En başta yazmak gerekir ki, bu bir duyuru yazısıdır. Blogda oluşturduğum yeni bir kategoride, okuduğum kitapların değerlendirmelerini bulundurmak istiyorum. Bu yazı da, işte bu kategoriyi haber veren duyuru metnidir.
Yine bu blogda yer alan Okumak ama neden? başlıklı yazımda, "okumak" fiiline olan bakışımı anlatmıştım. İşte kitap değerlendirmeleri de, doğal olarak yine aynı bu anlayışla ele alınacak. Kitap türlerini merak edecek olursanız, burada geniş bir perspektif olacağının garantisini verebilirim. Yani sürekli tarih, sürekli felsefe veya sürekli edebiyat kitaplarını incelemeyeceğimi peşinen söylemek isterim.
Aslında bu tarihi pek sevmeyenlerin hoşuna gitmese de, ben tüm okumalarımı tarihe dayandırıyorum. Bu "tarihe dayandırma" da, durup durup tarihi kutsamayı değil, dünyayı anlamayı ifade ediyor aslında. En akıl kârı olan yaklaşımın bu olduğunu düşünüyorum.
Örneğin Nietzsche ve Schopenhauer aralarında etkileşim bulunan 19. yüzyıl filozoflarıdır. Hem felsefenin kümülatif bir alan olması sebebiyle öncül isimlerden ve ekollerden, hem de her türlü parametresiyle 19. yüzyıldan bağımsız olarak okunmaları mümkün değildir. Yani bu sebeple elementer kültür bilgisi olmadan veya entellektüel namusu denilebilecek başlangıç birikimine sahip olmadan anlaşılmaları mümkün değildir. Bu temel gereklilikler olmadan da tabii ki okumalar yapılabilir. Ancak bunların ne kadar dikkate değer sonuçlar getireceği tartışmalıdır ve teoriden pratiğe, sessiz sedasız ilerleyen akışı takip etmeleri mümkün değildir. Marks'ın Stalin'e olan etkisi gibi, pek bilinmese ve o kadar doğrusal olmasa da Nietzsche'nin Hitler'e olan etkisi bahsettiğim temel gereklilikler olmadan kavranamaz. Düşünce dünyasının 19. yüzyıldaki bu iki büyük isminin, 20. yüzyılın katı ve acımasız iki lideriyle olan alakası anlaşılamaz.
Tabii ki herkes bu farklı etkileşimleri irdelemek istemeyebilir. Bu anlayışı kabul etmeyebilir. Böyle bir zorunluluk da yoktur. Ancak benim "dünyayı anlama" şeklinde iki kelimeyle özetlediğim bilgisel gelişim, bu anlayışla mümkündür.
Aynı şekilde Reşat Nuri Güntekin'in meşhur Çalıkuşu romanı, eğer esaslı bir kavramayla okunmak isteniyorsa, Osmanlı son dönemi tarihine vakıf olmak, romandaki değerli -ve açıkçası sınırlı yerde bulunabilecek- sosyolojik verinin layıkıyla alınmasında olmazsa olmazdır. Bunun dışında bir okuma çok da katı olmayan bir değerlendirmeyle dahi "Feride'yle Kâmuran'ın aşk hikayesi" tadında vasat ve kısır bir çıkarıma varmaya sebep olacaktır.
Yine dünya tarihi, dünyayı dönüştüren devrimler tarihi, Fransız Devrimi, Napolyon'un hem biyografi bilgisi, hem de yaşadığı döneme olan etkileri, Napolyon Savaşları şeklinde alt gruplara doğru ilerlerken, bu matruşkavari kümelerle ilgili temel seviyede de olsa bilgi sahibi olmak, Tolstoy'un Savaş ve Barış'ını bizim için tamamlayıcı bir bilgi kaynağı haline getirecektir.
Sadece tarih, sosyoloji ve edebiyat bütünleşmesi olarak da değil, zamanın yani yine tarihin basamaklarında çok projektörlü bir çözümlemeden bahsediyorum. Marksist literatürü okurken, bir yandan da, Émile Zola ve Maksim Gorki'yi okumak gibi.
İşte bu çerçevede kaleme almaya gayret edeceğim kitap yazıları, önemli geniş özetler şeklinde veya kısa kitap tanıtımları şeklinde değil, o zamanki imkanlara da bağlı olarak değişen derinliklerde ve özgün bir şekilde yazacağım.
Bu safhada, sadece şimdiden sonra okuyacaklarım değil, bugüne kadar okuduğum ve -dikkate değer görerek- hakkında notlar alıp, fizikî olarak dosyaladığım 200 kadar kitap raporum da büyük kolaylık sağlayacak.
Umarım bilgi kalabalığı ve kirliğinin giderek arttığı günümüzde, bu kategori bana ve takip eden herkese faydalı olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder