6 Şubat 2017 Pazartesi

Tarihe Dair

Girizgah

Son derece zengin, köklü hatta yaşlı ve bir o kadar da dinamik bir coğrafyada yaşıyoruz. Coğrafya diyorum çünkü bu özellikler ülke sınırlarımızı da aşıp, komşu ülkeleri içine alan ve hatta bir anlamda bu güncel sınırları da pek tanımayan, yer yer oldukça belirsiz geçişler gösteren bir bölgeye ait.

Bölgemizde yaşanan olaylar büyük ölçüde dünya gündemini belirliyor, bu bugüne has bir durum değil, dün de böyleydi ondan önce de, çok büyük ihtimalle, yarınlarda da böyle olacak gibi görünüyor. Biz de bu bölgede yaşayıp, rahat nefes almak istiyorsak, dinamizmimiz daha başka konulara kaysın, savaşın, kanın ve ölümlerin haricinde bir gündemimiz ve hareketliliğimiz olsun ve refah içinde insanca yaşayalım istiyorsak, hiç şüphesiz kendimizi, kültürümüzü yani daha temelde tarihimizi çok iyi bilmek zorundayız.

"Peki ama tarih nedir? Nasıl öğreneceğiz? Neye nasıl bakacağız?" diyorsanız, gelin "tarih" denilen kavramı beraberce incelemeye çalışalım..


Tarih nedir?

Öncelikle Türk Dil Kurumu'na göre iki önemli tanımı mevcut, önce bunlara bir göz atalım;
  1. Toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyeti inceleyen bilim
  2. Bir konuyu geçmişi ve gelişimi içinde inceleyen anlatım
Genel olarak bakıldığında tarih, sosyal bilimler kategorisinde incelenir. Yine de varlığı azımsanmayacak bir karşıt görüş, tarihin bilim olmadığı yönündedir ve bu görüşe sahip önemli tarihçiler de mevcuttur. Tabi burada tarihin bilim olmadığını iddia ederken, bu iddia bir bilimdışılığın yahut yetersizliğin ifadesi değil, bilimüstülüğün tarifidir. En başında bunu çok iyi anlamalıyız.

Bu tanımlamaların dışında kalan ve toplumun genelinin belki de ortak görüşü olan geçerliliği daha düşük, hatta geçersiz bir tarif de tarihin bir kronolojiler yığını ve bizi ilgilendirmemesi gereken sıkıcı hikayeler topluluğu olduğudur. Bu tarifin sebebi de büyük ihtimalle, diğer birçok yanlışın da temel sebebi olan eğitim sistemimizdir. İlkokuldan üniversiteye kadar tarih dersi gören, buna rağmen tarihle ilgili pek az şey bilen insanların bulunduğu bir ortamda eğitim sistemini yermek pek de isabetsiz bir hareket olmasa gerek.

Tarihin ne olduğuna geri dönecek olursak, kısa bir ifadeyle tarih; İnsanoğlunun hikayesidir. Bu hikaye, insanın "insan" olduktan sonraki tüm gelişimini kayıt altına almış veya mevcut kayıtları bir araya getirip bir bütün oluşturmaya çalışmıştır. Yukarıda da bahsettiğim gibi bu bütünün, bu hikayenin bir görünümü de o kronolojilerin yığını, belirli zamanları ifade eden rakamların çirkin bir kalabalığı gibi görünebilir. Ancak bu görüntünün ötesindeki o hikayeye ulaşmamız ve onu olabildiğince iyi anlamamız gerekiyor.

Tarih bize; ilk yazılı barış antlaşması olduğu düşünülen Kadeş Antlaşması'ndan, Lozan Barış Antlaşması'na kadar uzanan o silsile hakkında, birçok ilke imza atan ilk uygarlık Sümer'deki sosyal yaşam hakkında, oluşumundan günümüze dinler hakkında, İstanbul'un tarih boyunca el değiştirmesi ve son işgalden nasıl kurtarıldığı hakkında, Roma devletlerinin yapısı ve Osmanlı İmparatorluğu'nun neden III. Roma Devleti olduğu hakkında, Cengiz Han ve Moğollar hakkında, Çinliler hakkında, İngilizlerin üzerinde güneş batmayan imparatorluğu hakkında, ABD'nin oluşumu ve bağımsızlığı, içerisindeki çete kavgaları hakkında, Fransız İhtilali'nin meydana gelişi ve günümüzde dahi etkili olduğu meseleler hakkında,  Atatürk-Lenin dostluğu hakkında, Nazizm ve Hitler hakkında, Stalin-İnönü temasları hakkında, hatta ve hatta olası bir Menderes-de Gaulle görüşmesi hakkında bilgi verir. Bilgi vermenin de ötesinde tüm bu girift yapıdır. Dediğim gibi türümüzün hikayesidir.




Tarihi niçin iyi bilmemiz gerekiyor?

Yukarıda da anlatmaya çalıştığım üzere tarih aslında tarihten fazlasıdır. Hayatın ve bilinen yaşanmış hayatların tümünü kapsar. Bu sebeple kişilere göre branş veya ihtisas alanı dağılımında sadece bir alan olmaktan çok bir anlamda hepsinin toplamıdır. O yüzden tarihi bilmek; sistemi, ekonomiyi, siyaseti, kültürleri, toplumları ve bunların etkileşimlerini bilmektir.

Şimdi genel anlamda şöyle bir baktığımızda bizi dünyadaki diğer canlılardan ayıran şey tartışmasız aklımız ve bu aklımızın da bize verdiği farkındalıktır. Biz herşeyin farkındayız; dünya dönüyor, zaman ilerliyor, canlılık sürüyor. Peki ya diğer canlılar neyin, ne kadar farkında? Görünüşe göre sadece oluştuklarından beridir kazandıkları içgüdüleri hareket etmekte, tür içi ve dışı mücadelelerini sürdürerek üremekteler. Bizim gibi bir farkındalığa son derece uzaklar. Peki bizim, yani insanların arasındaki farkındalık düzeyi aynı mı? Asla değil. O zaman bazılarımız daha fazla mı insan oluyor? Evet bir anlamda öyle.

Bizi insani özelliklerden uzaklaştırıp, robotlaştıran sistemde, popülist kültürde "insan"lığımızı değil ilerletmek, muhafaza etmek bile son derece güç. Tabi bir yandan da farkındalığımızı arttırarak mükemmel olmasa da daha iyi, belki mükemmele yakın sistemler geliştirmemiz mümkün. Ancak burada bir paradoks da yok değil. Yani popülizm ve sistemin diğer yozlaştırma araçları toplum olarak seviyemizi aşağıya çekip bizi daha iyi atılımlar yapmaktan alıkoyuyor. Sözün özü sistem, sistemi geliştirmeyi engelliyor. 

Diğer bir açıdan biz ve bizim gibi ülkelerde tarihin iyi bilinmesi, bölgenin geriliminden sıyrılmada çok önemli bir yer tutar. Türkiye'de ancak ezbere ecdatçılık yapmayan ama ecdadını iyi tanıyan nesiller çözüm üretebilir ve bu çözümler gayet sağlıklı olur. Aksi mümkün değildir. Sanatının yanı sıra önemli bir gezgin olan Barış Manço'nun da dediği gibi bizim artık "yurtdışı"nın  hatta dünyanın Avrupa ve Amerika'dan ibaret olmadığını öğrenmemiz gerekiyor. Yani; Halep'i, Şam'ı, Rakka'yı, Musul'u, Erbil'i, Tahran'ı, Tebriz'i, Riyad'ı, Kıbrıs'ı bilmemiz şart, bu yerler bizim önemli komşularımız ve bir kısmı da eski topraklarımızdır, "hedefimiz oraları işgal etmek olmalı" demiyorum kesinlikle, ama bu bölgelerde bir söz söylenecekse bunu biz söylemeliyiz, bölge insanlarının dışında bir varlık olacaksa bu yine en başta biz olmalıyız bu bizim en doğal hakkımızdır.

Kısacası, bir önceki paragrafta belirttiğim gibi sistemi geliştirmek için de, bölgemizde yerimizi muhafaza etmek ve daha da sağlamlaştırmak için de tek yol tarihi iyi bilmekten geçiyor. Bu bağlamda yine yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi "tarihi bilmek" kuru bir bilgiye sahip olmaktan branş ayrımından öte birşey olarak bir standart olarak, bir vatandaşlık bilgisi olarak karşımıza çıkıyor. Bu sebeple de bu tür okumalara girişen kişilere "tarihe ilgili" demek her ne kadar basit bir olay gibi görünse de çok isabetsiz bir yaklaşımdır. Bu tür okuma-araştırma faaliyetleri içerisinde olan kişi olsa olsa bilinçli bir vatandaş, aklı başında bir insandır ve bu şekilde anılmalıdır.


Tarihi ne şekilde okumalıyız?

İyi bir giriş yaptık. Tarihi tanımlamaya çalıştık. Tarihi niye iyi bilmemiz gerektiğini konuştuk, şimdi sıra tarihi nasıl okumamız gerektiğine geldi. Bana kalırsa önce tarihi okunulacak coğrafya ve tarihinin aralığı iyi belirlenmeli ve ana okumalar bunun üzerine bina edilmelidir. Örneğin biz yukarıdaki anlatımları da baz alarak Fransız İhtilali'ni ve Modern Batı'nın tarihini (öncül dönemleriyle beraber)  odağa yerleştirip, oradan günümüze doğru farklı kaynaklardan beslenen, kaynaklar arası mukayeseden de yararlanan okumalar yapabiliriz. İşte o zaman "halk ağır vergiler altında eziliyordu" klişesi bizim için klişe olmaktan öte bir olguya evrilir ve bunu çok daha iyi özümseriz.

Bunun yanı sıra ben önce kronoloji okuyup, bunu hatırda kalacak ölçüde uygulayıp, belirli durak noktaları belirleyerek ana iskeleti oluşturmayı ve sonrasında bir yandan bu iskeleti daha da sağlamlaştırırken bir yandan da içini doldurmayı çok verimli buluyorum. Tabi kronoloji deyince, bu akışa hakim olmakta da her an sözlü sınava tabi tutulacakmış gibi bir tarih ezberi de yersiz ve zorlama olur. Uzun okumalar sonucu bazen birkaç cümlelik öz düşünceler bile bir dönemi gayet sağlıklı bir şekilde ifade edebilir.



Hangi tarih?

Tarih, başlıca; zamana (İlkçağ Tarihi, Ortaçağ Tarihi gibi), mekana (Asya Tarihi, Avrupa Tarihi gibi) ve konuya (Siyasi Tarih, İktisadi Tarih gibi) göre ayrılıyor. Ancak bizde revaçta olan diğer bir ayrımsa "Resmi Tarih" ve "Gayriresmi Tarih"tir.

Birilerinin "Resmi Tarih"ten kasıtları, Osmanlı'nın çöküşüyle beraber kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin bazı tarihi vakaları gizleyip, kendi ideolojisini yetiştirmek ve yerleştirmek için çeşitli çarpıtmalarla taraflı tarih yazımı yaptığıdır. Yine bunun yanında sundukları "Gayriresmi Tarih" de siyasal islamla yoğurulmuş, genel manada hainlerimizi kahraman, kahramanlarımızı hain yapmaya çalışan, yada daha yumuşak olarak ele aldığı yerlerde kahramanlarımızı vasıfsızlaştırıp, 2. hatta 3. takım kahramanları piyasaya sürmeye çalışan bir anlayıştır.

Resmi Tarih hususunda şunları da söylemeden geçmemek lazım; objektif bakış, tarihte tabi olması gerekendir, ancak her devletin tarihe yaklaşımı aynı olmaz, çünkü en temelde bulundukları yer ve anlayış farkı vardır. Burada  tanrısal bir objektifliğe sahip bir tarih anlatımı hangi devlette vardır, o da tartışılır.

Gayriresmi Tarih hususundaysa şunları söylemeden geçmemek lazım; bu yaklaşım özgün olmayıp, sürekli Resmi Tarih'in "anti"si olduğundan çoğu kez böylesine merak uyandıran, "resmiyet dışı gerçekler", "üstü örtülemeyenler" gibi başlıkları dolduracak önemli içerikleri de itibarsızlaştırmak gibi kötü bir etkiye sahiptir. Oysa ki tamamen kabulcü olmasak da Gayriresmi Tarihten alınacak önemli veriler olabilir.

Dürüst olmak gerekirse bana Resmi Tarih'in varlığını ve orada doğal bir Gayriresmi Tarih'in de varlığını kabul ettiren kişi Emre Kongar'dır. Emre Hoca çoğunuzun bildiği üzere ülkemizin yetiştirdiği önemli sosyologlardan birisidir. Onun "Tarihimizle Yüzleşmek" kitabında başlığını görünce şaşırdığım, sonradan da hayretler içerisinde kalıp kabul ettiğim bir Resmi-Gayriresmi tarih ikilisi var evet. Ama nasıl? 

Şöyle; başlıca tezi, tarihimizin "Türklük" ve "İslam" ile ilgili kısımlarda refleksif olarak savunmacı olduğu, onun da ötesinde bir anlamda mezhepçi ve tarafgir olduğudur. Biraz daha açarsak öyle zannediyorum herkes için daha da netleşecek..

Örneğin;

Türklerin İslam'a geçişi geçişinin kansız ve şiddetsiz bir şekilde kitleler halinde gerçekleştiği tezi,
(kesinlikle kanlı bir geçiş var)

Yıldırım'a karşı hep ve daima Timur'un kötü olduğu tezi,
(Oysa ki Yıldırım kadar Timur da biziz)

Yavuz'a karşı hep ve daima Şah İsmail'in kötü olduğu tezi,
(Yine Yavuz kadar Şah İsmail de biziz)

Osmanlı'nın kimsenin inancına karışmadığı tezi,
(Hurufilerin yakılması)

gibi tezler, Resmi Tarih tezleridir. 

Oysa ki; ne yazık ki İslam'a geçişimiz de gayet kanlı olmuştur, Timur ve Şah İsmail'i savunmak veya kötülemek babında yazmak istemem ama sadece onlara bakarken (şuan benim de yaptığım gibi) bizlere işlenmiş biz-onlar ayrımı var, halbuki karşımızda Roma imparatorları falan yok, aynı kökenden geldiğimiz, kullandıkları dil padişahlarımızın kullandığı dilden çok daha anlaşılır olan Türk hükümdarlar var.

Yine Hurufilerin Edirne'de yakılmalarının sebebi her ne kadar sistematik olarak devlet kademelerine sızmaları olarak gösterilse de, burada bir mezhebin hedef alındığı da inkar edilemez.

Kısacası Resmi Tarih de vardır, Gayriresmi Tarih de, ancak başta da belirttiğim üzere birisini yakın tarihi inkar malzemesi, diğerini de onun doğrusu olarak servis etmeye çalışıp, ayan beyan tarihi vakaları kökünden dinamitleme malzemesi olarak kullanılmaları ahlaki ve etik değildir.



Tarihi konuşmak

Şahsi kanaatimce tarihle ilgili konuşmak hiç kolay bir durum değildir. Tarihçiye özgü bazı vasıflar gerektirir. Kuru bir tarihsel bilgiyi alıp yorum katmak çok tehlikeli bir iştir ve bizde ne yazık ki sıkça yapılır. En basitinden bir; tarama, tasnif, tahlil, tenkit, terkip sıralaması göz önünde bulundurularak konuşulsa daha isabetli olur.

Mesela Osmanlı eleştirilmek istendiğinde (niyeyse) kalıp ifadelere sık başvurulur.
"Padişahların kaçının annesi Türktü?", "Osmanlı'da Türk mü vardı?", "Neden dönmeler üst düzey görevlere geldi?" gibi sorular bu ifadelerden başlıcalarıdır ve ne yazık ki dar kafalı, tarihe bakmayı bilmeyen, vizyonsuz çevrelerce dillendirilirler.

Osmanlı büyük bir imparatorluktu ve İlber Hoca'dan naklen söylüyorum, imparatorluklara modern ulusçu gözle bakılmaz. Bu pek akıllıca bir iş değildir.

Hazır başlamışken aynı konuda yine İlber Hoca'nın değindiği farklı bir örnekle devam edelim. Yine yakın tarihe eksik bakma ve bir kuru bilgiye dayandırılarak yorum yapma densizliğine bir örnek; "İnönü ve Türkeş, Menderes'i astı!" Hoca bu ifadeyi son derece vahim bir iddia olarak değerlendiriyor gerçekten de öyle. 

Daha da açık olarak;

İsmet Paşa, başından beri DP'lileri uyarmaya çalışıyor. O meşhur meclis konuşmasında "biz ihtilalden gelen bir milletiz, böyle yaparsanız bizim dışımızda bir ihtilal gelişir" diyor. Darbe haberini alınca da hüzünlenip, "çok uğraştım ama mani olamadım" diyor. İsmet Paşa bununla da kalmayıp, Menderes'in idamını önlemek adına bir dizi telefon trafiğiyle müdahil olmaya çalışıp, Gürsel'e mektup yazıyor, ama başarılı olamıyor.

Alparslan Türkeş cephesinden bakacak olursak, evet MBK'nın öncülerinden olan Türkeş o sıralarda genç ve etkili bir Albay, darbe bildirisini bizzat kendisi yazıp, radyoda da kendisi okuyor. Ancak ne var ki MBK içi bazı güç dengeleri değiştiğinde 14 kişi sürgüne gönderilip tasfiye ediliyor(ondörtler), bu 14 kişiden birisi olan Türkeş de idamı önlemek adına sürgünde olduğu Yeni Delhi'den (Hindistan) mektup yazıyor. Türkeş de elindeki gücü kaybettiğinden mektubu idama engel olamıyor ve sonuç olarak iki bakanıyla beraber Adnan Menderes İmralı'da idam ediliyor.

Bu olayı da biraz detaylıca açıklamaya çalışmamın sebebi, tarihi konuşmanın neden zor olduğunu daha iyi anlatma ihtiyacımdır. Zira sade ve niteliksiz bilgi, birazcık keyfi yorumla bir faciaya dönüşebiliyor gördüğünüz üzere. Ne yazık ki burada değindiklerim de devede kulak bile değil, her gün yüzlercesine denk gelmek mümkün.




Bazı Önemli Eserler

Tarihle ilgili güzel bir incelemenin sonuna geldik, bu kadar yazıp da "tamam ikna oldum, tarihi okumaya karar verdim" diyenler için bir liste yazmadan olmaz.

Tüm yazı boyunca pragmatik bir bakışla tarihe değindik, bu sebeple de öncelikle ülkemizin yakın tarihiyle ilgili bir dizi önermek istiyorum.

Enver Paşa cilt 1-2-3, Tek Adam cilt 1-2-3, İkinci Adam cilt 1-2-3, Menderes'in Dramı tek cilt - Şevket Süreyya Aydemir

Yukarıda yazmış olduğum bu 10 ciltlik eser, 4 önemli liderin biyografileri olup, aynı zamanda o dönemi anlatan; derinliği, üslubu ve tarafsız yaklaşımıyla eşsizdir. Fiyatı da diğer kitaplardan hayli yüksek olan bu kitapların temel kaynak olduğunu ve türev kitapları dağınık okuyarak 100 cilt kitapla belki erişeceğiniz bir birikimi içerdiğini unutmayın. Yine buna ek olarak Suyu Arayan Adam'ı da şiddetle tavsiye ederim.


Yine diğer önemli bir yazar da Falih Rıfkı Atay'dır. Falih Rıfkı 1923-1938 yılları arasında Atatürk'ün yanında bulunmuş birçok önemli eser kaleme almıştır. Her biri alınıp okunabilir. Ancak Çankaya ve Zeytindağı'nın ayrı bir yeri vardır. Falih Rıfkı I. Dünya Savaşı'nda Suriye-Filistin cephesinde Cemal Paşa'nın yanında yedek subay olarak görev yapmıştır. Zeytindağı da bu aralığı anlatır. Ek olarak önerebileceğim Falih Rıfkı Atay eserleri de; Kurtuluş ve Mustafa Kemal'in ağzından Vahdettin kitaplarıdır.


Bir diğer yazar Doğan Avcıoğlu'dur. Kendisinin Milli Kurtuluş Tarihi adlı eseri yine bir temel kaynak niteliğinde olup 4 cilttir. Türklerin Tarihi adlı 5 ciltlik eseri de aynı ciddiyettedir. Ek olarak Türkiye'nin Düzeni'ni şiddetle tavsiye ederim.


Günümüzde yaşayan isimlerden; İlber Ortaylı, Kemal Haşim Karpat, Murat Bardakçı, Taha Akyol, Orhan Çekiç ve Sinan Meydan okunabilir.


Kaynak olup olmadığı tartışılsa da anılarda da her zaman farklı ve belki yer yer gizli bilgiler yer alır. Bu sebeple bu yazıyı önemli anıların bir kısmıyla sonlandırmak isterim..

Mustafa Kemal Atatürk-NUTUK
Fevzi Çakmak-Günlükler
Kazım Karabekir-Günlükler
İsmet İnönü-Hatıralarım, Defterler
Celal Bayar- Ben de Yazdım
Çerkes Ethem-Hatıralarım


Son olarak da Turgut Özakman'ın bir kronoloji kitabı olan, 
1881-1938 Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi kitabını öneririm. Yıllara göre herşeyi ay ay, gün gün yerinde bulacağınız muhteşem bir eser...

6 yorum:

  1. Çok güzel. Tebrik ediyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim hocam. Yorumunuz benim için çok kıymetli..

      Sil
  2. İsmail Bey merhaba,

    Bloğunuzu okuyorum merak etmeyin. Arada yorumlarımı da yazarım.

    Belirttiğiniz Resmi Tarih Cumhuriyetin ilk yıllarında mecburen Osmanlı'daki bazı şeyleri ve son padişahları yermiştir. Bu son derece normaldir. Fakat sonradan eğitim müfredatına sokulan şeyler Resmi Tarih'in eklediği şeyler değildir aslında (Samsun'a gizlice çıkış mesela).

    Gayri Resmi Tarih diye ortaya atılan şeyler safsatadır. Para ile satın alınmış kişilerin uydurmaları veya dönem içinde yaşamış bazı şahısların buhranları/çekememezlikleridir.

    Tarih bir tanedir. Oda doğruyu yazandır. Hiç bir devlet tarihi belgelerle oynayarak bunları değiştirmeye gücü yetmeyecektir ki sonuçta doğrusu ortaya çıkacaktır.

    Günümüz Gayri Resmi Tarih yazarları direk söylemek gerekirse vatan hainidir! Çünkü yalan ve iftira ile beslenirler. Geçmiş hezeyanlardan ve hesaplaşmalardan güç alarak korku imparatorluğu kurmak isteyen bütün otokratik liderler/devletler kendi tarihçiler ordusunu kurmak için bu yazıcılardan tutar. Stalin, Mussolini, Sezar, Hitler, Franco vs. vs. hepsi tutmuştur. Fakat dönmüştür dolaşmıştır gerçekler yine ortaya çıkmıştır. Bunu böyle bilelim.

    Resmi Tarih devletler için ideolojik bir araçtır. Bu yalancılıktan ziyade bir propaganda aracıdır. Bir çok devlet belli bir eğitim düzeyine kadar (genel lise hatta üniversite dahil) Resmi Tarih'ini öğretir. Bu öğreti ulus-din ve mezhep üzerine kuruludur. Kahramanlıklar göze sokulup parlatılır ve efsaneler yaratılırken, görülmek istenmeyen şeyler gizlenir ve anlatılmaz.

    "Biz gerçeği anlatıyoruz Resmi Tarih ecdadımızı kötülüyor" diyen paralı askerler aslında anlatılan Resmi Tarih'in bilerek kırpıldığını söylemezler. Orta okul öğrencisine "1591 yılında 12 yaşındaki sağlıklı bakire kız kölenin esir pazarındaki fiyatı 5 Duka Altın" diye giriş yaparsan bu aklı ile dönemi gözünde canlandıramaz. Bunların anlatılmayarak kahraman yaratmanın sebebi savaşta savaşacak insana olan ihtiyaçtır. Buda sorgusuz milliyetçilik ve cennetsel din ile sağlanır.

    YanıtlaSil
  3. Yani toparlarsak; Resmi Tarih yalan söylemez sadece bazı şeylerin üstünü örter. Gerisi alt kesime (eğitimsel manada) anlatılmamalıdır.

    Yine Resmi Tarihte dikkate alınmayan ve gözardı edilen kişilerin eserleri vardır. Mesela Mustafa Kemal ile zıt düşen daha doğrusu kendisini kıskanan Kazım Karabekir siyasetten uzaklaşmış ve o hezeyan ile kendisine bir tarih yaratmıştır. Mesela Armstrong'un Bozkurt isimli eseri milleti ve Mustafa Kemal'i küçümsemiş olduğundan zaman sonra yasaklanmıştır. Uzatmayalım bu kişilerin eserleri de ortaya atılıp "işte gördünüz mü?" şeklinde kullanılması gibi şeyler bazı şarlatanların faso fisolarıdır.

    Son olarak yazdığınız kişilerden Taha Akyol'a pek güvenmemenizi tavsiye ediyorum. Ek olarak İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Enver Ziya Karal, Abdülbaki Gölpınarlı, Cemal Bardakçı vb. tarih yazarlarının yanında tarih okuyacak kişinin 3 aşamada Tarih'i okumasını salık vereyim.

    Tarih sadece savaş ve fetihlerden oluşmaz. Biri budur ve genel anlatılanlardır. Diğeri Kültür/Sanat Tarihidir. Yani "Kanuni zamanında çok iyiydi imparatorluk çok zengindi düşman yoktu" deyip sanki o dönem inanılmaz bir şekilde anlatılır. Fakat bakarsınız ki Kanuni döneminde medreselerde "Matematik günah mı değil mi?" diye tartışılıyor. Devamında 1600 yıllarında eğitimsel anlamda modern bilimlerin atıldığını, resmin/sanatın budandığını anlarsınız ve dersiniz ki "Kanuni döneminde Sanat/Eğitim/Kültür katledilmiş".

    Diğeri İktisadi Tarihtir. Dönem İktisadi bilgi olmadan nasıl değerlendirilir? İktisadi güç fetih ve vergiler ile sağlanır. Peki vergilerin düzeyi nedir? Toplumun alım gücü nedir? Enflasyon nasıldır? vs.vs bunları bilmeden tarihe de bakamazsınız.

    Bu sebeple bahsettiğiniz yazarlardan Emre Kongar gibi Toplum Bilimciler tarihe bakışta çok daha fazla bizim önümüze ışık tutar. Bu bağlamda ise Sencer Divitçioğlu, Şevket Pamuk, Mustafa Akdağ, Server Tanilli gibi hocalar ile desteklenmeyen tarih eksik kalır.

    Ha bu kadar şeyi nasıl okuyalım diyebilirsiniz. O zaman genel geçer kaliteli isimleri okumakta yarar vardır. Bunlardan en anlaşılırı hala Halil İnalcık hocanın kitaplarıdır.

    Saygılarımla..

    YanıtlaSil
  4. Detaylı yorumun için çok teşekkür ederim üstadım. Taha Akyol ile ilgili olan kısmı özel mesajla açıklarsan çok iyi olur.

    YanıtlaSil
  5. Özel mesaja gerek yok isterseniz yazımı sonradan silebilirsiniz. Taha Akyol islami kesimde bir kısımın sıcak baktığı yazardır.

    Bu kesim Abdullah Gül gibi Ekmeleddin İslamoğlu gibi değişik tarikat bağlantılarıyla ilişkilidir. Yani kısaca sadece Fettullah Gülen cemaat hareketi değil Suudi üyeler ile de etkileşim halinde olan bir yazardır. Yani ne demek istiyorum?

    CHP'nin Ekmeleddin gibi anti laikçi ve anti kemalist bir adamı cumhurbaşkanı adayı yapmasının sebeplerinden bir tanesi aslında odur. Bunun gibi bir çok konuda ki bağlantıları kendisinin güvenilir bir insan olmadığını düşünmemi sağlıyor.

    Bunların dışında bazı geçmiş fikirleri değişkendir gariptir. Sayfada önerdiğiniz isimlerin yanına pek yakışmaz.

    Bunlar ile ilgili (ılımlı İslam'ın Türkiye'ye sokulması, Suudi/İsrail/İngiliz/ABD burslarıyla cemaatçi gençliğin yurt dışında eğitimi, BOP, ülkenin yavaş yavaş uyutularak ele geçirilmesi vb.) konuları Uğur Mumcu'nun darbe sonrası kitaplarında bulabilirsiniz. (En iyisi Rabıta kitabıdır 1987)

    Ilımlı İslam'ın siparişle yaratılması ve Cumhuriyetin nasıl yıkıldığını gözlerimizle görüyoruz. Bunlar sadece ileri safhada karşı devrimcilerden değil yan safhada bulunur gibi görünen kişilerle de sağlanıyor.

    Neyse uzatmayayım bana göre güvenilmez bir insandır.

    Saygılarımla.

    YanıtlaSil