20 Şubat 2017 Pazartesi

Abdülhamid'e Bir Bakış


II. Abdülhamid, Osmanlı'nın son dönem padişahlarının tümü gibi her şeyden önce bahtsız bir adamdır. Tahta geçtiği dönem itibariyle hem devletin iç işleri bir problemler sarmalına evrilmiş, hem de dünya Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi'nin etkileriyle çoktan kaynamaya başlamış, adım adım I. Dünya Savaşı'nın temelleri atılmaktadır. Tüm bu şartlar altında 1876 yılında tahta çıkan Abdülhamid 33 yıl tahtta kalmış, 1909 yılına kadar birçok problemi göğüslemiştir.

Tarihte birçok konuda, kişide olduğu gibi ne yazık ki Abdülhamid'de de sonu gelmeyen kısır tartışmalar vardır. Bunun en bariz örneği de Abdülhamid'le ilgili olarak "Ulu Hakan mı? Kızıl Sultan mı?" soru kalıbıdır. Bu kalıp biraz da bizim tarihe bakarkenki toptancılığımızın bir tezahürüdür. İncelediğimiz şey ya hiç lekesiz ak, yada zerre ak bulundurmayan zift karası olsun isteriz, bunun hayatın kendisiyle ve tarihle bağdaşması mümkün değildir.


1876'da tahta geçtikten sonra söz verdiği üzere I. Meşrutiyet'i ilan eden Abdülhamid, muhaliflere sadece temsilî haklar veren bu adımı dahi yaşatmak istememiş, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nı bahane ederek askıya almış meclisi feshetmiştir. Bu askıya alma da yine net bir tavırla yapılmamış, resmî anlamda geçerli olan meşrutiyetin uygulamaları fiilî olarak yerine getirilmemiştir. Bu hareketle 1878-1908 istibdat (baskı) devri başlamıştır. Bu devirde Abdülhamid; hafiye teşkilatını kurmuş, muhaliflerini sürgüne yollamış, muhalif yayın yapan yerlere sansür uygulamıştır. Ancak tüm bunlara ek olarak unutmamak gerekir ki, Abdülhamid camiden çok okul açmış bu sebeple "maarifperver" olarak anılmıştır. Birçok şehirde şehrin kendi ismiyle anılan liseler Abdülhamid tarafından açılmıştır. Demir yolu ve telgraf ağlarına büyük önem verilmiş, Berlin-Bağdat demir yolunun yapımına onun döneminde başlanmıştır. Abdülhamid 1903'te bir kısım askere kalpak giydirdiği için dönemin gerici kesimi tarafından ayıplanmıştır. Yine unutmamak gerekir ki aynı zihniyetin "gavur padişah" dediği II. Mahmud'un torunudur II. Abdülhamid! Bu bağlamda, özetle demek istediğim şudur; tarihte sadece isimler ve mekanlar değişiyor aslında zihniyetler ve savaşları aynı, yenilikçiler ve gericiler gibi mesela.. bir kesim var kafası çalışan ileriye gitmek isteyen, bir kısım da var ki ileriyi geride arayan, ilericiyi bir kaşık suda boğmak isteyen.. işte biz de tarihi ideolojik tartışmalar eksende ele aldıkça bunları daha çok tartışır durur, "gavur padişah"ı ve torununu bilmez, hatta onları da gerici sanar yanılırız... 

Atatürk'e alternatif olarak toplumda bir ulu önder olarak servis edilmeye çalışılması da ayrıca zorlamadır. Nitekim Abdülhamid devrinin padişahıdır ve o devir kapanıp yeni bir devir açılmış, bu devrin ise başlıca mimarı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmuştur.

4 yorum:

  1. İsmail Bey,

    II.Abdülhamid'in önem verdi dediğiniz Demir yolları ve Telgraflar aslında pek onun ile ilgili değildir.

    Olayı biraz daha geniş perspektiften bakmanızı söylemek zorundayım. Şöyle ki;

    Dünyada büyümüş bir Emperyalist canavar vardır. Sömürgecilik ve bunun sanayi devrimi ile üretimi artırması. Batı devletleri şirketler kurup ürettikleri malları ucuzlatıyor ve komşu ülkelere satıyor. Burada işe erken uyanan batı ülkeleri hemen komşusunu batırmaya çalışırken yani Almanya ucuza ürettiği örneğin ayakkabıyı Fransa'ya satarken Fransa uyanıyor. Bakıyor ki bu ucuz ayakkabı ülkesindeki bütün ayakkabı sektörünü batıracak ele geçirecek. Hemen kotalar ve gümrük vergileri ile bu ayakkabı satışını engelliyor. Eğer yapmazsa Almanya'ya borçlanacak ve iktisadi olarak zora girecek. Avrupa bu 100 yıllık dönemden sonra en iyisi Nüfusu fazla olan ve sanayi hamlelerini yapamamış açık pazarlara saldırmaya başlayacak. Bunlar kalabalık Çin, Hindistan başta olmak üzere değerlenen Petrol Rezervleri ve Osmanlı Topraklarıdır.

    Gözümüzde canlandırmak için bir Emperyalist gibi şirketini kara geçirmek isteyen CEO gibi düşünmeniz lazım. Elinizde milyonlarca ayakkabı var. Ve şirketin ayakta kalması için bu ayakkabıların üretiminin devamına ve satışına ihtiyaç var. Ne yaparsınız?

    1) Büyük bir pazar ararsınız. Bu pazara mallarınızı en ucuza sokmanız gerekiyor ki daha çok kar elde edin. Osmanlı Pazarının çöküş anlaşması 1838 Balta Limanı anlaşmasıdır. Gümrük vergileri büüyk oranda borca karşılık kaldırılmıştır.

    2) Ele geçirdiğiniz pazarda ilk iş liman şehirlerinde satış ve hızla haberleşme hatlarının teminidir. Bu sebeple haberleşme hatları ve peşi sıra malların en hızlı güvenli pazara sokulması daha fazla insana ulaşması için demiryollarının döşenmesidir.

    Bu iki önemli nokta gümrüğün sıfırlanmasıyla yerli marka/üreticilerin batırılması/satın alınması sağlanır. Az gümrük+Demiryolu+Haberleşme ile güvenlik sağlanması elzemdir.

    Bahsettiğiniz II.Abdülhamid'e atfedilen iki büyük hamle tamamen Osmanlı Pazarını ele geçiren Emperyalizmin daha çok mal satması için yapılan hamlelerdir. Almanya ve İngiltere öncüdür.

    Benzer şekilde Emperyalizm Hindistana, Çine, Afrika ülkelerine benzer demiryollarını kendileri döşemiş kendileri işletmiştir.

    II.Abdülhamid'e atfedilen haberleşme ve demiryolları tamamen emperyalizmin pazar gücü ve işletmesinde olmasının kanıtı Kurtuluş Savaşı sırasında arızalanan trenlerin ve rayların bakımlarının yapacak bir tane bile Türk mühendisin olmamasından anlayabilirsiniz.

    Geniş çerçeve derken bunu kastediyorum. 1908 yılında İktisadi olarak yerli şirketlerin yabancıya oranı %3'tür!

    Tıpkı elinde ne varsa sağa sola satan ve sonra sattığı adama kafa tutacağını zanneden bazı kişiler gibi artı gibi görünen eksilerdir aslında.

    Eğer bu hatları ve yolları kendi yapsaydı, kendi mallarını milli sermayesini satmak için kullansaydı bunu ayakta alkışlardık tıpkı Mustafa Kemal'in tam bağımsız iktisadi devleti kurmak istediği gibi.

    Saygılarımla

    YanıtlaSil
  2. Üstadım bu detaylı ve irdeleyici yorumunuz/değerlendirmeniz için de teşekkür ediyor, tamamına yakınına katılıyorum.

    Dediğiniz gibi demiryolları ihalelerini alan Almanlar bu işleri yapmışlar, hatta çoğu yerde söylendiğine göre demiryolu geçecek yerlerin şu kadar metre çevresinde kazı yaparak çeşitli maden aramaları yapmışlardır. Yine bir plan dahilinde veya ona ek başka sebepler gereğince de telgraf ağı oluşturulmuştur. Bunlar şiddetle eleştirilebilir, hakikaten çok iç açıcı hareketler de olmayabilirler ama Abdülhamid neyi devraldı? Bulunduğu konum neydi? Bence bunlar çok önemli sorulardır.

    En başta "bahtsız" ifadesini kullanmamın sebebi de odur ki; bu son dönem padişahları her türlü şanssızlığın gölgesinde, kafes-konak gibi uygulamalarla, hastalıkla, çürümüşlükle, paranoyayla daha da kötüye giden ve içinden çıkılması mümkün olmayan bir yönetim devralmış ve onu yönetmeye değil "idare etmeye" mahkum olmuşlardır. O potansiyelleri var mıydı bilinmez ama "devrimci" değil, "devralan" konumundaydılar. Yıkma vasıfları ve imkanları yoktu. Olanı yaşatmayla yükümlüydüler, bulundukları konum bunu gerektiriyordu.

    Düyun-u Umumiye örneğin, kimisi bunun devletin fiili olarak devlet olma vasfını kaybetmesi olarak görüp şiddetle eleştirirken, kimisi de bir dahinin içinden çıkılmaz ve ödenemez durumdaki dış borçları sistemli bir şekilde ödenebilir kılması olarak görebilir. Bunların her ikisi de bana kalırsa yanlılık payı olan yorumlardır. Ne Abdülhamid devletin ana vasıflarını kaybetmesini ister, ne de bu adımı attığı için insanlık tarihine geçecek düzeyde bir dahi olduğunu ispatlar. Sadece berbat durumu daha az berbat kılacak yönde hareket etmiştir.

    Yine Abdülhamid'in devrin ve kendi konumunun izin verdiği ölçüde bir reformatör (Yalçın hocanın deyimiyle) olduğunu kim inkar edebilir? Saffet Paşa'nın ve kendisinin "maarifperver" olarak anılmalarının sebebi nedir? Abdülhamid'in kızların eğitimine karşı olan, katı bir şeriatçı olduğunu bir kesime suni pompalama yapan "Abdülhamid pazarlama A.Ş." çalışanları dışında kim iddia edebilir?

    Yine 1908 Jöntürk devrimini evire çevire hatta vura vura "Burjuva Devrimi" kalıbına sokmaya çalışıp, var olmayan bir Osmanlı proleteryası türetip, ardından koskoca Kemalizmi de adım adım komünizm başlığına taşıma gayretinde olanların ısrarla sürdürmekte olduğu "Kızıl Sultan" propagandasından da "1 karış toprak kaybetmedi" kuyruklu yalanıyla önemli bir kısmını da az önce bahsettiğim anonim şirket çalışanlarının oluşturduğu "Ulu Hakan" propagandasından da ayrı olarak, II. Mahmud'un torunu olan Abdülhamid'i tarhihi bir şahsiyet ve değerimiz olarak algılayabileceğimiz kanısındayım.

    Saygılarımla...

    YanıtlaSil
  3. Dediklerinize zaten katılıyorum. Ben ek olarak anlatılan bazı şeylerin de plan ve programında yapılmadığını anlatmak istemiştim. Zaten kendi bloğumda yakın siyasi tarih bölümünde konu ile ilgili benzer fikirleri paylaştığımı söyleyebilirim.

    II.Abdülhamid dönemi için enkaz bir iktisadi yapıyı almak zorunda olan, imkanları dahilinde oldukça başarılı ve elinden geleni yapmaya çalışan bir adam sonuçta. Haliyle "devlet yıkılıyor ne yapalım çekileyim bari" diye düşünmeden kendi usulünce ülkeyi toparlamaya çalışıyor.

    Diğer Kemalizm yazınızı okuyunca yorum yazacağım bakalım.

    Hoşçakalın.

    YanıtlaSil
  4. Çok teşekkür ederim üstadım, farklı alanlarda irdeleme yapan yakın tarih yazı dizileriniz takdire şayan, güzel bir düzenleme ve metin genişletmeyle kitap olarak basım yapmayı hakeden türden.

    Kemalizm ile ilgili değerlendirmelerinizi merakla bekliyorum, görüşmek üzere..

    YanıtlaSil