmıştır. Bunun sonucunda yeni kral, adına "kukla kral" da denen I. Konstantin'in genç oğlu Aleksandr olmuştur.

Kral Aleksandr, 25 Ekim 1920 günü evcil maymunun ısırması sonucu kaptığı enfeksiyon sebebiyle ölmüştür. 1920 yılının sonuna doğru sürgündeki I. Konstantin tahta geri dönmüş ve savaş süresince tahtta kalmıştır.19

27 Eylül 1922'de yenilgi üzerine bir gün önce gerçekleştirilen darbe yöneticileri I. Konstantin'i yine sürgüne göndermişlerdir.

I. Konstantin yeniden sürgüne gidince yerine aynı gün (27 Eylül) diğer oğlu II. Georgios kral olmuştur. 25 Mart 1924'te yapılan monarşi karşıtı başka bir ihtilalle de II. Georgios devrilmiş, bu aralık için krallığa son verilmiştir.20

Şimdi bu nispeten sıkıcı ve kuru tarih bilgilerine niye değindiğimize gelelim. Ülkemizde; Atatürk'ün, Kemalizm'in, cumhuriyet kazanımlarının, devrimlerin sembolik ve uslanmaz düşmanı haline gelmiş kişiler başta olmak üzere, sayısı artan bir kesim en olmadık hikayelerle millî zihinleri zehirlemeye çalışmaktadırlar. Bu en olmadık hikayelerden birisi de bu maymun hikayesidir.

İddiaya göre Yunan askerinin Anadolu'ya odaklanmış olduğu bir esnada, takdir-i ilahi olarak kahraman bir maymun Yunan kralı Konstantin'i ısırmış ve kral kısa süre içerisinde ateşler içerisinde kıvranarak ölmüştür. Hem de bu kralın Küçük Asya Ordusu ziyareti sonrasında gerçekleşmiştir. Bunun üzerine de ülkede siyasî boşluk meydana gelmiş, tahta geçen genç ve tecrübesiz yeni krala karşı darbe yapılmıştır. Yunan komutanları arasında çıkan siyasî çekişmelerle de savaşı kaybetmelerinin önü açılmıştır. Yani sonuç olarak savaşın kazanılmasında en önemli etken küçük bir berberi şebeğidir! 

Herhangi bir siyasî-ideolojik yaklaşımdan da önce bu iddia bilgi bakımından o kadar yanlıştır ki, en ufak tarihî bir gerçeklikle bağdaşması mümkün değildir. Önce bu yanlışları ele alalım;

-Maymun ısırmasıyla ölen kral Konstantin değil oğlu Aleksandr'dır!

-Olayın gerçekleştiği tarih 1920 yılının Ekim ayıdır. Yani değil Yunan kralının Anadolu'daki askerlerini teftişe gelip gitmesi, henüz düzenli kuvvetlerle mücadele dahi başlamamıştır!

-Ölen kral, Aleksandr olduğu için ülkede siyasî bir boşluk meydana gelmemiş, babası Konstantin tahtına geri dönmüştür!

-Doğal olarak monarşi karşıtı bir ihtilal de meydana gelmemiş, I. Konstantin'in kral, Gounaris'in başbakan olduğu bir atmosferde savaş hiç etkilenmeden devam etmiştir!


Bu gibi uydurulmuş senaryoların, gerçekten yaşanmış olaylardan da numuneler alıp ilave ederek ortaya çıkarılmaya çalışılan alternatiflerin kabul görmesi, hem de hiçbir bilgisel derinliği olmayan kişilerce feyiz alınarak dinlenmesi matah bir şey değildir. Tarihî gerçekleri ortaya çıkarmak hiç değildir! Ancak genel zihinsel-bilgisel çöküntü ve tıkanmış sistemlerimiz buna ne yazık ki zemin hazırlamaktadır.


İşin daha iç burkan tarafıysa, bu aciz anlatımları reddedecek kalemlerin ve akabinde kitlelerin de son derece sığlaşmış olarak, bununla ilgilenemeyecek bir vaziyette olmalarıdır!
3. Anti-Kemalist Tez: Türk ordusunun yaklaşık güçteki Yunan ordusunu yenmesi övünülecek bir zafer değildir.

Bu iddia da maymun hikayecisi gerici güruhun liderlerince her fırsatta dile getirilmektedir. Bu tez, "sade bir Türk-Yunan Savaşı" tezinin devamı niteliğinde de okunabilir.

Özetle şunu söyler; 

"Osmanlı Devleti'nin tarihinde az kuvvetle çok kuvvete karşı kazanılmış zaferler vardır, bu sebeple de Kurtuluş Savaşı'nda hemen hemen eşit güçte olduğumuz ve 500 senedir bir valiyle idare ettiğimiz Yunanları yenmek marifet ve anmaya değer bir zafer değildir."

Öncelikle tam olarak Türk ve Yunan kuvvetlerinin yaklaşık güçte olup olmadığı meselesini açmadan ilerleyecek olursak;

-Yunanların 500 sene bir valiyle yönetilmesi tartışmalı olmakla beraber, o kadar da süt liman bir yönetim olmadığı açıktır. İlk isyanların izi 1600-1611'e kadar izlenebilmektedir. 1770'te Orlof İsyanı, 1821'de Mora İsyanı yaşanmıştır. Orlof İsyanı'ndan itibaren Yunanların dış destek bulmaları ve uzun yıllar sürecek bir ön cephe hatta maşa görevine talip olmaları da söylenebilir. Bu dizinin önceki iki yazısında da daha geniş şekilde değinildiği üzere, sürekli olarak dış destekli bir Yunan hareketi söz konusudur. Bağımsızlığı kazanmayla beraber sonraları Osmanlı'ya kafa tutan bir Yunanistan profili görülmektedir.

-1897 Osmanlı-Yunan Savaşı, Osmanlı'nın zaferiyle sonuçlansa da, anlaşma masasında işler Osmanlı'nın aleyhine gelişmiş, Batı, Yunanistan'ı desteklemiştir.

-Aynı Yunanistan bizden Girit başta olmak üzere pek çok yeri koparmıştır.

-Kaldı ki, 500 yıl boyunca halim selim yönetilmiş bir Yunanistan'la karşı karşıya kalmış olsak dahi gelinen yer itibariyle zafer hayatidir. Son derece de mühimdir. I. Dünya Savaşı'na son anda dahil olan bir Yunanistan'la birlikte onun hamilerine karşı koyan Türk devleti onlarca yıldır süren iç isyanlar, savaşlar ve ekonomik bozukluğun yanı sıra son olarak; Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı'nı geride bırakmış son derece yorgun bir biçimde mücadelesini sürdürmüştür.

-Sakarya Zaferi'yle, Osmanlı'nın 1683'ten beri süren dramı bıçak gibi kesilmiştir. Fatih'in fethettiği İstanbul bu mücadeleyle 6 Ekim 1923'te kurtarılmış, bir anlamda tekrar fethedilmiştir. Ancak tüm bunları "keşke Yunan galip gelseydi" diyebilen gayrimillî, anti-Kemalist kafaların anlamasına, yürekten kavramasına imkan yoktur.

Ayrıca açıkça söylemek gerekir ki; tarih sahnesindeki son ciddi önemli dönüm noktası olarak Kurtuluş Savaşı, başarıya ulaşmasıyla kendisinden önceki tüm tarihimizin konuşulabiliyor olmasını, tüm zaferlerimizin hala bir anlamı ve önemi olmasını mümkün kılmıştır.
4. Anti-Kemalist Tez: Venizelos'la samimi pozları bulunan İnönü ve İnönü'yle aynı tarafta olanlar Yunanlarla gerçek anlamda mücadele etmemişlerdir.

Fethullah Gülen'e bağlı organizasyonların hazırlayıp sunduğu Türkçe Olimpiyatları'nın nihayet sona ermesiyle kendisine meşgale arayan bazı Gülenist tarihçiler, anti-Kemalizm'in de önemli bir ekolünü oluşturarak, Atatürk'ün ve yakınındakilerin hayatlarında açık arama olimpiyatlarını başlatmışlardır.

Hep ve daima bir tarafı kötüleme, hep ve daima bir tarafı övme şeklinde çalışan bu kişiler, ellerine geçen; Venizelos-Atatürk, Venizelos-İnönü fotoğraflarını kullanarak kendilerince birtakım tezler geliştirmeye çalışmaktadırlar.

Bu kişiler Atatürk, İnönü veya diğer Türk devlet adamlarıyla samimi fotoğrafları olan Venizelos'la gerçek anlamda bir savaş yapılmadığını iddia veya ima etmektedirler.

Burada yine herhangi bir bilgiye dayanmadan önce mantıki olarak verilecek cevap şudur; bu fotoğraf kareleri, içerdiği kişilerin haberi olarak çekildiğine göre ve bir tür gizli çekim söz konusu olmadığına göre saklanacak sakıncalı bir durum da yok demektir. Bu zaten gizli olmayan fotoğrafları yayarak birtakım köylü kurnazlıklarına başvurmak da hem ahlakî değildir. Hem de nitelikli bir tarihçinin yapacağı iş değildir.

Bilgi içeren kısma gelecek olursak, kısaca durum şu şekildedir; Yunanistan'da I. Dünya Savaşı'ndan beri Venizelos savaş yanlısıdır ve İtilaf Devletleri tarafına meyletmektedir.

Yunanistan kraliyet ailesi ise akrabalık bağlarından dolayı Almanya'nın tarafına yani İttifak Devletleri'ne yakın hissetmekle beraber, Akdeniz'de İtilaf Devletleri güçlü olduğu için tarafsız kalmayı istemektedir.

Venizelos gençlik yıllarından beri sıkı bir Megalo İdea'cı olarak yaşamış ve başbakan olduğunda da büyük Yunanistan'ı kurmaya gidecek olan adımları atmaya çalışacaktır.

O tarihlerde bir siyasî bakış farkı sebebiyle veya düşünceleri akıl-mantık kapsamında olduğu için Megalo İdea karşıtı Yunanlar da vardır. Bunlar "küçük ama saygın Yunanistan" politikasını izlemeyi tercih ederler. Bir kısmı da hamasi duygulara yenik düşmeden, akıllıca düşünerek, Türklerin Anadolu'da hızla bir ordu toplayarak büyük bir kuvvet oluşturacağını öngörerek, Megalo İdea'nın bir ütopya olduğunu söylemişlerdir.

Ancak kaderin bir cilvesi olarak Venizelos ve diğer Megalo İdea'cıların çabasıyla girilen savaşı, önemli bir ölçüde Megalo İdea'yı benimsemeyen kişiler kucağında bulmuştur. Venizelos'un seçim kaybetmesi, genç kral Aleksandr'ın ölmesi gibi olaylarla, bulundukları makamlara zaten savaşı sürdürmek şartıyla gelebilen; Kral I. Konstantin, Başbakan Gounaris gibi "küçük ve saygın Yunanistan"cılar, İngiltere'nin desteğiyle savaşı sürdürmüşler ve başarısız olduklarında da, -I. Konstantin kral olması sebebiyle sadece sürgün edilerek- idam edilmişlerdir. İngiltere bu kişileri kurtarmayı pek de önemsememiştir.

İktidarda olmadığı halde tüm bunları gören ve sonuçta ihalenin Yunanistan'a kalacağını hisseden Venizelos, yukarıda da daha detaylı olarak verildiği gibi, Yunanların büyük devletlerce kullanıldığını anlamıştır.

Yine yukarıda belirtildiği gibi, bu konuda; Venizelos'un yanı sıra, Hatzianestis ve Trikupis'in de beyanları Yunanların kullanıldığı yönündedir.

Buradan itibaren yine bahsedildiği şekilde, karmakarışık Yunan siyasetinde gücü elinde bulundurduğu sürece bölge güvenliği ve Türk-Yunan dostluğu için çalışmıştır. Bu fotoğraflardaki samimiyet de bunu ifade etmektedir!


SONUÇ

Türk-Yunan İlişkilerinin Tarihine Genel Bir Bakış dizisinin bu yazısında, günümüz Türkiye'sini epeyce ilgilendiren, siyasî olarak çarpıtılmaya çalışılan noktalara da değinmiş olduk. Samimî olarak inandığı değerler istismar edilerek zihni karıştırılmış temiz insanların, kendilerine anlatılanları sorgulamasında bir nebze olsun etkim olursa kendimi başarılı sayacağım. Uzunca bir müddettir içerisinde bulunduğumuz kara propaganda devri, ne yazık ki taze zihinleri fitneye boğuyor. Açıkça görülüyor ki, ülkece; hem donanım olarak, hem de yüreklilik olarak bu ters propagandayı kırabilecek kitleler, anıt kişiler yetiştiremediğimiz gibi, olanları da yok etmişiz. Temel bilgiden yoksun kitlelerin karşısına geçerek, yığınla yalan ve çarpıtmayla yapılan anlatımların işe yaramasının başka bir açıklaması olamaz.

Her türlü sistemimizde olduğu gibi, eğitim sistemimizde de önemli aksaklıklar vardır. Basit anlatımlar ve biraz psikoloji bilgisiyle insanların özellikle de gençlerin fikrini değiştirilebilmesinin, hatta terör örgütlerine katılım sağlanabilmesinin sebebi de budur. Özensiz ve zorla dayatılan ezber bilgiler, biraz daha kompleks gözüken herhangi bir başka anlatımla yer değiştirmek için son derece uyumludurlar.

Yakın tarihimizle ilgili en temel bilgiden yoksun olan kişiler, elbette ki; Kurtuluş Savaşı'nın alelade bir Türk-Yunan savaşı olmadığı, geçerli bir zafer olduğu, anti-emperyalist boyutunun olduğu konularında herhangi bir açıklama yapamayacak, anlatılana ikna olacak veya susmak zorunda kalacaktır.

Dünyanın yakın tarihiyle ilgili en temel bilgiden yoksun olan kişiler, elbette ki; ülkemizin dünü denilebilecek tarihlerle, diğer ülkelerin ve dünya konjonktürünün mukayesesini yapamayacak, kendisine sunulana inanacaktır. Bir komşu ülkenin yakın tarihiyle ilgili, baştan aşağı yalan ve deli saçması iddiaları ağzı açık dinleyecektir.

Gayet doğal devlet ilişkilerini, diplomatik incelik ve gereklilikleri bilmeyen kişiler; çeşitli temas ve davetlerde çekilen, basına servis edilen fotoğrafları, gizli belge zannedecek, sadece kendisine verilmek isteneni alacaktır.

Nitekim günümüz Türkiyesi'nde de en ufak bir entellektüel kırıntı barındırmayan kültürel tartışmalarda ortaya çıkan manzara bu değindiğim noktalardan ibarettir.

Bu tartışmaların matematiksel karşılığı, negatif tarafla sıfır arasındaki çekişmeye benzer. İyi bir ihtimalle bu yoğun zihinsel zehirlenme karşısında yapabileceğiniz sadece mutlak olarak daha küçük bir negatif elde etmek olacaktır.

Oysa ki bizim ihtiyacımız olan, bir an önce sıfırı yakalamak ve pozitif kısma geçmektir!

Daha tarihî olguları yerli yerine koyamamışken, bunların geniş kitlelerce kavranıp, her alanda ilerleme kaydedilmesi şu anki durumumuza epey uzak bir noktadır. Açıkçası bu sebeple genel atmosferimiz pek de iç açıcı değildir.


DİPNOTLAR

1http://www.ttk.gov.tr/wp-content/uploads/2016/11/7-Mondros.pdf

2https://www.kurtulussavasi.gen.tr/guney-cephesi.html

3www.researchgate.net/publication/322100478_Bati_Anadolu%27da_Yunan_Isgali_Ve_Aydin_Muhacirleri_1919-1920
/Sf.5

4https://www.biyografi.net.tr/hasan-tahsin-kimdir/

5http://ataturkilkeleri.deu.edu.tr/pdf/dergisayi3/c1_s3_secil_akgun.pdf /sf.4

6a.g.m. /aynı sayfa

7http://www.wikiwand.com/tr/Anastasios_Papulas

8http://ataturkilkeleri.deu.edu.tr/pdf/dergisayi3/c1_s3_secil_akgun.pdf /sf.7

9https://ismaildonmez.blogspot.com/2017/11/lozan-antlasmasnda-musul-sorunu.html

10http://www.ataturkinkilaplari.com/avea/94/lozan-konferansi%E2%80%99na-katilan-devletler-ve-turk-delegeleri.html

11http://www.ismetinonu.org.tr/lozan-antlasmasi.htm /Venizelos Beni Ziyarete Geldi

12http://www.ismetinonu.org.tr/lozan-antlasmasi.htm /Venizelos Müttefiklerden Şikayetçi

13http://ataturkilkeleri.deu.edu.tr/pdf/dergisayi3/c1_s3_secil_akgun.pdf /sf.5

14https://isteataturk.com/g/icerik/Yunan-Baskumandani-Trikopis-Anadolu-Savasini-ve-Nasil-Esir-Edildigini-Anlatiyor/414

15http://www.kultur.gov.tr/TR,96329/1922.html

16http://www.mmsrn.com/balkan-antanti-nedir-ve-ne-zaman-imzalanmistir/

17http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/324.pdf /Sf.89

18http://www.wikiwand.com/tr/I._Konstantin_(Yunanistan)

19http://www.wikiwand.com/tr/Aleksandros_(Yunanistan_kral%C4%B1)

20http://www.wikiwand.com/tr/II._Georgios

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder